Bu Yazı değerli dostum, arkadaşım Mehmet Fikret Ünalan kardeşimin emekli hemşire olan eşi Nevin Hanım nezdinde tüm beyaz meleklerimiz, hemşirelerimize ithaf edilmiştir. Hepsinin Hemşireler Günü Kutlu olsun.
‘’Yüzlerce yaralının önümde öldüğünü gördüm. Hemen hepsi de aynı kelimeyi sayıklayarak, “Anne! Anne!” diyerek öldüler.
Vapurda cepheden topladığımız muhtelif milletlere mensup yaralılar vardı. Almanlar, Avustralyalılar, İngilizler ve bizim yaralılarımız... Hepsi kendi dilleriyle ekseriya tek bir kelime sayıklıyordu:
“Anne!..”
Evet... Biz her ne kadar ‘’ Hemşire ‘’ yani ‘’Kız Kardeş’’ desek de Türk ve Müslüman olanlar da, dili ayrı - dini ayrı olanlar da onlara ‘’Anne’’ diyorlardı. Hatta pek çoğu anne dedikleri bu genç kızlardan yaşça çok çok büyüktü ama yine de anne diyorlardı onlara.
Onların sevgi ve şefkat dağıtan ellerini ve şefkatle bakan gözlerini tıpkı annelerinin ellerine, gözlerine benzettikleri için olsa gerek...
Sanırım yukarıdaki satırların kime ait olduğunu merak ettiniz ve eminim konu hemşireler olduğuna göre bir hemşire tarafından söylendiğini tahmin ettiniz.
Evet doğru. Bir hemşireye ait o sözler.
Evet, çoğunuz o olduğunu düşündünüz. Çünkü ‘’ hemşire ‘’ deyince aklınıza gelen başka isim yok ama o değil.
Safiye Hüseyin Elbi’ye ait o sözler. Daha önce hiç duymuş muydunuz?
İlk profesyonel Türk Hemşiremiz. Yani hemşirelik eğitimi almış ilk Türk hemşiresiydi.
Hiç sordunuz mu bu ülkede Florance Nightingale herkes tarafından bilinir de Safiye Hüseyin Elbi neden bilinmez?
*****
Bir soruyla devam edeyim: Günümüzde Almanca ve İngilizce gibi iki yabancı dili ana dili gibi bilen bir paşa kızı sizce meslek olarak hemşireliği seçer mi?
Safiye Hanım seçmişti. Hem de gönüllü olarak ama sadece o değildi. Bakın bunu nasıl anlatıyordu anılarında:
“Bizim mesleğimiz aşk ister. Şimdi aşk yok. Bu yüzden Hemşirelik davamız henüz halledilmedi. Genç kızlarımız bu mesleğe rağbet etmiyorlar. Bizim zamanımızda hastanelerde hep paşa kızları çalışırdı. Dünyanın her tarafında bu böyledir. İsveç’te ilk hastabakıcı teşekkülü kraliçenin nedimeleri ile başladı. Almanya’da bu davanın öncülüğünü Kontes Albach yaptı.
Biz çalışmaya başladığımız zaman hastanede doktorlar da, hastalar da şaşırmışlar “Buradaki üzücü, sıkıntılı şartlar içinde çalışmanız günahtır.” Demişlerdi. Ama biz böyle düşünmüyorduk. Bakımımızla iyileşen, gözleri parlayan hastalar görmek dünyalara bedeldir. Hastalara yardım etmek, acılarını dindirmek sevinciyle doluyorduk, gözümüz başka bir şey görmüyordu artık. Bir kadın eliyle bakılmak, kadın şefkatiyle sarılmak hastaların moraline de tesir ediyordu. Bize “valide sultan, valide hanım, hanımanne diyorlardı.
Evimde iki çocuğumu bırakmıştım ama hastaneden yüzlerce çocuğum vardı. Hepsi bana muhtaç.
Harbi Umumide( I. Dünya Savaşı ) Reşit Paşa gemisindeydim. Yaralı çoktu, hastalar yerlerde yatıyordu. Başından ameliyat olmuş bir askeri şimdi de görür gibiyim. Yarası çok ağırdı, saatleri sayılıydı artık. Doktor her şeyi yapmıştı ama iş işten geçmişti. Yanına gittim, dudakları kupkuruydu. Can çekişiyordu. Biraz su verdim, baktım alıyor, biraz daha verdim. Kımıldamaya başladı, ümitle koştum, süttozu eritip kaşıkla yavaş yavaş içirdim. Durumu gittikçe düzeldi. Birkaç saat içinde ölümden hayata döndü…”.
Safiye Hüseyin Elbi 29 Haziran 1882'de İstanbul'da doğdu. Babası, makine mühendisliğinin Türkiye'deki öncülerinden olan Tersane-i Âmire başmühendisi Ferik Ahmet Besim Paşa, annesi bir İngiliz soylusu olan Hammond Wilward'ın kızı Josephine Wilward'dı. (evlendikten sonra Müslüman olarak Firdevs adını almıştır.)
İngiliz ve Alman kız okullarında öğrenim gördü. Deniz yarbayı Hüseyin Bey ile evlendi; Fatma Nahide ve Tarık adında iki çocuk sahibi oldu.
Balkan Savaşlarında ve Çanakkale Savaşlarında hemşire olarak görev yaptı. Özellikle Çanakkale savaşında hastane gemisi olarak kullanılan Reşitpaşa Gemisinde çoğu kez üzerlerine bombalar yağarken o bir can kurtarmak için mücadele verdi.
Onu tanıtmak için hayatı hakkındaki malumata fazla dalmayacağım zira hatıraları daha kıymetlidir bence. İşte şimdi o hatıralardan bir demet. ( 1 Ocak 1937’de Akşam Gazetesi yazarı Hikmet Feridun Es’e anlatmış.
*******
''Alman hastabakıcıları ile ( Hemşirelere hastabakıcı deniyor o devirlerde ) Seddülbahirdeydik. Birden amir zabiti geldi.
- Maydos’ta( Eceabat) pek çok yaralı varmış. Hemen hastabakıcı istiyorlar.
Derhal Alman hastabakıcılarla arabaya bindik hareket ettik. Aydos’a yaklaştığımızda arabayı kullanan asker
- Tayyareye rastlamazsak çok iyi..
-Düşman tayyaresine... Seddülbahir ile Maydos arasını devalı bombalıyorlar.
‘’ Adaaam sen de ‘’ Dedik. Çünkü düşman bombardımanlarına o kadar çok alışmıştık ki artık korkmuyorduk. Lakin Maydos’a yaklaşır yaklaşmaz iki düşman tayyaresi tepemizde belirdi. Yıldırı gibi üzerimize geliyorlardı.
Bir dakika geçmeden biri arabamıza bir bomba savurdu. Hemen kendimizi yere attık. Terk edilmiş siperlerin yanındaki fare deliklerine girdik. Tayyareler devamlı bomba atıyorlardı. Saklandığımız çukurun deliğine düşen bir bomba toprağı alt üst etti. İçinde bulunduğumuz çukurun ağzı kapandı. Adeta diri diri toprağa gömülüştük.
Bir kaç dakika sonra tayyarelerin motor sesleri kesildi. Ellerimizle toprağı kazıp çukurun ağzını açtık ve dışarı çıktık. Arabamız parçalanmış atlarımızdan biri ölmüştü. Kalan tek atı ve sadece dört tekerlekten ibaret kalan arabaya koşup Maydos’a geldik ve yaralılara müdahale etmeye başladık.
‘’Bir gün Reşit Paşa Vapurunun derhal Çanakkale boğazına gitesi ve yaralılara muavenet etmesi emredildi.
Reşit Paşa ile yola çıkıp Çanakkale ile Kilitbahir arasında demirledik. Oradayken bir gün bir top mermisi ile ayağı kırılmış bir zabiti getirdiler. Ayağı alçıya alınacaktı.
-Aman dedi yaralının ayağını hiç kımıldatmadan tutacaksınız. Az bir ley kımıldatırsanız zavallının hali fecidir. Zira alçıyı yanlış koyarız ve ayağı da tamamıyla çarpık olarak kalır. Halbuki yazıktır. Balın ne kadar genç bir zabit.
Doktora yaralının ayağını hiç kıpırdatmadan tutacağıma dair söz verdim ve işe başladık.
Birdenbire geminin üzerinde müthiş bir gürültü patladı. Dışarıda telaşlı gürültüler güvertede koşuşturmalar bağırmalar
-Bombardıman
-Düşman tayyareleri
-Gemiyi batıracaklar
Hakikaten geminin etrafına düşen bombaların kaldırdığı büyük su sütunları bizi bulunduğumuz salonun pencerelerine ulaşıyordu. Doktora baktım büyük bir şâyân-ı hayret cesaretle işine devam ediyordu. Ben de doktora hastayı hiç kımıldatmayacağıa dair söz vermiştim.
Genç zabite baktım şimdi onun bütün mukadderatı benim hiç kıpırdamama bağlıydı. Eğer düşman bombalarından korkup şöyle biraz kıpırdatacak olsam belki de hayatını büsbütün değiştirecektim. Yerimde adeta bir demir parçası gibi kesildim. Orada ölmeyi göze aldım ama kımıldamadım.
Neden sonra düşman tayyareleri uzaklaştılar. Ameliyat bitince doktor
-Sizi tebrik ederim genç bir zabiti müthiş bir çirkinlikten kurtardınız.
- Hiç düşman askerinin yarasını sardınız mı? ( Gazeteci Hikmet Feridun Es soruyor bu soruyu.)
- Çoook. Umui harbde şimdiki Hitit Eserleri Müzesi ( Günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi ) Hatane yapılmıştı. Esirler Hastanesi... Burada pek çok yaralı düşman askerleri vardı. Hele bir genç ve yakışıklı İngiliz zabiti vardı iki gözü birden kör olmuştu. Müthiş bir ateş içinde yatıyordu. Bulunduğu koğuş benim servisim... Genç İngiliz zabiti gözlerinde büyük beyaz bir bağ sabahlara kadar hep aynı ismi sayıklıyordu : Peggy.
Bütün hastabakıcı ve doktorlar bu zabite acıyorduk.
Nihayet iyileşti ve mütarekeden sonra ( Mondros Ateşkes Antlaşması - 1918 ) memleketine gitti.
Aradan uzun zaman geçti. İngiltere’den bir ektup aldım. Mektup İngiliz Zabitin hep adını sayıkladığı Peggy’dendi.
Peggy ektupta evlendiklerini yazıyordu. Kocasının ölüünden çok müteesirmiş ama bu saadetlerine ani olacak bir durum değilmiş. Yaralı bulunduğu zaman kocasına çok iyi baktığım için Peggy bana teşekkür ediyordu. Bu mektubun beni ne kadar mutlu ettiğini tasavvur edemezsiniz.
Evet... İlk Türk hemşiresi Safiye Elbi’nin benim nazarımdaki en ilginç ( Aslında burada asıl kelimeyi bulamadığı için ilginç diyorum. Bulan arkadaşlar kütfen yazsınlar. ) anısı ile noktalıyorum.
-Reşit Paşa vapuruna bir gün Bekir Çavuş isminde bir ağır yaralı getirdik. Onu cephenin ön saflarında bulmuştuk. Bir ayağı kangren olmuştu. Hemen Reşit Paşa vapurunda ameliyat masasına yatırdık.Ayağını kestik. Bir tek ayağı ile kalmıştı ama vaziyeti çok tehlikeli idi. Kangren çok ilerlemişti. Aynı zamanda pek fazla kan kaybetmişti. Adeta ölmesini bekliyorduk.
O gece sabaha karşı kamaramın kapısı hızlı hızlı vuruldu. Kalktım dışarıda bir ses: Çanakkale Menzil Hastanesi’ndeki Türk yarılaları…’’ Başhemşire… Başhemşire… ‘’Diye bağırıyordu….
Hemen giyinip fırladım, genç bir Alman hastabakıcısı:
— Hani ayağını kestiğimiz yaralı yok mu?
— Bekir Çavuş mu?
— Evet.— Ne oldu peki?
— Kendisine bir hal geldi hemşire, tek bacağıyla ayağa kalktı. Odanın içinde dolaşmak istiyor.
Hemen koştum. Bekir Çavuş yaralarından kanlar aka aka ayağa kalkmıştı. Yanına koştum. Bileğinden tuttum, müthiş ateşi vardı.
— Aman Bekir Çavuş dedim, Ne yapıyorsun? Bu hal ile ayağa kalkılır mı?
Bekir Çavuş kendini kaybetmiş bir halde idi.
— Aman dedi, Ne diyorsun? Emir geldi, emri yerine getirmek lazım.. Tabii kalkacağım.
Ve sabaha karşı Bekir Çavuş kollarımız arasında dünyaya gözlerini büsbütün kapadı. Bu adamcağız son dakikasına kadar kumandanın emrini, kendisine verilen vatan vazifesini yapmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Son dakikasında bile ne annesini ne sevdiğini düşünüyordu.Kansız beyaz dudaklarından çıkan en son cümle: ‘’Emri yapamadım komutanım.’’ oldu.Fakat ben ona kani idim ki Bekir Çavuş vazifesini son derece yapmıştı.
Hatatı boyunca Uluslararası Florence Nightingale Madalyası, İngiliz Kızılhaç Madalyası, Şefkat Nişanı 2. Rütbe, Harbi Umumi Madalyası, Laponya Kızılhaç Nişanı 1. Rütbe, Fransız Kızılhaç Madalyası gibi pek çok ödüller alan Safiye Hüseyin Elbi 6 Temmuz 1964’de Gureba Hastanesinde hayata gözlerini yumdu. Allah rahmet eylesin.
(
Nevin Yengemiz Nezdinde Tüm Beyaz Meleklere---anne. başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
13.05.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.