Kimi ilahi grup temsilcileri sırayla yönetime gelseler de sırayı
iç sinmeyip kolektif gücün kullanımını yitirmek istemiyorlardı. İlahi dönemin
sonuna doğru bu türden vehimleri içinde olan ilahlar, güç zehirlenmesine
uğradıkları bu vehimle "kolektif sahiplik" yerine "kişisi
sahiplikle"; "kolektif gücü" tümden kendi ellerine geçirmeyi,
yönetimlerini sürekli kılmayı düşündüler.
Böylece kimi ilahlar nefis denen bencilliğe yenilmişti. Kolektif sahiplik olgusu içindeki düşünce kişisi sahipliğe
doğru parçalanıyordu (indirgeniyordu). Kişisi mülk sahipliği demek; kolektif
iradeyi ve kolektif yapabilirliği ve yaptırabilir ligi ele geçirmek demekti.
Bütün planlar ve hayaller kolektif sahiplik içine açılacak
olan "mülkün sahipliği" düşüncesi üzerineydi. Mülkün sahipliği
düşüncesi üzerine kurgulanan mülk sahibi söylem ve eylemleri bu anlama uygun
olarak açılan yeni alanın içinde söze, fiiliyata dönüşecekti.
İlahlardaki güç zehirlenmesi tamaha ve kibre neden olmuştu. Tamah
da kişisi mülk sahipliğine sebep olmuştu. Artık kolektif mülkiyete karşı, “kişisi
mülkiyetin tamahı ortaya çıkacaktı (aç gözlülük, doymak bilmezlik ortaya çıkacaktı).
Kâr, kazanç, ticaret hırsının eli kulağındaydı.
Birikimli kolektif kapasite
birilerine aslan payı yapılmakla; mülk sahibinden mülksüzlere doğru alan akışı
oluşmuştu. Mülk sahibinden mülksüzlere doğru olan alan akışlı dalga hareketi mülk
sahibi ve yoksulların zenginlik fakirlik fantezili imgeleriyle modüle edilir.
Kolektif değerler sistemi yerine
mülk sahibi kişilerin baskı basınçları oluşuyordu. Bu baskı ve basıncın inanç
ve iman ekseni içinde “kader ağlarını örüyordu”. İnanç ve iman mülk sahipliğini
sürdürüp meşru kılacak tarzı oluşma doğrultusunda geliştiriliyordu. Mülk
sahibinin rızk verme keyfiyeti lütuftu. Takdir eden lütuf süreci sefalete doğru
kaydırdıkça köleler yarın çalışamayacak kadar kötü beslenir oldular.
İşte köleci alan akışlı söylemse
dalgalanma içinde köleci yardımlaşma, acıma, merhamet gibi duyguların geliştiği
duygu sellerde köleci edimler doğdu. Sadaka, acıma, merhamet hissi iki yüzlü
biçimde, kişileri kendi muhtaçlığına boyun eğdirmenin baskısı ve köleci yapının
geriye etkimesi olarak ortaya konmuştu.
Eğer kişi komşu mağaradaki
hemcinsini avlamamışsa; hiçbir avcı hemcinsimiz, komşusuna şefkat olsun diyen,
sadaka olsun diyen, merhamet olsun diyen nedenle ona avdan bir parça et götürmez.
Çünkü mağara yaşamı içinde; kesikli, sürekli olur durumla tüketilenden fazla av
yapma işi hep istisnadır da ondan.
Ve yine mağara yaşamı içinde tüketilenden
fazlasının “üretim” koşulu da yoktur. Kolektif alan içinde tüketilenden fazlayı
üretme koşulu köleci sistemin mülk sahipleri eliyle yardıma, sadakaya
dönüşmüştü.