M. NİHAT MALKOÇ
Çemberlitaş'taki bir konaktan kara zindanlara yürüyen meçhûl
bir şair...
Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin
doruklarında kendine yer bulan Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904 tarihinde
İstanbul'un Çemberlitaş semtindeki büyük bir konakta dünyaya gelmiştir.
Dülkadiroğullarına bağlı "Kısakürekler" sülâlesindendir. Babası
Mekteb-i Hukuk mezunu Abdülbâki Fazıl Bey, annesi Girit muhacirlerinden bir
ailenin kızı olan Mediha Hanım'dır. Üstad'ın büyükbabası yine meşhur bir
hukukçu olan Mehmet Hilmi Efendi'dir. İlk
terbiyesini de ondan almıştır. Büyük şairin anneannesi Zaptiye Nazırı Salim
Paşa'nın kızı olan Zafer Hanım'dır. Babaanne, torununu birçok romanla
tanıştırmıştır.
Ele avuca sığmayan bir karaktere
sahip olan Necip Fazıl, öncelikte Mahalle Mektebine gitti. Ardından sırasıyla
Fransız Papaz ve Kumkapı'daki Amerikan Kolejine, Rehber-i İttihat Mektebine,
Büyük Reşit Paşa Numûne Mektebine, Gebze Aydınlı Köyü Mektebine ve son olarak da
Heybeliada Numûne Mektebine giderek nihayet ilkokulu bitirdi. Üstad, 1916'da
Mekteb-ı Fünûn-u Bahriye-i Şahane'ye girmiştir. Mezuniyet beklerken bölüme bir
yıl ilâve edilmesi üzerine söz konusu okuldan mezun olmadan ayrılmıştır. Henüz
17 yaşındayken İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe şubesine
kaydolmuştur. 1924 senesinde Maarif Vekâleti'nin bursuyla Paris'teki Sorbon Üniversitesi
Felsefe Bölümüne girmiştir.
Kısakürek, ilk olarak Felemenk
Bahr-i Sefit Bankası'nda çalışmaya başladı. Daha sonra Osmanlı Bankası'nın Ceyhan,
İstanbul ve Giresun şubelerinde çalışmayı sürdürdü. 1929 yılında Ankara'da İş
Bankası Umum Muhasebe Şefi oldu. Dokuz
sene boyunca burada çalışarak müfettişliğe kadar yükseldi. Taksim'deki meşhur
Taşkışla'da 18 ay askerlik yaptı.
Necip Fazıl zamanın Maarif Vekili
Hasan Âli Yücel tarafından Ankara Devlet Yüksek Konservatuarı'na hoca olarak
atandı. Daha sonraki yıllarda İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarî
kısmında hoca olarak görevlendirildi. Robert Kolej'de hocalık yaptı.
Üstad Necip Fazıl, 1941 yılında köklü
bir aile olan Bâbanzâdelerden Recai Bey'in kızı Fatma Neslihan Hanımefendi'yle
evlendi. Bu evliliğinden Mehmed(1943), Ömer(1944), Ayşe(1948), Osman(1950),
Zeynep(1953) adlarında beş çocuğu dünyaya geldi.
Hak bildiği yoldan asla dönmeyen bir dava adamıydı Necip
Fazıl
Hak bildiği yoldan asla dönmeyen Necip
Fazıl, Tek Parti döneminde İslâmcı kimliği nedeniyle defalarca haksız yere
mahkûm edilmiştir. O, kutlu inancı uğruna defalarca zindanlarda yatmıştır. 2 Mart 1960'ta Mustafa Kemal'e hakaret ettiği
iddiasıyla 18 ay tutuklu kalmıştır. 12 Aralık 1952 - 30 Eylül 1953 tarihleri
arasında ise yazdığı bir yazı sebebiyle 9 ay 12 gün hapishanede
yatmıştır. 24 Haziran 1957 - 25 Şubat 1958 tarihleri arasında Fuat
Köprülü'ye hakaret ettiği gerekçesiyle 8 ay 4 gün cezaevinde kalmıştır. 1960
darbesinden hemen sonra Ankara'dan İstanbul'a dönen Necip Fazıl, 6 Haziran
1960'ta tutuklanmış, 15 Ekim'e kadar, önce Davutpaşa'da, ardından da
Balmumcu'da tutulmuştur. Buradan çıktığı gün ise kesinleşen diğer cezası
sebebiyle yine cezaevine götürülmüştür. Onun daha bunun gibi nice mahkûmiyetleri
ve cezaevi tutuklulukları olmuştur. Bunları yazsak sayfalar yetmez.
Necip
Fazıl'ın, CHP'nin iktidar olduğu Tek Parti dönemi yöneticileriyle yıldızı
hiçbir zaman barışmamıştır. Çünkü onun gür sesini ne parayla ne de korkuyla
susturabilmişlerdir. Büyük Doğu dergisi sırf bu yüzden defalarca kapatılmış,
sonra tekrar açılmıştır.
Necip Fazıl,
1947 yılında "Sabır Taşı" piyesiyle CHP Sanat Mükâfatı'nı kazansa da
jürinin verdiği karar Parti Genel İdare Kurulu tarafından iptal edilmiştir. Bu
ve bunun gibi aleni haksızlıklar CHP'nin ve dolayısıyla Tek Parti döneminin Üstad'a
nefretini gösterir.
Üstad
Kısakürek, 1949 yılının Ramazan ayında,
davasının daha organize yürümesi ve büyümesi için, Büyük Doğu Cemiyeti'ni kurmuştur. 1950'de de Büyük
Doğu Cemiyeti Kayseri şubesi açılmıştır. Üstad'ın teşkilatlandığını gören sol
cenahlar onun hareket kabiliyetini ortadan kaldırmak için sudan sebeplerle onu
mahkum etmiş, kara zindanlarda tutmuşlardır. Bu haksız tutuklamalar Üstad'ın
davasına bağlılığını daha da artırmıştır.
Necip Fazıl bir
dönem Yeni İstiklâl, bir dönem de Çetin Emeç'in sahibi olduğu Son Posta
gazetelerinde başmakaleler ve fıkralar(köşe yazıları) yazmıştır.
Üstad'ın en önemli özelliklerinden
biri de Türkçeyi doğru kullanması ve iyi bir hatip olmasıdır. O, hatipliğini
kullanarak düşüncelerini geniş kitlelerle paylaşmak istiyordu. Bu gayeyle
1965'te Büyük Doğu Fikir Kulübü'nü kurdu.
Bu kulüp vasıtasıyla, engin birikimini ve hatipliğini de kullanarak yurdun dört
bir yanında konferanslar vermeye başladı. Konferans verdiği şehirler arasında
İzmir, Erzurum, Van, Bursa, İzmit, Konya, Adana, Kayseri, Ankara, Kırıkkale,
Eskişehir, Adıyaman, Burdur, Antalya, Gaziantep
ve Maraş başı çekmiştir.
Kelime harcıyla söz
abideleri inşa etmek yahut Necip Fazıl'ın şairliği
Türk
şiirinin köşe taşlarından biri olan Necip Fazıl'ın şiire başlayış hikâyesi
hayli enteresandır. Onun şair olmasında annesi Mediha Hanım'ın etkisi çok
büyüktür. Necip Fazıl bununla ilgili şöyle der: “Şairliğim on iki yaşında
başladı. Bahanesi tuhaftır: Annem
hastanedeydi.
Ziyaretine gitmiştim... Beyaz yatak örtüsünde,
siyah
kaplı, küçük ve eski bir defter... Bitişikte yatan veremli genç
kızın şiirleri varmış defterde... Haberi veren annem, bir an gözlerimin
içini tarayıp: ‘Senin, dedi; şair olmanı ne çok isterdim!’ Annemin dileği bana,
içimde besleyip de on iki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü.
Varlık hikmetimin ta kendisi... Gözlerim hastane odasının penceresinde,
savrulan kar ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim; ‘Şair olacağım!’
Ve oldum.”
Necip Fazıl Kısakürek şiire dair
görüşlerini Çile kitabının sonuna eklediği "Poetika"da tafsilatlı
olarak açıklar. Bu aynı zamanda İdeolocya Örgüsü'nün Şiir ve Sanat Bölümü'dür.
Şairler içerisinde onun kadar geniş poetika sahibi yoktur. Çile'nin sonuna
eklenen Poetika tam 26 sayfadır. O, “Poetika”sını on dört başlık altında kaleme
almıştır. Onun şiir ve şaire bakış açısını ortaya koyan bu başlıklar şöyle
sıralanabilir: 1. Şair, 2. Şiir, 3. Şiirde Usul, 4. Şiirde Gaye, 5. Şiirin
Unsurları, 6. Şiirde Kütük ve Nakış, 7. Şiirde Şekil ve Kalıp, 8. Şiirde İç
Şekil, 9. Şiir ve Cemiyet, 10. Şiir ve Hayat, 11. Şiir ve Din, 12. Şiir ve
Müspet İlimler, 13. Şiir ve Devlet, 14. Toplam. Bunlar ayrı ayrı başlıklar
hâlinde ayrıntılı biçimde tek tek açıklanmıştır.
Necip Fazıl, şiire ulvî anlamlar
yükler. Şairleri yüce bir konuma
yerleştirir. Ona göre şair, Allah’la insan arasında “gaibi kurcalayan
çilingir”dir. "Ben şairim, gâibi kurcalayan çilingir;/Canlı cenazelerin
başında Münker- Nekir…" beyti bunun dayanağıdır.
Necip Fazıl'a göre "Şiir mutlak
hakikati arama işidir.... Mutlak hakikat Allah'tır. Şiir Allah'ı sır ve
güzellik yolundan arama işidir. " "Anladım işi, sanat, Allah’ı
aramakmış; Marifet bu, gerisi yalnız çelik- çomakmış…" mısrası Üstad'ın
şiire bakışını özetlemektedir.
Necip
Fazıl Kısakürek, ilk şiirlerini ‘Yeni Mecmua’ adlı edebiyat dergisinde
yayımlamıştır. 1925'te ilk şiir kitabı olan Örümcek Ağı'nı çıkarmıştır. Ardından
çok ses getiren 128 sayfalık "Kaldırımlar" şiir kitabı okurla
buluşmuştur. Bu kitap aylarca konuşulmuştur. Üçüncü şiir kitabı olan "Ben
ve Ötesi" çıktığında o, şöhretinin zirvesindeydi.
Necip Fazıl, Cumhuriyet dönemi şiirimizin şahikalarında
dolaşmıştır.
Saf(öz) şiir anlayışının en büyük
temsilcilerinden biri olan Necip Fazıl modern dünya insanının metafizik
kaygılarını, arayış ve bunalımlarını yansıtan şiirler kaleme almıştır. Onun
şairliğini iki döneme ayırarak incelemek, onu doğu anlamak açısından daha
mantıklı olur. İlk döneminde henüz İslâmî duyarlılığa sahip değildir. Hayata
sosyalist bir pencereden bakmaktadır. Maddeciliğin etkisinde kaldığı bu dönemin
ruh hâli şiirlerine de yansımıştır. Örümcek
Ağı’ndaki “Gece Yarısı”, “Boş Odalar”, “Ayak Sesleri”, “Çan Sesi” şiirleri onun
korku, yalnızlık ve ölüm endişesiyle bezenmiş ruh hâlini ele veren şiirlerdir. Metafizik
endişenin ve korkunun izlerinin sürüldüğü "Kaldırımlar" şiiri bu
dönemin en değerli edebî mahsulüdür. Onun içindir ki şair ömrü boyunca
"Kaldırımlar Şairi" olarak anılmıştır.
Necip Fazıl şiirlerini milli ölçümüz
olan heceyle yazmıştır. Aruza ve serbest şiire uzak durmuştur. Çünkü o, şiiri
mânâyla ahengin uyumu olarak görmüştür. Onun kaleminden çıkan hece vezinli
şiirler, derinlik ve sanat değeri bakımından gidebileceği son noktaya
gitmiştir.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek ,
Abdülhâkim Arvasî'yle tanışmasından sonra dünya görüşü değiştiği için bundan
sonra kaleme aldığı şiirlerin de muhtevası tamamen değişmiştir.
Cumhuriyet dönemi şiirimizin
şahikalarında dolaşan Necip Fazıl'ın şiirlerinin en önemli özelliği kurgu
olmamasıdır. O, yaşadığını yazmıştır. Bu yönüyle Mehmet Akif Ersoy'a
benzemektedir. Söz konusu iki şairin bu kadar çok sevilmelerinin sebebi de bu
olsa gerek.
Necip
Fazıl, henüz Hakk ve hakikat yolunu bulmadan, onu o yola revan eyleyen
Abdülhâkim Arvasî'yle tanışmadan evvel sol kesimler tarafından yere göğe
sığdırılamayan bir şairdi. Varlık dergisinin kurucusu ve yazarı Yaşar Nabi
Nayır onun için "Bir mısraı bir millete şeref vermeye yeter" sözünü
söyleyerek onun birinci dönem şiirlerini ve hayatını övmüştür. Üstad bu söze karşılık
şöyle demiştir: "Bu söz benim iman tarafım belli değilken, o hengâmede,
bugünkü düşman cephesinin en kodaman kalemlerinden biri tarafından hakkımda
kondurulmuş teşhistir.Yarabbi; nezdinde kendimi, en aşağı müminlik
mertebesinin, ancak ayak tozlarını silmeye memur bir dereceye bile layık
görmeyerek, böyle bir iddiadan kemiklerim ürpererek kaydediyorum; Sadece senin dininden, hak olan yolundan, tek olan
kapından nefret ettikleri için nefret edilmek, bana ne muazzam payedir. Bu payeyi bana sen, hayatım ve bütün insanların hayatı
gibi meccanen, yoktan, tek liyakat ve istihkakım olmadan verdin ve benim
ağzımla değil, düşmanlarımın lisanıyla izhar ettin. Artık ben nasıl
susabilirim.” Fakat Üstad, İslâm'la tanışınca
"Necip Fazıl sanatına yazık etti" demişlerdir.
Hafakanlarla geçen
bir ömrün inşirahla ve hidayetle taçlanması...
1904-1934
yılları arası merhum Necip Fazıl'ın arayış yıllarıdır. Bu süreç buhran ve
hafakanlarla geçmiştir. Necip Fazıl, Abdülhâkim Arvasî'yle tanışınca dünyaya
bakışı değişir. Onun için hayatını "Tanıyıncaya Kadar" ve
"Tanıdıktan Sonra" diye iki ana bölüme ayırır. "Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum; /Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum" mısra-ı bercestesi bu kutlu tanışma
sonrasında söylenmiş bir pişmanlık itirafıdır. Yine onun şu mısraları hocasına
sevgisinin tezahürüdür: "Benim efendim!/Ben sana bendim! /Bir üfledin
de /Yıkıldı bendim/Ben ki, denizdim,/ Dağ başı bendim/Şimdi sen
oldun,/Âleme pendim/Benim efendim!/Benim efendim!/Feza levendim!/Ölmemek
neymiş; /Senden öğrendim/Kayboldum sende,/Sende tükendim!/Sordum
aynaya:/Hani ya kendim? /Benim efendim!/Benim efendim!/Emri
yüklendim! /Dağlandım kalpten /Ve mühürlendim/Askerin oldum/Başta
tülbendim;/Okum sadakta/Elde kemendim/Benim efendim!"
Necip Fazıl, hakikate uyanıştan
önceki ömrüne dair pişmanlıklarını her fırsatta dile getirir. Fakat bunun
sürekli yüzüne vurulmasından rahatsız olur. Bir ömrün acılarını dindiren ve
gürültülerini sükûna erdiren Abdülhâkim
Arvasî'yle tanışma hadisesi Necip Fazıl'ın otobiyografik eseri olan "O ve
Ben" de tafsilatlı bir şekilde anlatılır. Üstad'ı hakkıyla ve lâyıkıyla
tanıyıp anlayabilmek için bu eser öncelikle ve özellikle okunmalıdır. Necip
Fazıl bu önemli eserini 1965'te "Büyük Kapı" adıyla yayımlamıştır.
Üstad 264 sayfalık eserini okurlarına şu şekilde takdim etmiştir: "Bu
eser, dünyaya gelişimden bugüne kadar en hususî renkleri, çizgileri ve
sesleriyle hayatımın hikâyesi ve asıl O'nu tanıdıktan sonra mânâsını anlamaya
başladığım vücut hikmetinin bende tecelli eden yakıcı ifadesidir. Bu bakımdan,
kendilerini görünceye kadar malik olabildiğim bir buçuk esere nispetle bugün 60
cildi aşan ve hepsini birden o nura borçlu bildiğim eserler arasında,
şimdikini, baş köşeye oturtulması lâzım ve en mahrem iç ve dış iklimlere doğru
bir belirtiş olarak takdim ederim."
Necip Fazıl, şiirdeki metafizik duyarlılığı tiyatrolarına da
yansıtmıştır
Necip
Fazıl, şairliğinin yanında iyi bir tiyatro yazarıdır. O, bu konuda da özgün
eserler vermiştir. O,1935 yılında Muhsin Ertuğrul’un tavsiyesi ve ısrarıyla ilk
piyesi olan ‘Tohum’u kaleme almıştır. "Ferhat" rolünü Muhsin
Ertuğrul'un oynadığı bu oyun, sanat çevreleri tarafından çok büyük bir ilgi ve takdir
görmüştür. Fakat seyirci, oyuna aynı ilgiyi göstermemiştir. 1937'de kaleme
aldığı "Bir Adam Yaratmak" oyunu Üstad'ı tiyatro yazarlığının
zirvesine taşımıştır. Üç perdelik bu oyun, yine Muhsin Ertuğrul tarafından
sahnelenmiştir. Bu oyun sadece sanat çevreleri tarafından değil, seyirci
tarafından da çok beğenilmiştir. İlk yazdığı oyunların ilgi görmesi onu
şevklendirmiş, bu sefer de "Künye" adlı oyunu yazmıştır. Fakat bu
oyun, sahnelenmeye değer bile bulunmamıştır. O, "Nam-ı Diğer Parmaksız
Salih" oyununu 1949'da yazmıştır. Gazetede tefrika edilen "Sır"
adlı oyunun bir zaman sonra yayından kaldırılması Üstad'ın canını sıkmış, 15
yıl gibi uzun bir süre tiyatro metni yazmamıştır. Oyunlarının bir dönem ilgi
görmemesini şöyle yorumlamıştır: “Bu adamı (Muhsin Ertuğrul’u)
seyrettikten sonra, tiyatroya temayül ettim. Eserlerimi kendisi oynamıştır; baş
eserlerimi... Bir Adam Yaratmak gibi, Tohum gibi... Sonra anlaşamadık,
ayrıldık. Tiyatro benim dindar tarafıma tahammül edemedi. Bir nevi boykot
oldu.”
Necip
Fazıl, 15 yıl bekledikten sonra tiyatro yazarlığına geri dönmüştür. Üstad, 1960
İhtilâli'nde hapse girmiş, burada 'Ahşap Konak, Kumandan ve Reis Bey'
piyeslerini yazmıştır. Necip Fazıl'ın 15 tiyatro eseri kitaplaştırılmıştır.
Bunlar arasında(yukarıda bahsedilenlerin dışında) "Sabır Taşı, Yunus Emre,
Kanlı Sarık, Para, Mukaddes Emanet, İbrahim Ethem, Püf Noktası, Siyah Pelerinli
Adam, Abdülhamid Han" isimli oyunları sayabiliriz.
Ağaç'tan Büyük
Doğu'ya bir büyük mücadelenin destanlaşan serencamı
Üstad
Necip Fazıl, on parmağında on marifet olan mütefekkir şair ve yazarlarımızdan
biridir. O, gönüllere nakşedilen kelimelerin sultanıdır. Onun bariz yönlerinden
biri de gazeteciliği ve dergiciliğidir. Onun 14 Mart 1936'da Ankara'da haftalık
olarak çıkardığı ilk dergi Ağaç'tır. Fakat Necip Fazıl deyince akla Büyük Doğu
gelir. Çünkü onun adı Büyük Doğu'yla adeta özdeşleşmiştir. İlk sayısı 1 Eylül
1943'te çıkan Büyük Doğu dergisi fasılalı olsa da tam 35 yıl yayın hayatını
sürdürmüştür. Söz konusu dergi haftalık, aylık ve günlük olarak toplam 512
sayı çıkmıştır. Bu süre zarfında dergi, tabir caizse, bir mektebe dönüşmüş,
yüzlerce şair ve yazar bu mektepte hocalık yapmış, yeni kalemler
yetiştirmiştir.
"Kaldırımlar
Şairi" olarak tanınan Necip Fazıl'ın ikinci önemli vasfı Büyük Doğu dergisinin
sahibi ve yazarı oluşudur. Büyük Doğu onun için bir millet kürsüsü vazifesi
görmüştür. O, Tek Parti döneminin en despot
zamanlarında bu derginin sayfalarında her konuya korkusuzca değinmiş, sözünü
sakınmamıştır. Büyük Doğu’daki birçok yazısı nedeniyle adlî takibe uğramış,
hakkında birçok beraat, tevkif ve mahkûmiyet kararları verilmiştir. Fakat
hiçbir karar onun kararlılığını ve dik duruşunu engelleyememiştir.
Büyük Doğu
dergisi İslâmcı hareketin öncülüğünü üstlenen bir dergi olsa da bu çizgideki
kalemlerin yanı sıra, edebiyatla hemhâl olmuş şair ve yazarlara da kapısını
açmıştır. Bir nesil, mektep hükmündeki bu dergide yetişmiş, ülkenin yarınlarına
yön vermiştir.
Yazma
konusunda bitmez tükenmez bir enerjiye ve bilgiye sahip olan Necip Fazıl, Büyük
Doğu'da kendi imzası dışında Ne-Fe-Ka,
Büyük Doğu, Be-De, Ahmet Abdülbaki, Adıdeğmez, Ozan, Ha-A-Ka, Ozanbaşı,
Hi-Ab-Kö, Bankacı, Prof. Ş. Ü., Neslihan Kısakürek takma adlarını da
kullanmıştır. Birçok yazısı kitaplaşmadan evvel bu dergide yayımlanmıştır.
Merhum Necip Fazıl’ın, Ağaç ve Büyük Doğu dergileri haricinde, "Borazan" adıyla sadece üç
sayı çıkarabildiği bir mizah gazetesi daha vardır. Borazan, Büyük Doğu'nun
yayınının durdurulması üzerine çıkarılan bir ara yayın organıdır. Çok büyük
rağbet gören Borazan, Büyük Doğu’nun
tekrar yayımlanmaya başlamasıyla yayın
hayatından çekilmiştir.
Necip Fazıl'ın kültürel mirası bir nesli beslemiştir.
Necip Fazıl bir ilim, sanat,
edebiyat ve aksiyon adamıdır. O, ömrünü İslâm davasına adamış, bu davanın doğru
bir şekilde anlaşılması için gecesini gündüzüne katarak şiir, hikâye, roman, hatıra,
deneme, makale, fıkra ve tiyatro türlerinde onlarca eser kaleme almıştır. Kafamızda
şüphe oluşturacak her konuyu aydınlatmıştır. Onun bize bıraktığı bu kültürel
miras bir nesli doyurmaya yetmektedir. Düşünüyorum da, Necip Fazıl olmasaydı bu
ihtiyacı nasıl giderirdik? Onun külliyatını oluşturan eserleri türlerine göre
şöyle sıralayabiliriz:
Şiir
türü: Örümcek Ağı (1925), Kaldırımlar (1928), Ben ve Ötesi (1932), 101 Hadis
(1951), Sonsuzluk Kervanı ( 1955), Çile (1962), Şiirlerim (1969), Esselâm -Mukaddes
Hayattan Levhalar- (1973), Öfke ve Hiciv (1988). Tiyatro ve Senaryo Romanı:
Tohum (1935), Bir Adam Yaratmak (1938), Künye (1938), Sabır Taşı (1940), Para
(1942), Vatan Şairi Namık Kemal (1944), Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih (1949),
Reis Bey (1964), Ahşap Konak (1964), Siyah Pelerinli Adam (1964), Ulu Hakan
Abdülhamid Han (1969), Yunus Emre (1969), Mukaddes Emanet (1971), Senaryo
Romanları (1972), İbrahim Edhem (1978). Hikâye ve Roman: Meşum Yakut (1928),
Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil (1933), Ruh Burkuntularından Hikâyeler (1965),
Hikâyelerim (1970), Aynadaki Yalan (roman-1980), Kafa Kâğıdı (1984). Hatıra
türü: Cinnet Mustatili (1955), Büyük Kapı (1965), Yılanlı Kuyudan (1970),
Hac’dan Çizgiler, Renkler ve Sesler ve Nur Mahyaları (1973), O ve Ben (1974), Bâbıâli
(1975). Din-Tasavvuf: Halkadan Pırıltılar (1948), O ki O Yüzden Varız (1961),
İman ve Aksiyon (1964), Hazret-i Ali (1964), Peygamber Halkası (1968), Çöle
İnen Nur (1969), Son Devrin Din Mazlumları (1969), Nur Harmanı (1970), Doğru
Yolun Sapık Kolları (1978), İman ve İslâm Atlası (1981), Batı Tefekkürü ve
İslâm Tasavvufu (1982). Deneme, Fıkra, Siyasî-Tarihî İnceleme: Abdülhak Hamid
ve Dolayısiyle (1937), Namık Kemal-Şahsı-Eseri-Tesiri (1940), Çerçeve (1940),
Müdafaa (1946), Maskenizi Yırtıyorum (1953), At’a Senfoni (1958), Büyük Doğu’ya
Doğru (1959), Türkiye’de Komünizma ve Köy Enstitüleri (1962), Ulu Hakan
Abdülhamid Han (1965), Büyük Mazlumlar (1966), Türkiye’nin Manzarası (1968),
Tanrıkulu’ndan Dinlediklerim (I-II, 1968), Bin Bir Çerçeve (I-V, 1968-1969),
Vahîdüddin (1968), İdeolocya Örgüsü (1968), Benim Gözümle Menderes (1970),
Tarihimizde Moskof (1973), Rapor (I-XIII, 1976-1980), Yolumuz, Hâlimiz, Çaremiz
(1977), İhtilâl (1977), Yeniçeri (1977), Sahte Kahramanlar (1984).
O, söylemden eyleme
koşan kökü mâzide, gövdesi âtîde bir gençlik peşindeydi.
Necip
Fazıl şairliği, yazarlığı ve eylem adamlığıyla bir çağa mührünü vurmuş mümtaz
bir edibimizdir. Bu ülkenin yetiştirdiği en büyük münevverlerden biri olan
Necip Fazıl, gelecek nesillerin yürümesi için nurlu bir yol açmıştır. Bugün
Türkiye'yi yönetenler ve geleceğimize yön verenler onun düşüncelerinden
beslenmiş, onun rahle-i tedrisinden geçmiş insanlardır. Bu yönüyle bakarsak
Necip Fazıl yaşıyor, yaşamaya da devam edecektir.
Necip
Fazıl resmî devlet düşüncesine alternatif olabilecek İslâmcı bir nesil
yetiştirmenin gayreti içerisindeydi. Başta İdeolocya Örgüsü olmak üzere, hemen
her eserinde bu ideal gençliği düşünceleriyle beslemiş, onların hayata hayat
katmasını arzulamıştır.
Yirminci
yüzyılda dünyaya egemen olmaya başlayan seküler, pozitivist, kapitalist ve
sosyalist fikirlerden beslenen mevcut
düşünceyi inançlarımıza ters gören Necip Fazıl, yeni ve bizden izler taşıyan İslâmcı
bir düşünceyi tesis etmek için uğraşmıştır. Bu yeni düşüncenin hayata
geçirilmesinin gençlerle mümkün olacağını bilen Üstad; onlara ayrı bir önem
vermiş, her fırsatta böyle bir gençliği inşa etmek için çalışmıştır.
İktidardaki düşüncenin aksini savunmak ve ona alternatif bir düşünce getirmeye
çalışmak onun birçok kere başının sıkıntılara girmesine neden olmuştur. Fakat
bedeli ne olursa olsun, doğru bildiği yoldan ayrılmamış, ısrarla bu yolda
yürümüştür. Onun samimiyetini ve düşüncesinin sağlamlığını gören kitleler,
izini kendilerine iz etmişlerdir. Kartopu zamanla çığa dönüşmüştür.
Necip
Fazıl'ın hayalini kurduğu gençlik Büyük Doğu Gençliği'ydi. Bu gençlik dünyayı
doğru anlayan, pozitif bilimlerle
donanmış, İslâmî ve insanî değerleri hayatının merkezine koyan, kökü mâzide,
gövdesi âtîde olan bir gençlikti. Maddenin cenderesinde bunalan insanların
huzura ve inşiraha kavuşması ve iki cihan saadeti için böyle bir gençliğe
ihtiyaç vardı. O bu gençliği "Gençliğe Hitabe" adlı yazısında şöyle
tarif ediyordu: "Kim var?"
diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert 'ben varım!' cevabını verici, her ferdi 'benim olmadığım yerde kimse yoktur!' fikrini
besleyici bir dava ahlakına kaynak bir gençlik..."
Velut bir
kalem olan merhum Necip Fazıl Kısakürek, 1980'de Türk Edebiyatı dergisi tarafından
büyük bir törenle "Sultanü'ş-Şuara"(Şairler Sultanı) ilân edilmiştir.
1982'de de "Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu" adlı eseriyle
"Yılın Fikir ve Sanat Adamı" seçilmiştir.
Necip Fazıl;
ömrünün son yıllarını Erenköyü'nde, kesinleşmiş, infaz aşamasına gelmiş mahkûmiyetinin
gölgesinde geçirmiştir. 25 Mayıs 1983 tarihinde, 79 yaşında iken bir gece
yarısında ruhunu teslim etmiş, çok sevdiği ve davası uğruna bir ömür geçirdiği
Rabbine kavuşmuştur. Ertesi gün Eyüp sırtlarında
toprağa verilmiştir. Allah rahmet eylesin.