M.
NİHAT MALKOÇ
Zengin Türk edebiyatı, geçmişten
bugüne titiz ve gayretli edebiyat tarihî çalışmalarıyla getirilmiştir. Edebiyat
tarihi dediğimizde aklımıza birkaç usta araştırmacı yazar gelir. Bunlardan biri
Mehmet Fuat Köprülü, biri Ahmet Kabaklı, biri de Nihat Sami Banarlı’dır. “Resimli
Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eseriyle edebiyatımızın dününe ışık tutan Nihat
Sami Banarlı’yı
yeni nesiller pek tanımaz. Bu nedenle bu yazımızda onun hayatına bir göz
atacağız.
Banarlı’nın
çocukluğu, ilk gençlik yılları ve eğitim hayatı
1907 senesinde İstanbul'un Fatih semtinde dünyaya gelen usta yazar Nihat
Sami Banarlı, Trabzon
milletvekili şair Ömer Hilmi'nin torunu, yine şair valilerden İlyas Sami'nin
oğluydu. Dedesi Hilmi Efendi, İstanbul’da kurulan ilk Osmanlı Meclis-i
Mebusan’ında(Millet Meclisinde) Trabzon mebusu olarak görev yapmıştır. Kendisi,
mürettep bir divanı bulunan usta bir şairdi. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi’nin
sonunda verilen bilgilere göre: “Banarlı aslen Trabzon’un köklü bir ailesi olan
Alemdarzadeler’in torunlarındandır. Trabzon’da yerleşen ilk dedesi Trabzon
fethinde bulunan Fatih’in alemdarlarındandı. Büyük dedesi Trabzon eşrafından
devlet hizmetleri görmüş Arif Ağa’dır. Dedesi Hilmi Efendi mühim memurluklarda
bulunmuş bir devlet adamı, aynı zamanda devrin tanınmış şairlerindendi.”
Nihat Sami Banarlı’nın babası İlyas Sami Bey hem mülkiye amiri hem de
usta bir şairdi. Annesi Hafize Nadire Hanım ise yine Trabzon’un köklü
ailelerine mensup bir kadındı.
Nihat Sami Bey’in Soyadı Kanunu çıktığında aldığı ilk soyadı Somyarkın’dı.
Eserlerinde kullandığı bugünkü soyadını, babasının ve annesinin mezarlarının
bulunduğu Tekirdağ’a bağlı Banarlı kasabasından almıştı. “Somyarkın” olan
soyadını gördüğü lüzum üzerine “Banarlı” olarak değiştirmiştir. Banarlı, bugün
yaşamış olsaydı 108 yaşında olacaktı.
Usta bir edebiyat tarihçisi olan Banarlı; sırasıyla ilk tahsilini Fatih
Sultan Vakıf Mektebinde, orta tahsilini Gelenbevî ve Mercan İdadisinde, lise
tahsilini Vefa Sultanisinde yapmıştır. Son olarak da İstiklâl Lisesi’nden mezun
olmuştur. 1926 senesinde girdiği Edebiyat Fakültesinden ve Yüksek Öğretmen
Okulundan1929 senesinde mezun olmuştur.
İdealist
bir öğretmen olan Nihat Sami Banarlı’nın hocalığı
1929 yılında Darülfünun(İstanbul Üniversitesi)’ü bitiren Nihat Sami Banarlı,
mezuniyetini takiben Edirne Lisesine tayin edilmiştir. Bu okulla beraber Edirne
Kız ve Erkek Muallim Mekteplerinde Edebiyat Öğretmeni olarak görev
yapmıştır. Askerlik dönüşünde İstanbul’a
yerleşmiş, burada sırasıyla Kabataş ve Galatasaray Liselerinde çalışmıştır.
Bunlara ilâve olarak Boğaziçi, Şişli Terakki ve Işık Liselerinde de dersler
vermiştir. Ardından Eğitim Enstitüsü’nde ve Yüksek Öğretmen Okulu’nda
çalışmıştır. Bunların ardından da Yüksek İslâm Enstitüsü’nde İslâmî Türk
Edebiyatı Tarihi derslerine girmiştir. Kısa bir dönem de Yüksek Öğretmen Okulu’nda
müdürlük yapmıştır. 1969 senesinde emekliye ayrılmıştır.
Şiirler, oyunlar, hikâyeler, roman(lar), makaleler, fıkralar,
eleştiriler ve denemeler kaleme alsa da Nihat Sami Banarlı’nın kimliğini ifade
etmede vurgulanması gereken asıl unsur onun hocalığıdır. Edebiyat tarihçiliğinde
çığır açan Banarlı’nın çok yönlü bir insan olduğunu öncelikle teslim ediyoruz.
Fakat hocalığı onun edebiyat tarihçiliğinden de öndedir. O, kumaşı yüzde yüz
bizden olan tertemiz bir nesle gönüllü olarak idrak terziliği yapmıştır.
Banarlı Hoca, idealist bir öğretmendi. Derslerinde kuru ansiklopedik
malumatları öğretmek yerine, edebiyatı sevdirmiş, tabir caizse yaşatmıştır.
Öğrencilerinin bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmalarının önüne geçmiştir.
Onları donanımlı olarak yetiştirmiştir. Öğrencilerine öncelikle dil şuuru
kazandırmıştır. Millî ve manevî duyguları içselleştirmiştir.
Nihat Sami Banarlı, sadece dört duvar arasında hocalık yapmamıştır.
Tabir caizse bütün rûy-i zemin(yeryüzü) onun için bir mektepti. Başta Türk Dili
ve Edebiyatı ders kitapları olmak üzere; dil, kültür, medeniyet ve edebiyatla
ilgili kaleme aldığı kitaplarla geniş bir kitleye gönüllü öğretmenlik yapmış,
onları bilgilendirmiş, uyarmış ve uyandırmıştır.
Nihat Sami Banarlı’yı gençlik yıllarımızda liselerde okuduğumuz edebiyat
ders kitaplarıyla tanıdık ve sevdik. “Metinlerle Türk ve Batı Edebiyatı”,
“Metinlerle Türk Edebiyat Tarihi” kitaplarından söz ediyorum. Bir nesil o
kitaplarla yetişti. Ne güzel ders kitaplarıydı onlar… Türk ve Batı edebiyatı
şair ve yazarlarına ait metinler büyük bir titizlikle seçilmişti. Bizler bu
kitaplar sayesinde edebiyat zevki edindik. Bunları günümüzdeki ders
kitaplarıyla karşılaştırıyorum da arada çok büyük edebî zevk ve incelik
farkları görüyorum.
Doyumsuz
eserlerin müellifi Nihat Sami Banarlı’nın edebî kimliği
Çok yönlü bir yazar olan Banarlı’nın edebiyata ilgisi ve sevgisi pek
çok yazarda olduğu gibi şiirle başlamıştır. Gençlik yıllarında hece ve aruz
vezinleriyle şiirler yazmıştır. Fakat bunlar gençlik hevesiyle yazılan metinler
olduğu için bunları kitap hâline getirmemiştir. Zaman zaman yazmaya devam etse
de, şiirde ısrarcı olmamıştır. Belki bu yüzden onun şairliği ve şiirleri
hakkında fazla malumat edinemiyoruz. Onu şair diye nitelendir(e)miyoruz.
Banarlı’nın şiir kitabı olmadığı için ne kadar şiir yazdığını
bilmiyoruz. “Resimli Türk Edebiyatı Tarihi” adlı dev eserinin ikinci cildinin
sonunda dört tane şiirine yer verilmiştir. Bu şiirler “Baht”, “Ayşe’ye”, “Yol
Verin Dağlar” ve “Kitaplar” adını taşır. Bu şiirler hece ölçüsüyle, dörtlük
nazım birimiyle ve koşma nazım şekliyle(Kitaplar şiiri hariç, çünkü o yedili
hece ölçüsüyle yazılmıştır) kaleme
alınmıştır. Fakat bu şiirler çok da usta işi şiirler değildir. Öyle de olsa, bir bölümünü aşağıya alacağım.
Bu şiirlerden, eşi Ayşe Vedia’ya yazdığını tahmin ettiğim “Ayşe’ye” adını
taşıyanı yoğun aşk duyguları içermektedir:
“Nasıl gün batarken yanar da sular/Bir lâle taşır her saz
Ayşeciğim/Sazlarda o narin bükülüşün var,/Sularda o titrek naz
Ayşeciğim//Renginden çerağlar yakar sular var/Pınarda şimşekler çakar sular
var/Benim de içimde akar sular var/Seninle her mevsim yaz Ayşeciğim// Melil
melil bakma, tasan tasamdır/Kız seni solduran bilmem ne gamdır?/Gün günden
yorgunsun bak kaç akşamdır,/Göğsünün lâlesi az Ayşeciğim//Yorulsun gözlerim
seni gözlerken/Gezdiğin yollardan silinme erken/Sensizlik içimi yaksın
giderken/Bu ne hoş ne derin haz Ayşeciğim//Nasıl gün batarken yanar da
sular/Lâleler açar da pınarda sular/İçimde acınla kanar da sular/Bin lâle yakar
bin saz Ayşeciğim”
Nihat Sami Banarlı geniş bir alanda kalem oynatan usta bir kalemşordu.
Banarlı’nın az sayıdaki şiirinin
yanında oyunları, hikâyeleri, romanı, makaleleri, fıkraları, eleştirileri ve
denemeleri de mevcuttur. Fakat bizler onu daha çok usta bir edebiyat
tarihçisi olarak tanıyoruz. Zira edebî şöhretini bu alanda yakalamış ve zirveye
çıkmıştır.
Nihat Sami
Banarlı’nın oyunlarına
baktığımızda daha çok millî hissiyat muhtevalı piyesler yazdığını görürüz. Fakat
bunlar iddialı metinler değildir. Bunlar arasında şu eserleri sayabiliriz:
“Kızıl Çağlayan (manzum
milli piyes), Bir Yuvanın Şarkısı (manzum
milli piyes), Sular Kararırken,
Yabancı, Dumanlı Dağlar, Son Vazife, Bir Mabet Yıkıldı, Istırap
Yarışı”
Hemen her
türde eser veren, fakat daha çok edebiyat tarihçisi olarak tanınan Banarlı’nın
o dönemin Hürriyet gazetesinde tefrika edilen “Bir Güzelliğin Romanı” adıyla roman
türünde kaleme aldığı bir eseri de vardır. Resimli Türk Edebiyatı’nı
kütüphanelerimize kazandıran bu değerli araştırmacı-yazarımızın edebiyat tarihi
araştırmaları kapsamında hazırladığı
“Dâstân-ı Tevârih-i Mülûk-ı Âli Osman ve Cemşid-ü Hurşid
Mesnevisi(Ahmedî’nin Osmanlı tarihine dair manzum eserinin neşri) çalışması da
önemlidir.
Banarlı Hoca bir
ömür boyunca kitaplarla hemhâl olmuştur. Ruhunu kitaplarla beslemiştir. Şiire
bir heves olarak başlayan ve devamını getirmeyen Banarlı, kendi el yazısıyla
tablolaştırdığı “Kitaplar” adlı bir şiirinde şu duygu ve düşüncelere yer verir:
“Niçin okudum sizi?/Siz ki, göstermediniz/Bana saadetlerin/Çalkandığı
denizi…//Niçin kitaplar, niçin?/Hangi sahifenizi/Muskalaştırmalıydım,/Murada
ermek için/ Ve bir gün görmek için…”
Nihat Sami
Banarlı 1930 senesinde Ayşe Vedia Hanımla evlenmiş, bu evlilikten Ilgaz adını
verdikleri bir oğulları dünyaya gelmişti. Nihat Sami Bey’in oğlu Ilgaz Banarlı,
Viyana’da bir otel odasında Nietzsche’nin
bir kitabını okurken bunalıma girip intihar etmiştir.
Banarlı Hoca,
1953’te İstanbul Fetih Cemiyeti’ne girmiştir. Bu kuruluşa bağlı olan İstanbul
Enstitüsü’nde müdürlük yapmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı 1000 Temel Eser ve
Çağdaş Türk Yazarları komisyonlarına üye ve başkan seçilmiştir. 1971’de kurulan Kubbealtı
Akademisi’ne Edebiyat Kolu Başkanı ve Akademi Dergisi Müdürü olmuştur.
Banarlı’nın
vefakâr öğrencisi Nermin Suner Pekin, merhum Banarlı’nın 100. Doğum Yıldönümünde
“Nihat Sami Banarlı, Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri” adlı kıymetli bir anma
kitabı hazırlamıştır. Bu kitap İstanbul Fetih Cemiyeti tarafından
yayımlanmıştır.
Nihat Sami Banarlı mektebi ve zihinleri
süsleyen Banarlı külliyatı
‘Nihat Sami
Banarlı’nın ömrü okumakla, araştırmakla, öğrenci yetiştirmekle ve yazmakla
geçmiştir’ dersek abartmış olmayız. Onun elinden geçen öğrenci sayısı on binli
rakamlarla ifade edilebilir. Fakat o, bununla da yetinmemiş, yazdığı
birbirinden kıymetli kitaplarla, dergilerde yayımladığı yazılarla bir neslin
öğretmeni olmuştur. Kitapları ve dergi yazıları geniş kitlelere ulaşmıştır.
Edirne’de öğretmenken “Altıok” adlı dergide halk edebiyatıyla ilgili yazılarını
yayımlamıştır. Cemiyetle ilgili mevzulardaki makalelerini ise zamanın önemli
dergilerinden “Ötüken’de, Atsız’da ve Orhun’da okurla buluşturmuştur.
Banarlı,
Edirne’den İstanbul’a döndükten sonra dergilerde daha çok görünür olmuştur.
İstanbul’da Yedigün mecmuasında düzenli olarak yazmaya başlamıştır. Öte yandan Ankara’da
çıkmakta olan Ülkü mecmuasına şiir ve makaleler göndermiştir. 1948’den itibaren
Hürriyet gazetesinde “Edebî Sohbetler” adlı köşede makaleler yazmıştır. Bunun
yanında Akşam ve Yeni Sabah gazetelerinde Emin Bayrakdaroğlu müstear adıyla
yazılar kaleme almıştır. Fikir haysiyetine çok önem veren titiz bir kalem
olarak bildiğimiz Banarlı, yazmayı kendine toplumsal bir vazife addetmiştir.
Yazmakta sınır tanımamış Hayat ve Tarih, Meydan gibi mecmualarda dile, kültüre,
medeniyete ve eğitime dair kıymetli yazılar kaleme almıştır. Banarlı, kendi
adıyla özdeşleşen Kubbealtı Akademi Mecmuasında uzun süre yazmıştır.
Banarlı,
Yahya Kemal’in 1958 yılında vefat etmesinden sonra Yahya Kemal Enstitüsü’nün
kuruluşuna öncülük etti. Bu kurumun ilk yayını olarak “Yahya Kemal Yaşarken”
adlı kitabı yayımladı. Daha sonra yine Banarlı’nın gayretleriyle “Yahya
Kemal’in Hatıraları” adlı kitap okurla buluştu. Hocasına karşı vefada sınır
tanımayan Nihat Sami Banarlı, dördü şiir olmak üzere Yahya Kemal’in on kitabını
yayımladı. Bununla da yetinmeyerek Yahya Kemal için iki de “Yahya Kemal
Enstitüsü Mecmuası” çıkarmıştır. Yahya Kemal hakkında yazdığı yazıları “Bir
Dağdan Bir Dağa” adı altında toplamıştır.
Resimli Türk Edebiyatı Tarihi'nden
Türkçenin Sırları'na...
Nihat Sami
Banarlı, başta Resimli Türk Edebiyatı Tarihi olmak üzere birçok kitap kaleme
almıştır. Onun en gözde eserlerinden biri de Türkçenin Sırları’dır. “Cemşid ve
Hurşid Mesnevisi (Ahmedî), Büyük Nazireler, Mevlid ve Mevlid’de Millî Çizgiler,
Edebî Bilgiler, Metinlerle Edebî Bilgiler, Namık Kemal ve Türk Osmanlı
Milliyetçiliği, Fatih’in Zafer Sırları, Kültür Köprüsü, Kitaplar ve Portreler” onun
eserlerinden bazılarıdır. Kubbealtı Vakfı, Banarlı’nın ölümünden sonra onun yazılarını
“Şiir ve Edebiyat Sohbetleri(2 cilt)”, “Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri”,
“İstanbul’a Dair” gibi değişik isimlerle
kitaplaştırmıştır.
Nihat Sami
Banarlı’nın adını bugünlere taşıyan eserlerinin başında hiç şüphesiz ki “Resimli
Türk Edebiyatı Tarihi” gelmektedir. İki ciltlik ve toplamda 1366 sayfalık bu
kıymetli eser Türk Edebiyatını Destan Döneminden alarak 1950’li yıllara kadar
getirmektedir.
Nihat Sami
Hoca, Türkçe aşkıyla yanıp tutuşan, bu dilin meselelerini kendi meselelerinden
öncelikli tutan, tabir caizse Türkçenin Kerem’iydi. Onun kaleme aldığı bir
başyapıt olan “Türkçenin Sırları”, onun Türkçeye duyduğu aşırı hassasiyeti
gösterir. Bu eser her evin kitaplığında bulunmalıdır. Söz konusu kitap lise
öğrencilerine mutlaka okutulmalıdır.
Banarlı, şair
Yahya Kemal’i bütün yönleriyle gün yüzüne çıkaran insandır. Yahya Kemal
öldüğünde merhum şairin yaşadığı oteli kapatarak ondan arda kalan her türlü
belgeyi koruma altına almıştır. Yahya Kemal yaşarken eser yayımlamamıştı.
Ölümünden sonra onun kıymetli eserleri Banarlı sayesinde basılarak Türk
okuyucusuyla buluşmuştur. Eğer Banarlı bu eserlere ve belgelere sahip
çıkmasaydı kim bilir hangi fırsatçının elinde yok olup gideceklerdi.
Türkiye’de on
tane daha Nihat Sami olsaydı kültür, sanat ve edebiyat hayatımız bugünkünden
çok daha farklı olurdu. O, Türkoloji’nin ve edebiyat tarihçiliğinin sırlarını
Fuat Köprülü’den öğrenmiştir. Ekrem Hakkı Ayverdi ve Samiha Ayverdi ona
derinlik kazandırmışlardır. Banarlı hiçbir zaman belli bir zümrenin adamı
olmamıştır. Zaman zaman şovenlikle suçlansa da o, milletinin adamı olmuştur.
Daima bütünü görüp kucaklamış, Türk kültür kaynaklarını tespit etmiş, Türk
kültürünü geniş kitlelere sevdirmiştir. Edebiyat tarihçiliği alanında yazdığı
Resimli Türk Edebiyatı adlı eser, türündeki en muhteşem örnektir. Bunun yanında
‘Türkçenin Sırları’ adlı eseriyle dilimizin inceliklerini ortaya koymuştur.
Türkçenin bağrı yanık Kerem’i,
kelimelerin alpereni Banarlı
Nihat Sami
Banarlı’nın Türkçe hassasiyeti üst düzeydeydi. O, özellikle ideolojik
sebeplerle kelimelerin milliyetlerine inip onların hor ve hakir görülmesine
şiddetle karşıydı. Bu işi hoyratça yapanları gaflet içinde olmakla ve cehaletle
suçluyordu. Ona göre kelimelerin de tarihi vardır. Bu necip millet dilden
atılmaya kalkılan o kelimelerle duymuş, onlarla düşünmüş, birbirlerini ve
evlatlarını o kelimelerle sevmiş, bu kelimeleri işleyip güzelleştirmiş,
musikisiyle de seslendirmiştir. Artık o kelimeler anamızın sütü kadar helaldir
bize.
Türkçe
üzerine kafa yoran Nihat Sami Banarlı, dilde tasfiyeciliğe hiçbir zaman sıcak
bakmamıştır. Ona göre sığ bir anlayışla ve politik gerekçelerle dilden kelime
atmak kültürel barbarlıktır. Attığınız kelimenin yerine yenilerini koysanız da,
atılan o kelimenin boşluğunu dolduramazsınız. Zira o kelimeyle yazılan şiirler,
romanlar ve hikâyeler vardır. Söz konusu kelime, bu metinlerde boynu bükük
olarak bilinçaltında yaşamaya devam eder. Rüyalarınıza girer; kâbusunuz olur.
Zira Türkçe cinasların ve mecazların yoğun olduğu zengin bir dildir. Kelimeler
bir araya gelerek adeta bir aile oluşturmuşlardır. O birliktelikten büyülü mânâ
kümeleri oluşturulmuştur. O mânâ kümelerini oluşturan kelimelerden birini
koparıp atmak, aileyi dağıtmak kadar tehlikelidir. Örnek verecek olursak; “adam, zat, şahıs” kelimeleri yerine “kişi”
kelimesini getirip bu kavramları sadece bununla karşılamak dili fakirleştirir.
Banarlı’ya göre, iğreti durmamak ve
kontrollü olmak şartıyla, bir dilin başka dillerden kelime alması sanıldığı
kadar korkulacak bir şey değildir. Tarih boyunca şanlı bayraklarını üç kıtada
dalgalandıran Türkler hâkim oldukları milletlerden vergi, baç ve mahsul aldıkları
gibi kelime de almışlardır. Medeniyetler arası ilişkileri düşündüğümüzde bu
kaçınılmazdır. Fakat Türkler bu ecnebi kelimeleri kendi kültür ve medeniyet
potalarında eritmeyi bilmişlerdir.
Nihat Sami Banarlı Öztürkçeyle ve Öztürkçecilerle mücadele etmiştir.
Bir zamanlar Öztürkçecilerin dilimize
ısrarla sokmak istediği kelimelerin çoğunun Çince, Moğolca, Soğdca ve Yunanca
olduğu görülür. Peki, Banarlı onlara niçin karşı çıkmıştır? Banarlı’ya göre
Öztürkçecilerin yaptığı en büyük yanlış bunu doğal akışı içinde değil,
zorlamayla yapmış olmalarıdır. Onların yaptığı kelime alışverişi değil, dilde
var olan kelimeleri kapı dışarı edip onların yerine yeni kelimeler empoze
etmektir. Bu da dilin doğal akışını bozmuştur. Kelimelere kendi anlamları
dışında siyasî misyonlar yüklenmiş, Türkçe siyasete alet edilmiştir. Bu da toplumda
ayrışmalara ve kamplaşmalara neden olmuştur.
Banarlı’ya göre dilde kelime alışverişi
ve tabiî etkileşim kaçınılmazdır. Zira dünyada öz dil yoktur. Bazı cahil
kesimlerin öz dil olduğunu iddia ettikleri Latincenin bile yarısı Yunan
dilinden alınan kelimelerle doludur. Latinceye binlerce kelime veren Yunanca da
Makedonya, Anadolu, Suriye ve Mezopotamya dillerinden çok sayıda kelime
almıştır. İslâm’la tanışmamızdan sonra Türkçeye binlerce kelime veren Arapçaya
gelince, bu dilin de başta İbranice olmak üzere; Yunanca, Latince, Sanskritçe
ve Farsçadan kelime aldığı görülür.
Banarlı’nın dilde muarız olduğu
konulardan biri de ne idüğü belirsiz uydurma kelimelerdir. Ona göre Türkçede
karşılığı olmayan bir kavram için yeni bir kelime oluşturma ihtiyacı
duyuluyorsa bu, bir kişinin dayatmasıyla değil, ortak aklın, yani halkın
kararıyla olmalıdır. Bunun da yolları üç aşağı beş yukarı bellidir. Kelime
ihtiyacı karşılanırken ya mevcut köklere uygun ekler getirilir, ya da kelimeler
bir araya getirilerek birleşik kelimeler yapılır. Fakat hilkat garibesi ekler
ve kökler uydurulmaz. “Ben yaptım oldu” denilemez. Nasıl ki vaktinde doğmayan
cenin düşük olursa, kaidesiz oluşturulan kelime de öyle düşük olur.
Banarlı, Osmanlı dilini ve medeniyetini içselleştirmiş bir
münevverdi.
Banarlı, Osmanlı dilini ve
medeniyetini içselleştirmiş bir münevverdi. Bugünlerde Osmanlıca diye tabir
edilen Osmanlı Türkçesinin aslında Türkçeden ayrı bir dil olmadığı görüşündedir.
Bu dili Türkçe dışında bir dil olarak göstermek için bu ifade yaygınlaştırılmış.
Nihat Sami Bey, başta Arapça ve Farsça olmak üzere; Yunanca, Latince,
İtalyanca, Sırpça, hatta Ermenice
kelimelerle zenginleştirilen bu dilin her Türk aydını tarafından özgün
alfabesiyle öğrenilmesinin ve yaşatılmasının millî bir vazife olduğunu
söylemektedir.
Banarlı’ya göre dili gramerci bir
bakış açısıyla inceleyip gramer kurallarına uymayan kelimeleri dışlamak ve
dilden atmaya kalkmak bir çeşit soykırımdır. Biz yabancı dillerden aldığımız
kelimeleri dilimizin ses yapısına uydurarak onlara yeni bir şekil vermişiz.
Yani aldığımız dildeki hâliyle kullanmamışız. Bu kelimeler artık bizim bir
parçamız olmuştur. “insan, meydan, beyaz, dünya, İstanbul, Üsküdar” kelimelerini
“Büyük Ünlü Uyumuna uymuyor” diye Türkçe saymamak ve onlara mesafeli durmak
bağnaz bir dil milliyetçisinin yapacağı işlerdir. Bizler Acem’in “came-şuy”unu alıp “çamaşır”,
“kûşe”sini alıp “köşe” “gul”unu alıp “gül”, “bad-ı heva”sını alıp “bedava”,
“badincan”ını alıp “patlıcan”, “nerdüban”ını alıp “merdiven”, “çar-çube”sini
alıp “çerçeve” yapmışız. Arapçadaki, “sahih”i
“sahi”, “sahlab”ı “sâlep”, “minara”yı “minare” diye dilimize katmışız.
“mekatib” yerine “mektepler” demişiz. Bizanslılardan aldığımız Aya-Nikola’ya
“İnegöl” demişiz. Fena mı?
Nihat Sami Bey, akil bir insan olarak
dilde, dinde, kültürde ve medeniyette bugün geldiğimiz menfi noktayla ilgili
olarak şu isabetli teşhiste bulunuyor. “Düşmanlarımızın bizden çalıp koparmak
istedikleri üç tılsım vardır: Birincisi; milleti birbirine bağlayan tek ve
güzel bir dil. İkincisi; Türk milletini tam bin yıl dünyanın en ahlâklı, en
medenî ve en büyük kuvveti hâline getiren Türk Müslümanlığı. Üçüncüsü ise Türk
çocukları için daima büyük şeref ve güven kaynağı olan millî tarih ve ecdat
sevgisi. Dikkat edersek açıkça görülüyor ki elimizden gidenler hep bunlardır. Bugün
artık birbirimizin dilini bilmiyor, değerini anlamıyor, inanışını küçümsüyor ve
birçoklarımız kendi tarihimize küfürler savurarak yetişiyoruz.”
Derdimizi teşhis eden Banarlı, tedavi yolunu da göstermiştir.
Milletini seven münevver insanlar
teşhiste bulunup geri çekilmezler; çözüm yollarına da kafa yorarlar. Derdimizi
teşhis eden Banarlı, tedavi yolunu da bakın nasıl gösteriyor: “Türkçeyi sevmek
ve anlatmak için önce Türk milletini sevmek, milletimizin bir tarih boyunca
emek verip yarattığı her millî eseri sevmek ve anlamak lâzımdır. Bunun için
milletimizin tarihte ve coğrafyada kurduğu medeniyetlerin karakterini bilmek ve
Türk dilinin Türk medenî karakterine aykırı olduğunu ve olabileceğini sanacak
kadar büyük ilim hatalarına düşmemek icap eder. Ancak böyle bir görüş
zaviyesinden bakabilmek şartıyladır ki mukayeseli diller metoduyla çalışılarak
Türkçenin önce Asya dilleri, sonra dünya dilleri arasındaki yeri, değeri ve
millî karakteri güneşte ışıldamış gibi parlak ve doğru görünür.”
“Şu fâni dünya saadetleri içinde hiçbir
şey aziz Türk çocuklarına Türk dilini öğretmek kadar güzel hizmet değildir.”
diyen Banarlı’ya göre Türkçe bir imparatorluk dilidir. Bu dil hepimizin ortak
zenginliğidir. Bu dili öğretmek sadece okulların ve öğretmenlerin görevi
değildir. Dil evvelâ ailede öğrenilir. Bu hususta anne babalara büyük görevler
düşmektedir.
Nihat Sami
Banarlı’nın kültür ve edebiyatımıza yaptığı hizmetler saymakla bitmez. Onun,
ölümünden sonra kültür hayatımızda bıraktığı boşluk hâlâ doldurulamamıştır. Onun
bize bıraktığı kıymetli eserleri gençlerimizle buluşturarak yozlaşmanın önüne
geçmeliyiz.
Ömrünü bu
millete millî şuur kazandırmaya yönelik hizmetlerle geçiren Banarlı, 14 Ağustos
1974’te aramızdan ayrılmıştır. Kabri Aşiyan Mezarlığı’ndadır. Ruhu şad olsun.