Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 24.09.2023
Okunma Sayısı : 381
Yorum Sayısı : 3
Yangını  Padişah, Odunu Odon Söndürür.

Özellikle İstanbul, İzmir ve Bursa gibi büyük şehirlerde çıkan yangınlar çok büyük yıkımlara sebep oluyordu ve bu durumun pek çok sebepleri vardı. Sebeplerin başında gerek evlerin gerekse dükkanların ahşaptan inşa edilmesi geliyordu. Bunun yanında bahsi geçen şehirler bugün olduğu gibi eski dönemlerde de fazlaca göç alan şehirler olduğu için artık tek katlı, bahçe içinde evlerin yerini birbirine yapışık, ahşap ve çok katlı binalar alıyordu. Bu arada gayrimüslim tebaanın, bulundukları mahalleleri genişletmelerine müsaade edilmediği için onlar enine genişleyemediklerinden boyuna genişliyorlardı. Yani yüksek, birbirine sokulmuş ahşap binalar ve oldukça dar sokaklar...
Hatırlarım, eski bir Rum semti olan Balat'ta benim çocukluğum ve ergenlik yıllarımda bile hâlâ vardı o aralarında beş metre bile mesafe olmayan ahşap evler ki ben de o evlerden birinde yaşıyordum ve karşı komşumuz evinde ne konuşuyorsa biz duyuyorduk, biz ne konuşursak da onlar duyuyordu ( O evler o semtte hâlâ var. Ama Rumların yerini bu gün Roman vatandaşlar almış vaziyette.)
Hal böyle olunca bir yangın çıktığında bir anda binlerce bina yanıp kül olabiliyordu.
Bir diğer sebep tabii ki itfaiye teşkilatının ve bu teşkilatın elinde bulunan yangın söndürme imkanlarının yetersizliği idi.
Bunun yanısıra '' Baldırı Çıplak '' kelimesinin zamanla '' Kahraman''dan '' Haydut'a dönüşmesine sebep olan durumlar da yangın sebebi olabiliyordu. Yani bazı tulumbacılar bazı zenginlerin evlerini, konaklarını bizzat kendileri kundaklıyorlardı daha sonra söndürüp sahiplerinden bolca ihsan elde etmek için. Ama bazen evdeki hesap çarşıya uymuyor, yangın büyüyüp yüzlerce bina ya da dükkanı yakabiliyordu.
Peki vatandaş yangınlara karşı bir tedbir almıyor muydu?
Efendim, vatandaşın yangınlara karşı aldığı en önemli tedbir evini mümkün olduğunca Cami ya da kiliseye yahut aziz veya evliya türbelerine yakın yaptırmaktı. Haa bir de varsa su sarnıçlarına yakın yaptırmak.
Ne alaka mı?
Her camide mutlaka bir şadırvan ve su deposu olur. Tulumbacı için en elverişli su kaynağı da işte orasıdır. Kiliselerin bazılarında ise aynı zamanda şifalı olduğuna inanılan ( Müslümanlar da inanır) ve ''Ayazma'' adı verilen su kaynakları bulunurdu ki az önce bahsettiğim Balat'taki Meryem Ana Kilisesinde vardır böyle bir ayazma.
Bu arada tabii ki azizlerin ya da evliyaların da yangınları söndürmede etkili olduğuna inanıldığı için aziz ve evliya türbeleri etrafında bina yaptırmak da bir nevi yangın önlemiydi. Bir de akıllı ve parası olan vatandaşlar evlerinin bahçelerinde ya da bodrumunda bir su kuyusu mutlaka bulundururdu.
Başka?
Padişah eğer yangın yerine gelirse o yangının daha çabuk söneceğine inanılırdı ki gerçekten de padişahların yangın yerine gelmesi halinde daha çabuk söndürüldü zira tulumbacılar edepsizlik edip padişahın huzurunda birbirleriyle kavga edemezlerdi. Ayrıca padişahın teveccühünü kazanmak için daha bir gayret ederlerdi yangını söndürmek için. O sebeple halk arasında '' Yangını Padişah söndürür.'' Diye yaygın bir inanç vardı.
***
1720 Yılından 1826 Yılına kadar yüz altı sene boyunca yangınları ama öyle ama böyle baldırı çıplak tulumbacılar söndürdü ki daha önce de belirttiğim gibi bunlar aslında yeniçeri askerleriydi. Ancak bu ocak özellikle 19. Yüzyıl başlarında oldukça bozulmuştu. Özellikle İstanbul'un asayişini korumakla görevli olan yeniçeriler tam tersine İstanbul'un asayişini bozan unsurların başında geliyorlardı. Öyle ki yukarıda da belirttiğim gibi zengin insanlardan söndürme parası alabilmek için ev, konak, köşk yaktıkları bile oluyordu.

İşte bu duruma 1826 Yılında Sultan II. Mahmut, Yeniçeri Ocağını tamamen ortadan kaldırarak son verdi.
Evet, son vermesine verdi ama bu sefer de İstanbul, İtfaiye teşkilatı olmayan bir şehir haline dönüştü. Yangınlar daha önceki devirlerde olduğu gibi semt halkı tarafından söndürülmeye çalışılıyordu ama bu konuda hiç bir eğitimi olmayan insanların etkili olması da beklenemezdi elbette.
1828'de '' Tulumbacılar Nizamnamesi'' Yayınlandı ve II. Mahmut'un kurduğu Asâkir-i Mansure-i Muhammediye ( Muhammed'in Seçilmiş Askerleri) adlı ordu içinden bir tabur seçilerek yaşlı ve tecrübeli subaylar nezaretinde yarı askerî yarı sivil yeni bir tulumbacılar ocağı kuruldu ki işte bu sebeple Türkiye'de ilk modern itfaiye teşkilatını II. Mahmut'un kurdurduğu söylenir, ders kitaplarında böyle yazar ama bence eski sistem az cilalanmıştır o kadar. Yani öyle çok da büyük bir değişiklik yoktur.
1846'da Zaptiye Müşirliği, 1855'de Şehremaneti ( Belediye ) teşkilatları kurulduktan sonra yangın söndürme işleri artık sivil görevliler tarafından yapılan bir görev oldu ise de askeri özelliğini kaybetmedi. Ancak bu görevliler daha çok ayak takımı arasından seçildiği için yangın söndürme işinde çok da başarılı olduğu söylenemez. Nitekim 1871'de Türkiye'de ilk belediyenin kurulduğu Beyoğlu ve Galata'da çıkan yangında ve 3000 civarında ev ve dükkanın yanmasıyla sonuçlanan yangına karşı o dönemlerde ''Daireli'' adı verilen, gündüzleri başka işlerle uğraşıp geceleri tulumbacı koğuşunda yatan itfaiyeciler hiç bir başarı sağlayamamışlardı tüm gayretlerine rağmen.
1874 Yılında Sultan Abdülaziz, İtfaiye teşkilatına bir çeki düzen vermek için Macaristan'dan bu konuda uzaman olan Kont Odon Szencheny'i İstanbul'a getirtti.
Kont Odon Szencheny İstanbul'a gelir gelmez iki taburlu bir itfaiye teşkilatı oluşturup itfaiyecileri askeri bir disiplin altına aldı ve gerçekten de yangın söndürme faaliyetlerinde önemli başarılar elde edildi onun yönetiminde.
II. Abdülhamit, Kont Odon Szencheny'e paşalık unvanı verdi ve bu kont 1922 yılına kadar İtfaiye teşkilatının başında kaldı.
İtfaiye teşkilatının tamamen sivil ve belediyelere bağlı bir teşkilat olması ise 1923'de gerçekleşmiştir.
Devam edeceğiz.
( Yangını Padişah, Odunu Odon Söndürür. başlıklı yazı Sami Biber tarafından 24.09.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu