‘’Ve ölüler! Çocukluğumda beni onca sevmiş olan ölüler!
Adlarını andıkça ruhum buz kesiliyor; insan yüreklerinden sürüldüğümü, kendi
gecemde yalnız kaldığımı, kapalı kapılarının dilsizliğinin karşısında, dilenci
gibi ağladığımı hissediyorum.’’(Alıntı)
Bir ayracı olmalı hislerin ve de ayrıcalığı olmalı insanın.
Göğün teranesinde yuva yapmış kuşlardan da olmalı farkı en azından ruhunu özgür
kılmalı ve sevdasını da yaşanır.
Dünde kalan özeti hayatın öz veri ile sevip sevildiğim kadar
bir yanılsama olduğunun da farkındayım yüzüme sessizce atılan tokatların.
Sevgili mazim dünü deştiğim kendimle dalaştığım ve yarımı
sana emanet ettiğim çocukluğum ve çocuk kalbim.
Bir çıkış noktası ararken kendime rast geldiğim akabinde
hızlıca kendimden uzaklaştığım iki gözümün nuru sevdamda yalıtılmış olmanın
verdiği kırgınlıkla izbelerde saklandığım ve ansızın peyda olduğum.
Umurunda olmadığım kadar yaşayan insanların biliyorum ki
malum olmakta arkamda kalanlara yaşadıklarım ve duyumsadıklarım.
Çatık kaşlı kelamlar yokuşunda ağzımdan çıkan ve hedefini
bulmayan verdiğim nice selam oysaki ırksız oysaki tarafsız oysaki yalnızlığım
savsaklandığı kadar kendi halinde bir insanım bazen namelerin söndüğü bazen
bulutların kaçıştığı bazen belleğimdeki izdihamı düş gücümle sonlandırdığım.
Yerin göğün hâkimine sevdalandığımdan hareketle dipsiz bir
kuyu iken insan sevgim nemalandığım sadece itirazları oldu insanların.
Ölmeyi dilediğim zamanlardan geliyorum; ölümüne sevdiğim
insanlar kavşağında biliyorum artık sevmelerin bir aldatı olduğunu.
Devasa bir taslak saklı içimde.
Devasa bir rüzgâr esen ve boyumu geçen dalgalar.
Kâinatın her evresi…
Kaybolmaların her nüktesi…
Kayıpların mizacında ansızın var olma ihtimali…
Bunca dirayete bunca çabaya rağmen başarısız olduğum
insanlarla olan münasebetim.
Elimde değil: ihtiyaç duyuyorum mademki bir elin nesi var iki
elin sesi gel gör ki: sessizliğin gürültüsünde çapalıyorum ruhumu ve kendi
mezarımı kazdığım kadar emanet olduğum Güce duyduğum hayranlık ve sadakat
babında bir nebze de olsun insanlardan bekliyorum yalıtmadıklarını umduğum
sevgiyi.
Horasan tepelerine bayrak diktiğim.
Keykubat’a serzeniş.
İstanbul’un Fatihi
ve koca imparatorluğun sahipleri akabinde Türkiye Cumhuriyetini kuran Mustafa
Kemal Atatürk’ün önderliğinde asla yıkılmayacak bahtında ve tahtında
memleketin, vatan aşkıma binaen milletime ve devletime duyduğum sevgi…
İçimde çöreklenen
bir bilinmezlik mevcut ve karakaşına kara gözüne sevdalanmadığım kadar
insanların kara bahtıma okuduğum rahmetle ve umutla ayakta kalmayı
sürdürüyorum.
Varlığımın ukdesi.
Sözcüklerin
diktesi.
Sevginin sarmalı.
Yiten ömrün de
nüktesi.
Sapla samanı
ayıramayanlara dahi serzenişte bulunmazken sevebildiğim ölçüde saygı duyuyorum
masum yüreğime ve aldatılmış sözcüklerden firar edip doğurgan ve etken
cümlelerde boy veriyor umudum ve bitimsiz sevgim.
Gaipten gelen
coşkuma eşlik eden.
Özlemi dinmeyen bir
aralık bir farkındalık.
Acıların ihya
ettiği ruhum.
Her açmaza
düştüğümde önce Allah’a sonra kendime sarıldığım.
Bir bilinmez
olduğuma da vakıfım hani ama ne olursa olsun sevgiden ödün vermediğim kadar
yılmak bilmeyen bir komutan edasıyla hayatın ve cihanın pek çok cephesinde
mücadele vermekteyim.
Rengim beyaz
rakımım ise hidayet.
Varamadığım
coğrafyalar var.
Aşamadığım kıtalar.
Ve üstüme örtülü o
atlas yorgan.
Yorgun ve mustarip
ve muktedir ve nevi şahsına münhasır.
Edimler ve hayaller
gerçek olduğum kadar gerçek kıldığım düşlerim ve gözüm açık gördüğüm rüyalardan
da öte gerçekçiyim de.
Gerekçem sonsuz
garantisi de yok iken hayatın ve işte canımı emanet ettiğim Huda ve tüm
sevdiklerimi kutsasın diye ettiğim her dua.
Sözcüklerin duayeni
iken Aşk.
Meddücezrinde
özlemin aşkın tokalaştığı hüzün ve hüsran.
Bir sözcüğün bir
duygunun ansızın çağladığı ve çoğalttığı insan ruhu.
Göğün pekmezi.
Yerin çukuru.
Güneşin balçıkla
sıvanmadığı kadar akan yaşlarımla temizlendiğim ve pürü pak vicdanımla sevecen
bir yüreği altın tepside sunduğum.
Ben her şeyim.
Ben hiç kimseyim.
Kimliğimi
sonlandırıp anonim bir vasıfta anonim bir aşkta kucak açtığım kâinatın asası ve
asi/l rüzgârıyım kanatlarıma yağan benek benek duygu misali kardan saçlarım
karadan havaya uzanan gücüm bir o kadar güçsüzlüğüm güç bela sevdiğim değil
gücüme gitsin gitmesin eşlik eden coşkum ve bitimsiz sevgim.
Gözlerime mil
çektiğim.
Bir mim sanatçısı
gibi duygularımı resmettiğim.
Kalemin direktifi
aşkın izafiyet teorisi ve sözcüklerin kerameti.
Dünde kalan mazim
ve hikâyem ve yazmaya meylettiğim şiirlerle örülü iken saçlarım ve simam ve
semada saklı iken mabedim mahremimle iştigal kötüye ve zalime resti çektiğim.
Ve işte sona giden
minvalde ben hala başladığım yerde olsam bile duygularımla da epeyce yol kat
ettiğim.
İzi silinse de
ruhumun.
Gizime eşlik eden
bu bitimsiz tutkunun.
Elbet şiirlerimdir
benden arda kalan ve kâinata yansıyan en çok da içime tuttuğum aynanın nezdinde
varsın olsun aymazlığın dibinde ben hala çocuk ben hala vakur ben hala aşkın
yansıttığı ve çoğalttığı bir meale denk düştüğüm kadar rotamdan sapmadığım
kadar rengimle ne solacağım ne öleceğim varsın olsun na’şım çürüsün toprağın
altında mademki yüce Tanrı bana sonsuz sevgiyi bahşetti yaşadığım kadar yazıp
seveceğim öldükten sonra da benden arda kalan bunca niyazı bunca nazı da
yüklenmişken kâinat elbet coşkum ve sevgim karşılıksız kalmayacaktır…
O halde…
Viva aşk viva özlem
viva sonsuzluk…