‘’Şunu çok iyi öğrettim elektrik direklerine,
Kimse;
Benim kadar güzel bekleyemez!’’(Alıntı)
Elektrik çarpmışçasına etkilendiğim üçlü bir dize yığını aslında şiirin
özeti bir o kadar yaşamın izinin düşüldüğü mısralar.
Bir yenilgi olarak da addedilebilir her insan kimine göre bir yanılgı
ya da.
Ötelendiğimiz düş gezgini bizler gerçeklere ne kadar uyumluyuz acaba ya
da içimizde büyüttüğümüz ağaçlar mıdır bizi yolumuzdan alıkoymayan ve köküne
sadık düş gezgini bizler en çok da İlahi Aşkın çağrısında tüm ağrılarımızın dindiği
ve söylencelerin somut hikâyelere dönüştüğü gerçeği ile yüz göz olmuşken kim
bilir hangi gerçeklerin uğruna boş veriyoruz hayallerimize…
Sıra dışı birer iklimiz belki de her birimiz
en çok da ikilettiğimiz iken içimizden geçenleri dile getirmenin de diğer adı
iken şiirler.
Metaforlar güzergâhında içimizde kalan nice
ukde ve işte peyderpey yenildiğimiz her sabah günün ve güneşin baskınına
uğradığımız ve kim bilir kaçıncı baskısı günlerin ve sabahların ve fotokopi
aşkların kim bilir kaçıncı diz çöküşü aşkla evrilen bir iklimde yağmurla
sözlenmiş bir bulutun kim bilir kaçıncı kere aşka düştüğü şiirle ve şairle?
Sabahın ilk ışıklarında yola koyulan bulutlar
mademki güne yağdıracak rahmeti nasıl da erkenden başlamışlar mesaiye.
Sözcükler ise çürük birer yumurta gibi ihya
edilmeyi beklerken şair ve işte şairin günlerdir içinde kalan ukde mademki
kalemi ile küskün uzun gecelerdir.
Aşkın adağı iken şiirin atağı.
Atar damarın kan yerine sözcük pompaladığı.
İklimse pohpohlanmayı beklercesine gizli
kasasında biriktirmişken yağmur damlalarını ve hoyrat rüzgâr iş başında ne de
olsa güzün kasvetine iyi gelecek birkaç açılımla iş başında o da.
Gün metruk geceye âşık.
Şair günden kaçıp geceye sığınırken bir ömür.
Ve işte yüzüne çarpan o tokat acının yükünü
yüklendi bir kere madem ve işte açılmayan kapıları açan İlahi Rüzgâr.
Günün meşrebi.
Tutulan çeteleninse bir özeti iken şiir.
Kılıksız bir cümleyi ansızın da baş tacı yaptı
mı kalem…
Alabildiğine coşkulu öncesinde tutuk olsa bile
tutulan nutkuna rest çeken kalemi ile şair işinin başında.
Sahi, şairin işi ne ola ki?
Askıda ekmek misali askıda iken dizeleri.
Askıda simit gibi susamları ile idare ederken
hayatı.
Ve işte o idare lambasında idareten yaşamakla
iştigal en çok da sevgiyi ve umudu telaffuz eden kalemine nasıl da öfkeli nasıl
da uzak kalmış yazmaya doyamadığı şiirlere.
Gecenin neminde asılı kalmışken ruhum ve günü
öteleyen renklere tutkun mizacımla karanlığı da kolaylıkla delebilirken
içimdeki aydınlığı elbet yazarak çoğaltıyorum.
İlhamın izini sürerken aslında ben haizi
olduğum gizi de çoğaltıyorum ve yaza yaza kazandığım farkındalık sayesinde
yüzlerce gece uykumdan ödün vermişken yazmak adına son bir buçuk yıldır
gecelere rest çekip artık gün ışığında çoğaltıyorum sözcüklerimi.
Alabildiğine coşkulu olduğum zamanların özlemi
var içimde.
Neşemi çürüdüğü.
Neslimin tükendiği.
Sebep-sonuç ilişkisine daha çok odaklanıp resmigeçit
yaparken ünlem ve işte imlecin tayin ettiği o doğrultuda tutuyorum rotamı ve
kaybetmemek adına kendimi defalarca kaybolmuş olmanın da verdiği şaşkınlığı yok
sayıp tutturduğum yolda aslında kendimi ve iklimimi arıyorum ki…
Hazanla özleşmişken bir ömür boyu hüznün
girdabında da sevdalanmışken şiirlere gerçek manada sokak lambası ile
cilveleşirken içimdeki aydınlık bilip bilmeden geçtiğim yollardaki direklere ve
sokak lambalarına gönderme yapıyorum.
Beklentisiz de geçmezken ömür…
İşin ilginci neyi beklediğimi ben dahi
bilmezken sabit bir rotada öncelikle yeni günü ve doğacak güneşi bekliyorum
öyle ki güneşle aram asla iyi olmamışken bu yaşa değin şimdilerde sabahı iple
çekiyorum ve tüm çekincelerimi bertaraf edip annemin varlığındaki şükür
duygusuyla hasbıhal edip hemhal olduğum sonsuzluğun çağrısında tüm ağrılarımı
dindiriyorum.
Renklerden pembe en çok da utandığımda ala
dönen yanaklarım.
Ve şimdilerde kalemin pembeleştiği kışın girizgâhında
Kasım ayı şimdiden kışın provası yaparken adeta tüten bir puro gibi kalın ve
sıcak bir niyazla ütülüyorum ruhumu en çok da kat izini yok edemediğim ilhamın
ayak sesinde ve sabahın erken saatinde kuş cıvıltıları ve annemin sesi ile
karşılıyorum yeni günü ve yeni beni.
İçimdeki sarkaç aralıksız çalışırken.
Sayacın piyonu iken rakamlar.
Bense seyyah ruhumla yolculuk yaparken kâh
hayallerimle kâh gözüm açık/kapalı gördüğüm düşlerle avunuyorum.
Sağalttığım bir hüzün deryası.
Solumda dinmek bilmeyen bir yangının da alarmı
iken iç sesimi kurup sabaha odaklı bir başlangıçla nasıl da hayret ediyorum
kendime öyle ya: çocukluğumdan ve öğrenciliğimden bu yana ben hep gecelerle
avunmadım mı?
Üstüne üstük bunu bir savunma mekanizması
olarak görüp tüm dünyaya ve güneşe kafa tutmadım mı bir ömür?
Beklediğime de değdi hani bir ömrün solfeji iken
geceler ben gündüzlere rest çekip gün ışığından soyutlamadım mı hem bedenimi
hem ruhumu?
Ve işte payıma düşen en zor tarafı da bu oldu
çünkü gün ışığını kendi içimde öğütüp kendi içimde üretip karanlığımla da
sırdaş iken imgeler ve işte serinkanlı olmayı başaramadığım kadar sıcak
duygularımla ayakta kalma başarısı gösterip nasıl da uyumsuz addedildim
insanların nezdinde.
Yerin göğün tek Hâkimi ve aşkın itibarlı
yansıması iken sevginin İlahi Ateşi.
Her rengi kanıksayan gök kuşağı.
Karanlığın minvalinde ansızın beliren onca
renk ve göğün aldatısı iken mavi yerin de amblemi iken siyah ve tutuşan tüm
duygular renklerle eşleşirken nasıl da tutukluk yaptı kalemim günlerdir çünkü
çağrısını duymadım ilham perimin çünkü kendimde mahzur kalmıştım en çok da
kendimden kaçmak adına yakalandığım fırtınanın kalemimi ve içimi nasıl da
üşüttüğünü algılayamazken ve işte bir günde tek karede hatta tek saniyede
açıldı algı eşiğim ve şiirlerim münazara ederken sözcüklerimi sağalttım
coşkuyla ve neşeyle ve huzurla.
Bu bağlamda beklememe de değdi hani ve daha da
yolunu bekleyeceğim çok şey var.
İçtimada geçen tutukluluk yıllarım.
İnzivada geçerken ömrüm.
Bir aldatı olsa bile hayaller onları gerçek
kılmakla iştigal iken de dur durak bilmeden hayal kurmanın da raconu iken
yazmanın da tek kaidesi iken iç sesin kâğıtla buluştuğu ve kalemin tembihi ile
temkinle ve itina ile yazmanın da verdiği huzura ne denk düşebilir ki?
Ve işte huzurun ayak sesi.
İdamesi mutluluğun kalemse benim yangınım ve
zaferim ve tek sığınağım içinde yaşadığım kale duvarlarını kalemimle
resmettiğim öyle ki yaşama sevincimin her ne kadar binlerce kez çalınmış olsa
ben hala baş koyduğum yolda ihtimamla yürüyorum ve tüm sokak lambalarına sundum
da fermanımı en çok da içimde sönmek bilmeyen ışığın verdiği güç ile de ayakta
iken…