''VARSA CESARETİNİZ TARİHÇİLERİ DİNLEYELİM.''
Resimdeki paylaşımı yapan kişi yazdıklarını işte bu cümle ile bağlamış. Hitap her ne kadar direkt bana olmasa da bir tarihçi ( Daha doğrusu Tarih Öğretmeni) olarak cevap hakkı doğdu. Ancak o cevabı vermeden önce hemen iki hususun altını çizelim:
1- Tarihi öğrenmeye istekli oldunuz da biz mi öğretmedik?
2- Biz ne öğrendik ki size de ne öğretelim?
Evet, aslında ikinci soru daha önemlidir. O bakımdan o kısma biraz daha geniş yer ayıracağım ama baştan başlayalım yine de.
Şimdi herkes elini vicdanına koyup söylesin. Bu ülkede Matematik- Fizik- Kimya- Biyoloji gibi Fen Bilimi dersleri dışında en sevilmeyen diğer ders hangisidir?
Bildiniz Tarih.
Ben bile bir Tarih Öğretmeni olduğum halde Lise yıllarımda bir Tarih Öğretmeni olmayı asla hayal etmiyordum. Aklımın ucundan bile geçmiyordu Tarih Öğretmeni olmak. Ancak 1974 Yılında girdiğim Üniversite sınavında başarısız olmuştum. Puanım hiç bir yüksek öğretim kurumuna girmeye yetmiyordu. Sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü puan düşürdü. Baktım benim puan yetiyor, önce aday oldum sonra asil öğrenci olarak kaydımı yaptırdım '' Boşta kalmaktansa bari Tarih Öğretmeni olayım.'' Diyerek.
İşin komik tarafı fakülte arkadaşlarımın neredeyse tamamı benim gibiydi. Tıbbı, hukuku, mühendislikleri hayal eden nicelerini bekleyen kader Tarih, Coğrafya ya da Felsefe Öğretmeni olmaktı ( Puan düşüren bölümler bunlardı. )
Evet, ilginç değil mi? Tarih gibi toplumların hafızası olan, o sebeple önem sırasında en yukarılarda olması gereken bir bilime öğrenci bulamıyor üniversite ve puan düşürmeye gidiyor. Yani her şeyden önce devletin de Tarihi öyle pek salladığı yok.
Peki gerçekten de Tarihi sevmeyen bir millet miyiz?
Yok, öyle değil. Tarihi seviyoruz. Sevmesine seviyoruz da karşımıza Kara Murat, Battal Gazi, Malkoçoğlu filmleri olarak çıkarsa seviyoruz. Ya da Zaloğlu Rüstem Hikayeleri, Hz. Ali ve Hayber Savaşı, Hz. Ali ve Kesikbaş hikayeleri filan gibi hikayeler olarak çıkarsa seviyoruz. ( Artık bu masal kitaplarını da sevmiyoruz. Eskiden çok sevilirdi oysa. )
Evet, bir sürü Tarih öğretmeni adayı olarak Üniversitenin anfilerini doldurmuş vaziyetteyiz. Ders İnkılap Tarihi. Prof, konuyu anlatırken soruyor: '' Osmanlı Devleti'nin 30 Ekim 1918'de imzalamak zorunda kaldığı ateşkes antlaşmasının adını bilen var mı?'' Üç yüz kişilik anfi sus pus. Lise yıllarında Tarih Öğretmeninin ''Beşten şaşma altıyı aşma Sami'' diye lakap taktığı ben parmak kaldırıyorum: '' Mondros Ateşkes Antlaşması hocam ''
Üç yüze yakın Tarih Öğretmeni adayı... Üç yüzü de ben gibi lise öğrenimi esnasında Mondros Ateşkes Antlaşması konusunu gördü. Hatta belki de çoğunun Tarih Ders notu ben gibi 5 değil, 10'du, lakin kimse cevap verememişti soruya. İşte bizim millet olarak Tarihe verdiğimiz önem buydu.
Mahallemizde bir orta okul öğrencisi komşu kızı vardı. Bir gün sordu bana '' Abi sen ne okuyorsun? Ne olacaksın?'' Dedim ki: '' Tarih okuyorum. Tarih Öğretmeni olacağım.'' Verdiği cevap aslında toplumumuzun Tarihe verdiği önemin yansımasıydı: '' Allah'ını seversen, Tarih Öğretmenliğinden başka meslek bulamadın mı? Çöpçü olsan daha iyidir. ''
Çok şükür ki bizi Lisede ( Bakırköy Lisesi ) Deli Nimet ( Allah rahmet eylesin ) yetiştirmişti de az buçuk da olsa bir şeyler biliyordum '' Beşten şaşma, altıyı aşma.'' olduğum halde.
Özetle söyleyecek olursak Millet olarak Tarih okumaya, Tarih öğrenmeye hiç de hevesli ve istekli bir millet değildik.
Bunu daha somut bir delille delillendireyim mi? Yani Tarih okumayı ve öğrenmeyi sevmeyen bir millet oluşumuzun delilini ortaya koyayım mı?
Sene 1990.
Bir Hizmetiçi kurs sebebiyle Antalya'dayız. Bayağı bayağı öğrenci gibi ders görüyoruz Tarih Öğretmenleri olarak.
Öğretmenlik hayatımın on ikinci senesindeyim ve fakülte yıllarım da dahil ilk defa Ermeni Sorunu hakkında ciddi bir şeyler öğreniyorum.
Şimdi diyeceksiniz ki '' Hocam ! 12 Sene öğretmenlik yapmışsın. Bu süre içinde Ermeni sorununu nasıl anlattın peki ?''
Ermeni Sorunu mu?
O seneye kadar Ermeni ve sorunu diye bir sorunumuz yoktu ki (!) Derslerde tek anlattığımız şey : Kazım Karabekir Ermenileri yendi, onlarla Gümrü Antlaşmasını yaptık. Gümrü Antlaşması TBMM' nin siyasi alanda kazandığı ilk zafer olmuştur.
Evveli yok... Sonrası yok... Hepsi bu kadar. Sevgili Ermenileri (!) rencide etmemek adına ne lisede ne fakültede daha fazlasını öğretmişler. Ha bir de Asala, Türk konsoloslarını öldürdükçe Asala, Taşnak, Hınçak gibi bir iki kelime daha katıyoruz derslerimize..
Her neyse... O eğitim kursunda Prof. Hamza Eroğlu sordu: '' Sevgili Öğretmenler ! Ermeniler bu güne kadar Ermeni Soykırımı iddialarını dünyaya kabul ettirmek için kaç değişik kitap yazmışlar bilen var mı?''
Nereden bilebilirdik ki?
Sorusunu kendi cevapladı: ''20.000 Farklı kitap''
''Peki biz böyle bir soykırım olmadığını anlatabilmek için kaç kitap yazmışız?'' Diye de sordu. Cevabı yine bilmiyorduk, kendisi cevapladı: Sadece 126
20.000'e karşı sadece 126.
Ondan sonra '' Bize niçin Tarih öğretmediniz? ''
Öğrenmek istediniz, okumak istediniz de biz mi öğretmedik?
Elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin: Benim bazen günlerce araştırma yaparak ve elimden geldiği kadar objektiflikten ayrılmadan yazdığım bir tarihi makaleyi sadece beş, bilemedin on dakikanızı ayırarak okumayı mı yoksa tam üç saat süren ve en az %75'i tamamen palavra olan sözüm ona bir tarihi diziyi seyretmeyi mi tercih ediyorsunuz?
Sorunun cevabı gayet açık değil mi?
Benim yazılarım için '' Çok uzun ve sıkıcı.'' Diyen vatandaşlar sabahleyin İran'dan yola çıkıp altı arkadaşıyla Ukrayna sınırındaki bir kaleyi feth ettikten sonra ikindi namazını müteakip Bilecik- Söğüt civarındaki Kayı obasında düğünü yapılan Selçuklu Sultanı ( Diziye göre henüz melik ) Sencer'in maceralarını seyretmeyi daha çok tercih ediyor. Ben de kıçımı yırtıyorum: '' Ulan Sencer, babası Melikşah öldüğünde sadece altı yaşındaydı. Ne kale fethetmesi, ne düğünü?'' Diye...
Bir kez daha söylüyorum: Siz Tarih öğrenmek istediniz de biz öğretmedik?
Resimdeki paylaşımda dile getirilen konuların hepsini yazdım, paylaştım. Kaç kişi okudu peki?
Devam edecek.