KAZIM ÖZTÜRK
ÖZTÜRKÇE
semazen.net
KIRK YEDİ SENEDİR YAZIYORUM
1976
yılından itibaren başladığım yazarlık hayatımda kaleme aldığım günlük gazete
makale ve denemelerimi kitaplaştırmak gerekti. Zira gazete köşe yazıları bir
süre sonra, gazeteyle birlikte atılmakta ve emekler boşa gitmekteydi. Bu; “söz
uçar yazı kalır” anlayışına uygun olarak en doğru yolun kitaplaştırmaktan
geçtiğiydi.
47
sene; 2.444 hafta, 17.155 gün ediyordu. Her gün yazdım ve hala yazıyorum. Yani
17.000 sayfa yazı oldu. Haydi bunun Pazarlarını çıkaralım, arada sırada
yazamadığım günleri göz önüne almayalım, bayramları, hastalıkları, tatile
gittiğimde köşemi boş bıraktığım zamanları da düşünürsek yuvarlak olarak 16.000
sayfa yazı eder. Nereden baksak 200
sayfalık kitaptan 80 tane kitap eder.
Gönül
dostlarıyla yüz yüze yaptığımız çay sohbetleri, imza günlerinde okurlarım ve
öğrencilerimle yaptığımız söyleşiler, okullara davet edilerek icra ettiğimiz;
“Öğrenci/Yazar buluşmaları”, televizyon ve radyo konuşmalarımız kitap
olmalıydı.
İşte
bu düşünceden; “YAŞADIKÇA” isimli bir kitap meydana geldi. Neden bu ismi
verdim? Tabii başka isimler de verebilirdim. Ama en sıcak ve bana en yakın
gelen ve de hepimizi ilgilendiren hayat serüveni içinde yaşadıklarımız,
gördüklerimiz, denediklerimiz, “keşke” dediklerimiz, pişman olduklarımız,
acısıyla tatlısıyla, iyisi ve kötüsüyle geçtiğimiz zaman köprüsünden geçmişe
bakıp hayıflandığımız, “eyvah” ettiğimiz, bir yaşanmışlıktır.
Her
insan bunu yaşamaktadır. Her canda mutlaka bir hayat tecrübesi mevcuttur.
Hayatı tecrübe etmeyen, hayattan ders çıkarmayan veya ders çıkarmayı
bilmeyenlerin hayatta söyleyecek sözleri olamaz. Bir eli yağda, bir eli balda
olanlar, aklını terletmeyenler, emek vermeyenler, aklını kullanmayanlar,
düşünce geliştirmeyip aklını kiraya verenler…insanlığa ve ülkelerine hizmet
etme güzelliğinden mahrumdur.
Yazmak,
dünyanın en mutluluk veren işi. Eli kalem tutan, okumayı beceren herkesin
mutlaka yazması gerekir. Hele mesleği “Öğretmen” olanların yazmadan kaçınması
düşünülemez. Yazmak için okumak şarttır. Okumayan yazamaz.
“Okumadan alim, yazmadan katip” diye bir söz
var. Evet gerçekten okumadan bilgi sahibi olunmaz. Yazıya dökmeden de bir
şeyleri yazdım diyemezsiniz. Bu yüzden ilk emir; “Oku” olmuştur. Okumayı sadece
kitap olarak düşünemeyiz.
“Çok
gezen mi bilir? Çok okuyan mı?” diye de güzel sözümüz var. Aslında gezerek,
görerek, dokunarak, sorarak, yaşayarak… bilgi sahibi olmak güzeldir.
Hayat
bir değirmen, öğütür insanı zaman içinde. Ömür bir süreç, terbiye eder insanı
an içinde. Biz farkına varmayız, varamayız belki ama eninde sonunda insan, adeta
tornadan çıkmış bir nesne gibi dümdüz olur.
Zaman,
bazen bize keşkeleri söyletir. Bazen pişmanlıkları oynarız, bazen de kılımız
kıpırdamaz. İlkeler açık, mesela; “kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın”,
“Niçin yapmadığınızı söylersiniz?”, “Niçin düşünmezsiniz?”, “Sizin duanız
olmasa, Allah size ne diye değer versin?”, “Başkasının tanrısına sövmeyin ki, o
da sizin Allah’ınıza sövmesin”, “Senin dinin sana, benim dinim bana”…
O yandan bu yana savruluyoruz,
Her an “Keşke”lerle kavruluyoruz,
Nere gidiyoruz ne oluyoruz?
Niçin “Keşke”lerle kavruluyoruz?
Nedamet rüzgârı başta esiyor,
Gönüller öldürüp nefes kesiyor,
Her gün binlerce kez ipe asıyor,
Hala “Keşke”lerle kavruluyoruz!
Mevsim hazan oldu yaprak düşüyor,
Havalar soğudu her yan üşüyor,
Gözler kan ağlıyor yaşlar taşıyor,
Hala “Keşke”lerle kavruluyoruz!
Bak iki kere iki dört etmiyor,
Ellerde derman yok ayak tutmuyor,
Yediğimiz yemek lezzet katmıyor,
Niçin “Keşke”lerle kavruluyoruz?
Zamanın kadrini hiç bilemedik,
Ömür boşa gitti ders alamadık,
Yaşları silecek el bulamadık,
Her gün “Keşke”lerle kavruluyoruz!
Sık sık ölenleri görüyor muyuz?
Allah kelamına varıyor muyuz?
Aklımız “Oku”ya yoruyor muyuz?