Renkler mi, mirim hani bağışıklık
kazanan aşkın da muhteva ettiğinden öte en çok da beyazlığım ile ötelendiğim
kim ise bağnaz kalıplara sığmayan ve iç sesimin örselendiği bir cinnet öncesi
bir cinnet fırtınası aklımın iplerinde dans eden o yabancı…
Yoksa cennet mi bellemiştim ben bu
afaki sefil hayatı…
Masumca bir yargı vermişken
evveliyatımda ve masumca öpen alnımdan saf kan beyaz bir meleğin gıyabında
tütsüler yakmayı dahi beceremezken tüm gemileri yaktığım hali hazırda ise liman
bellediğim demir attığım umudun dibi delik teknesi su alsa bile hayallerim
batmadığım bata çıka yaşamadığım ve batık ruhların atıl yüreklerinde saklı iken
o batıl duygular ve Araf’ta asılı sayacın ilk ve son numarası hani rötuşladığım
bir günde bir de süregelen ömürde önsezilerim ve ben konuk olmuşken şiirin ön
sözüne.
Nerede s/aklandığımın ise yok artık
önemi.
Şadırvanı düşlerimin şahlanan
hüznümün ektiği sözüm ona gülüşlerin biriktiği göğün o dev/asa gamzesi.
Nam almış yürümüşken.
Neminde bulutların hayal dünyam git
gide büyümüşken.
Kullanılmayan beynin atıl hücreleri
belleğin de gizemi ve alt bilincimle sevişen gerçekler bir o kadar cenk eden
cihanın yürek yediği benimse yüreğimin un ufak olduğu olsa olsa alametifarikası
yalnızlığımın ve ben semada saklı ve ben yerden kesmişken ayaklarımı fi
tarihinde fiilen ölmesem bile fil hafızasında ruhların devraldığım enkazı nasıl
da bir cennete dönüştürmüştüm bir zamanlar…
Yaşımsa var yok on sekiz.
Akabinde beni bekleyen zor yıllar.
Uykusuz geçen dört yılımın nakşı.
Üniversite bittiğinde ise elimde
muhteşem bir başarı belgesi gelin görün ki gözlerim yaşlı ve evin arka odasında
saklı iken babamın na’şı.
Önüm arkam.
Sağım solum hüzün.
Tefrikası ömrün ve ne çok gel-git.
Yüreğimin küpeştesi ve esneyen
gözlerim asla da ağzım değil üstelik ağzıma lokma koymadığım nereden baksan on
sene asla da afallamadığım yolum nasıl ki düşüyorsa o devasa amfilere.
Bir renk.
Elbet beyaz.
Tenim:
Rengi sararsa da.
Hala ayakta hala başı dik ve
güvencesi Allah’tan ve soytarı yalanlar ve yalancı suretlerin henüz farkında
olmadığım kadar fark yarattığım ve hayallerimin mecrasında en başta vefat eden
babama verdiğim sözün de nasıl arkasındayım keza halen de.
Okul hayatımda kendi seçimlerimi
değil babamın isteklerini şıklara yerleştirmişken ve hayatımın heba olan on
yılı yine de başarılı olduğum nasıl ki kaçınılmaz ve bilmeden hayattan kaçıp da
kendime yakalanacağımın da hesabını yapmadığım kadar.
Öncem çocuk.
Andaki mevcudiyetim ise hayata henüz
soyunmamış bir genç kız.
Külliyem ise inşa edilmemiş olsa bile
lakin künyem kolumda bir ömür bileğimden çıkarmamaya ant içtiğim elbet haiz
olduğum o baba özlemim.
Cüssem ne ki?
Cübbemse henüz yok yerli yerinde bir
mintan da değil ve işte esvabım ve işte farkında dahi olmadığım eşrafım ve
etrafımı da sarmamışken o çakal sürüsü.
Ne gözümde sürme.
Ne dudağımda ruj.
Çevik kuvvetin ve ruhumun da zırhı ve
tüm kolluk kuvveti içimde en derinde saklı.
Bir metafor daha sunabilirim hani ve
işte ruhumu kırbaçlayan lakin o kadar çelimsiz ve o kadar zayıf ve yorgundum ki
vakti zamanında hani nerede ise üniversitede geçen yıllarımda uyku yüzü
görmeden ve sadece ruhumu tavaf ettiğimden de öte aklımı tam kapasite ile
kullanmamış olsam bile derece ile bitirdiğim kadar okulumu asla da bilemedim
kaçtı ateşim kaçtı ruhum kim bilir kimlere karışmıştı öldürdüğüm sevgim ve
kendime inancım.
Hüviyetim.
Haizi olmadığım hürriyetim.
Recim edilen kimliğim.
Resmimse boyutsuz ve en yüksek
rakımda sabahlayıp da mükemmeliyetçi varlığımın ve gücümün tükendiği o
zamanlardan hep de fallar tuttum kendimce ve ne zaman dönsem yirmili yaşlarıma
ve işte omzumda ceketim ve işte yüreğimde sebil ve sefilce harcadığım en güzel
senelerim.
Bir batında doğmuştu mademki gün ve
gece.
Provasını yapmadığım hayat güncem bir
de hayat okulu addedilen o mefhum ile henüz tanışıklığım yok iken ve benim tek
liderim tek sevdiğim en güvendiğim aslında hayli de uzağında olduğum iken canım
annem ve işte korumacı varlığı ile nasıl da sıyrılıvermiştim acıların tarhında
nasıl da tohum ekmiştim ben beni bekleyen yeni hayata.
Dünümdür bir Ekim.
Dünümdür bir ekin.
Dünümdür beni güne taşıyan.
Ve güdümdür hatta güdülerim bilfiil
yok saydığım bilemediğim bilemeyeceğim kadar yok sayılmanın da romanını
yazmanın kim bilirdi ki günü gelip de bana düşeceği.
İklimler geçti geçeli.
İkilem yüklenmesem de.
Hep bir soru işareti hâsıl oldu yürek
tekkemde ruhumun dibi delik su alan teknesinde.
Bilemedim ki bir dervişe meyledip
bilemediğim fikrim iken zihnime ihanet etmeyen bilemedim işte en büyük kötülüğü
bana yapanın yine ben olacağını.
Yarım asrın özeti belki de dünde
kalan hatıralarım.
Yarım asır daha yaşamayacağımı da
şimdiden bilirken yine de Allah’ın işine karışılmaz bu bağlamda telaşla ivme
ile ve inançla bazen coşku bazen hüzünle deşiyorum ruhumu deşiyorum hayatı
dişliyorum kalemi işleyense içime varsa yoksa baskın dış sesin suretinde saklı kâh
gölgeler kâh bellekler kâh oynaşları gölgelerin.
Duvarın nasıl ki kulağı var.
Yerin nasıl ki dili var.
Semanın ise esintisi ve umudu
çağrıştıran berraklığında ve saflığında çıkmayacağını bilsem bile affın illa ki
umut ediyorum azat edileceğim günü.
Bir gölgem varsa bile kayıp.
Bir umudum var mademki asla da
addedilmesin ayıp.
Eğer ki yalnızlık.
Eğer ki hüzün…
Bir suç unsuru ise ve yıkılmayan kale
duvarlarımda da asılı iken ruhumun izini sunduğum kadar da kalemimin hem gücünü
hem hüznünü ve sür-git rüyalarımda bana eşlik eden o kadın ve gaipten gelen
nice yabancı asla da bir nesrin asla da bir resmin asla da yazılası bunca şeyin
bilançosunda mademki kayıtlı hem iç sesim hem kalemim…
O halde…
Cenk ettiğim siperden de firar etmeyeceğimin
garantisini verirken.
Ve işte sürgün edildiğim yıllardan da
alırken öcümü.
Hörgücüm ise sevgi ve inanç ve umut
ile dolu madem…
Öznem ve özlemim ve özverim ve de
henüz söylemediğim son sözüm bir o kadar ön sözü hayatın ve ön sözü tüm yazdıklarımın
elbet yolum yine uzun elbet ruhum alabildiğine vurgun yemiş olsa bile ve de
kalemim ara ara yorulsa da kim ne derse desin ben daha yolun çok başındayım.
Bir kumarsa oynadığım varsın üstüme
zimmetli yılların ve duyguların da özetini tek geçtiğimin resmidir ispatıdır
nasıl ki günüm az da olsa yazmadan geçmezken nasıl ki ömrümde açan şakayıklar
ve tüm çiçekler ve sözcüklerim ve şiirlerim solmayı reddetse bile ben de varım
bu hayatta ben de varım, varlıkta yoklukta insan olmanın kitabını yazdığım kadar
insan olmakla mükellefim hali hazırda rest çektiğim bunca karanlığı bunca
nefreti bunca acımasızlığı kim ise kendinde hak gören varsa yoksa Hakkın
yolundayım çünkü:
Çünkü ben çocuğum.
Çünkü ben kadınım.
Çünkü ben mazlumum.
Benim bir adım yok bir mevkiim ise
hiç olmadı her ne kadar altın tepside sunulsa da pek çok şey ve ben aklımın
değil kalbimin sesini dinledim dinleyeceğim de çünkü kader bunu ön gördü çünkü
Rabbin bunu istedi elbette Eyvallah, demenin de bir çekincesi olmadığı kadar ve
ben tüm hücrelerimle umudu ve sevgiyi ve inancı içime ta içime çekmişken…
Vara yoğa Eyvallah.
Bir varmış bir yokmuş dercesine asla
da önüne geçemediğim duygularımın bam teline b/asıldığı kadar ve işte
sözcüklerle rüştümü ispatlamanın coşkusu ile üstüne ant içtiğim kadar kutsal
Kitabımın ve içimdeki çocuğun da sesinin dinmemesi adına…