Duyguların muhtevası idi aslında
s/onsuzluk ve izin gizinde saklı tevafuk.
Hürdüm doğduğumda hür yaşamakla
iştigal hayal dünyam ve b/eşiğimde tıngır mıngır salındığım nasıl da caka
satıyordu aşka nasıl nasıl…
Duru su.
Dingin ruh.
Öykündüğüm değil sadece öldürmekle
hemhal nefsi ve içime çektiğim nefesi sunmak altın tepside yolunu g/özlediğim
sisli düşlerin meclisi içimde saklı devasa bir kor ne uğultu ne inilti sadece o
zümre ki: asası elimde umudun sancağı ruhumda varsın olsun tutulsun nutkum.
Ön sözün arifesi.
Son sözün nüktesi ve işte iki dudak
arasında na’şım ve işte sisli hayatlar güzergâhında solarcasına yapraklarım:
Gül olsam ne ki ya da gonca?
Hüzün olsam ne ki insan olmadıktan
sonra.
Ve işte nakşım.
Ve işte meşkim.
Ve işte ruhumun tökezlediği o girift
mevsim.
Şimdimden yoksun.
Dünümden yaralı.
Yarınlarım varsın olsun yamalı…
Hem, hem ne olacak ki duyulmasa sesim
bende acının bam telinde umudun ve sevginin peşinde koşan divane bir neferim.
Yurdum.
Yontum.
Yongam.
Yorganım.
Üşüyorum, anne yokluğunda ve
düşüyorum o derin kuyuya aslında içimden sökün etti edecek ruhum.
Közüm.
Özüm.
İlk sözüm.
Son söze olmalı vakit varsın olsun
imzamı attığım o akit varsın olsun tek kaydım ve işte bir dikili ağacım olmasa
bile ben hem ağacım hem dikenim hem gül’ üm hem de gümbür gümbür gelen
hayallerin ve umudun türeviyim.