“Bana
sevgi vermeyip, sadece bilgi vereni çabuk unuttum. Bilgi yerine sevgi sunanları
zor unuttum; hem sevgi hem de bilgi verenleri hiç unutamadım.” Çağlı
Nasıl
tüm ağaçların güneşe, suya veya çevreden edinecekleri besinlere gereksinimleri
varsa, tüm çocuklar da kendi çevrelerinden edinecekleri güvenliğe, sevgiye ve
statüye gereksinim duyarlar.
Sevgi çocuğu
üretmeye, üretmek ise bilgilenmeye iter. Wilhelm
Reich; “Sevgi, çalışma ve bilgi,
yaşamamızın kaynaklarındandır, dolayısıyla, yaşamı onların yönetmesi gerekir.”
Derken sevginin olmadığı yerde güçlü bir üretkenliğin ve üretkenliğin
olmadığı yerde de bilgilenme isteğinin zor oluşacağını anlatmaktadır.
Sevgi konusunda Erich Fromm diyor ki: “Sevgi, sevgi üreten bir güçtür.
Güçsüzlük sevgi üretememektir.” Evet! Sevgi güçsüzlüğün panzehridir.
Güçsüzler sevmekten korktukları için güçsüzdür. Sevmekten korkanlar paylaşma
güdüsü zayıf olanlardır.
Sevilme
ihtiyacının yaşam boyu devam eder. Sevgi, açlık ve susuzluk gibi sürekli
doyurulmak isteyen bir duygudur. Yaşamda sevgi boşluğunu dolduracak, onun
yerine geçebilecek başka bir şey gösterilemez.
Sevmeyen,
“kin, nefret, acı, korku ve doyumsuzluk”
içinde bulunan kişi hastadır. Pek çok psikolojik ve bedensel rahatsızlıkların
temelinde sevgisizliğin yattığı
söylenebilir.
Sevmeyen,
sevilmeyen, başkaları ve toplum tarafından benimsenmeyen kişi, tüm silahlardan
daha tehlikelidir. Çünkü her türlü tutarsız davranışın kaynaklarından biri de
sevgisizliktir.
Böyle
biri, yalnızlığa ve tutarsızlığa itilmiştir. Sadece biyolojik ve güven
gereksinimleri giderilen çocuğun, sevgi ve benimsenme ihtiyacı
karşılanmayınca, nelerin olabileceğini, ilerlemiş toplumlarda; “uyuşturucu, madde alışkanlığı,
saldırganlık, cana kıyma, hippilik, ilkel dinlere dönüş, soygun, savaş, çatışma
vb.” gibi olgu ve olaylarda gözlenebilir.
Psikolojide, kişilik gelişimini
engellediği için, aşırı korumacı sevgiye “hastalıklı sevgi” denilmektedir.
İlk altı ay içinde şu veya bu sebeple anneden ayrılan çocuklarda hem fiziksel
hem de ruhsal bozukluklar ortaya çıkmakta; annenin yerini tutacak birisi
bulunmadığı takdirde ölüm riski artmaktadır.
Ormanlarda dev ağaçların dibinde
bodur kalmış, bir türlü boy atamamış, serpilememiş küçük ağaçlar vardır.
Hastalıklı sevgi ile büyütülmüş çocuklar da böyledir. Bunlara “gölge tipler”
denilmektedir.
Bu çocuklar annelerinin gölgesinde
yaşarlar. Şımarıkları da, içe kapanık olanları da aynıdır. Kendi ayakları
üzerinde durmayı öğrenememişlerdir. Özgüvenleri yoktur, kendi başlarına bir iş
beceremez, karşılaştıkları problemleri anne babanın yardımı olmadan
çözemezler. Yanlış yapmaktan korktukları için sorumluluk almak istemezler.
Bazı ailelerde ana-babalar çocuğa
sevgi göstermedikleri halde, onun kendilerini sevmeye ve bu sevgiyi göstermeye
mecbur olduğunu sanırlar. Bu hüsrana uğramış sevgisizlikten çocuklarda saldırganlık
ortaya çıkar.
Kendisine değer verilmeyen çocuk,
zamanla kendisine değer vermemeye başlar. Herhangi bir şeyi yapmak için çaba
göstermez. Hatta yaşamak için bile çaba göstermez. Sürekli olarak itilen ve
dışlanan çocuk, kendisine yaşama hakkının verilmediği kanısına varır.
Kendisine kimsenin ilgi göstermemesi,
onun dış dünyaya olan ilgisizliğini artırır. Bu da anti-sosyal davranışın “suç işlemenin” sebebi olabilir. Böyle
bir durumda, anne ve babanın, "Bu çocukla uğraşmaya değmez!"
diyerek olaya olumsuz yaklaşmaları, yapılan yanlışlık ve kötülüğü daha da
artırır.
Günümüz çekirdek ailelerinde,
anne ve babanın dışarıda çalışmasıyla çocuk yalnızlaşarak anne baba
sevgisinden yoksun kalmaktadır.
Çağdaş kentlerin
ortaya çıkardığı; “baskılar,
gerginlikler, bunalımlar ve sorunlar” ana baba sevgisine duyulan isteği
daha da arttırmaktadır. Ayrıca boşanma oranının artışı ile çocuğun anne ve baba
sevgisinden yoksunluğu da bir sorun doğurmaktadır. Boşanma ile çocuğun anne ya
da babası ile ilişkileri değişmektedir.
Özerk
bir varlık olarak haklarına saygı gösterilmeyen “reddedilen ya da sömürülen” çocuk "sevgisiz" kalır. Sevgisiz kalan çocuk bu duruma öfke
duyar. İçin
için sürdürdüğü ve çoğu kez varlığından haberdar olamadığı bu kızgınlık,
bilinçli düzeyde "değersizlik duygusu" ve "insanlardan
korkma" biçimine döner.
“Ne bileyim çocuğun ne zaman, ne kadar sevgiye
ihtiyacı olduğunu! ...” söyleyen anne babalar bilmeli ki; dünyada açlıktan ölenlerin
unutulması gibi, sevgisizlikten ruhları ölenler de, ta ki kendilerinden bir
zarar gelene kadar unutulurlar. O zaman da vakit çoktan geçmiş olur. Çünkü sevgi
teneffüs ettiğimiz hava, oksijen gibidir. Ona her an herkesin ihtiyacı vardır.
Temelinde
sevgi olan hiçbir eğitim başarısızlığa uğramaz. Bu gün artık şiddet, haksız
rekabet, kin ve nefret içerikli yayınların artması gibi pek çok sorunla örülü
dünyamızda çocuklarımıza verebileceğimiz eğitimin ilk adımı, onlara bir sevgi
gözlüğü armağan etmektir. Bu ise, ilk önce kendi sevgi gözlüklerimizi
takmakla mümkün olacaktır. Yani sevmeyi öğrenmekle.
Kişiler
arası ilişkiyi, barışı, güveni, fedakârlığı hoşgörüyü, başarıyı oluşturan
önemli özelliklerden biri sevgidir. Sevginin olduğu alanlarda yenilikler,
güzellikler ve başarılar gelir. Ümidimizi, yaşama sevincimizi, güçlülüğümüzü
sevgilerden elde ederiz. Duyguların en yücesi, bahçemizin en güzeli, en anlamlısı
sevgidir.
Dünyamızın
hızla döndüğü ve kabuk değiştirdiği günümüzde değişmeyen, kalıcı
değerlerimizden biri sevgidir. Bizim yaşayabilmemiz için sevgiyi tüm
olumsuzluklara rağmen yaşatmamız gerekir.
Niçin
ve nasılları bir kenara bırakarak, insanları, ağaçları, hayvanları, toprağı,
suyu kısaca tüm canlıları tadında sevmeli, sevgi dolu kalplerle yaşamayı
bilmeliyiz.
Çocuklarımızı
seversek onlarda bizi sever. Sevilen çocuk sevmeyi öğrenmiş olur. Verdiğimiz
sevgi çoğalır ve tekrar bize döner. Bu bakımdan en karlı yatırım, sevgiye
yapılandır.
Sakin,
huzurlu ve sevgi dolu bir yuvada büyüyen çocuklar ileride kendi kuracakları
yuvada da huzurlu olacaklardır. Huzursuz yuvalar ise çocukların hırçın veya
tamamen içe dönük bir tip geliştirmesine sebep olur.
Görülüyor
ki çocuğun mutlu olarak gençlik dönemine girebilmesi, sevecen biri olarak
hayata atılabilmesi için çevresinden ve özellikle anne ve babasından yeterince
sevgi ve ilgi görmüş olması gerekir. Aksi takdirde çocuk suç işleme potansiyeli
olan bir genç veya topluma faydası dokunmayan içe kapanık biri olacaktır.
Bireysel
mutsuzluğumuzdan eğitim-öğretimdeki aksaklıklara, toplumsal kargaşadan dünyada
yaşanmakta olan ekonomik krizlere kadar bütün insanlık sorunlarının kaynağında sevgisizlik bulunmaktadır.
Başarılı ve
mutlu olmak istiyorsak, dünya barışını korumak ve insanların, insan gibi yaşamasını
istiyorsak sevgiyi, her eylemimizin temeline almak ve bunu doya doya yaşamak
zorundayız.
Çocuklarımıza çok değerli birer hazineymiş gibi bakalım,
onları ve kendimizi onurlandıralım.
Sevgiyle kalın…
Seyfettin Karamızrak