(Peygamberimiz H.Muhammad Mustafa (s.a.v)in hatırasına ithafen
serinin ikinci babı)
ey alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili
ey yüce bir ahlak üzere olan sevgili
ey ümmetine çok düşkün,
müminlere karşı çok şefkatli ve merhametli olan sevgili
ey üsve-i hasene
en güzel örnek olan sevgili
sana olan hasret
sana olan özlem hiç dinmedi
hiç dinmeyecek..
alem mahzun
varlıklar mahzun
gönüller mahzundu
yeryüzünü manevi bir karanlık kaplamıştı
beşerin zulüm ve vahşetinden adeta
mateme bürünmüştü dünya
gözyaşı döken gözler değil
ruh ve kalplerdi
elem ve gözyaşına alem de iştirak etmiş
sanki umumi yas ilan edilmişti
beşeriyet tevhit inancından mahrumdu
küfür ve şirk fırtınası
kasıp kavurmuştu her yeri
gönüllerde tek mabut yerine
birçok batıl ilahlar yer almıştı
sahibini arayan ruhların feryadı
çınlatıyordu her yanı
insanlar vahşileşmiş
birbirini yiyen canavarlar misali
küfür şirk, cehalet ve zulüm bataklığında
boğulmaya yüz tutmuştu
zalimin zulüm kamçısı altında
mazlum inim inim inler hale gelmişti
akıl, kalpleri manevi kıskaca alıp
olanca kuvvetiyle sıkan küfür ve şirke
dalalet ve cehalete
hüzün ve sıkıntıya
beşerin daha fazla katlanmasına
Allah’ın sonsuz merhameti
elbette müsaade edemezdi
bir kurtarıcı gelecekti
merhametinin bir eseri olarak elbette gönderecekti
işte o zat geliyordu
eşsiz insan
getirdiği nur ile dünyayı değiştirecekti
geliyordu Allah’ın son peygamberi
ebedi saadetin yolunu gösterecek
hazret-i Muhammed (a.s.m.) geliyordu
o an...
herkes haşyet içinde efendisini beklemekte idi
her varlık kendisine mahsus diliyle
hal ve hareketiyle
bu emsalsiz insana
hoş geldin demek üzere
sevinç içindeydi
tarih
miladi 571 nisan ayının yirmisi
fil vakasından elli beş gece sonrası
rebiülevvel ayının on ikinci gecesi
mekke de mütevazı bir evde
günlerden pazartesi
vakit
vakitlerin sultanı seher vakti
işte öyle bir vakitte
muazzam ve eşsiz bir hadise vuku buldu
kainatın efendisi hazret-i Muhammed (s.av)
dünyaya gözlerini açtı
elem ve matemini unutarak sürura gark oldu alem
karanlıklar anında nurla yırtıldı
sevinç ve heyecan içinde
“doğdu ol saatte, ol sultan-ı din
nura gark oldu semavat-ü zemin”
dünyada hiçbir anneye nasip olmayan
eşsiz şerefe mazhar kılınan aziz anne
hz. amine
o mesut anı şöyle anlatıyordu
hamileliğimin altıncı ayında bir gece
rüyada karşıma bir zat çıkıp dedi ki
ya amine..bil ki
sen alemlerin hayrına hamilesin
doğunca ismini muhammed koy
evdeydim
birden kulağıma müthiş bir ses geldi
eriyecek gibi oldum korkudan
bir de ne göreyim
bir beyaz kuş peydahlanıp yanıma geldi
kanadıyla arkamı sıvadı
o andan itibaren bende korku, kaygı adına
hiçbir şey kalmadı
yanıma bir göz attım
bana bir ak kase içinde şerbet sunuyorlar
kaseyi içer içmez
beni bir nur denizi sardı
ve muhammed dünyaya geldi
doğum sonrasını şöyle anlatır aziz anne
gördüm ki doğuda bir bayrak
batıda bir bayrak
kabe üstünde bir bayrak
yavruma baktım secdede
parmağını göğe kaldırmış
hemen bir ak bulut inip yavruyu kundakladı
ve kapladı ,sardı…
bir ses işittim
doğuları ve batıları dolaştırın
deryaları gezdirin
ta ki ismiyle tanısınlar mahlaklar muhammed’i
suretiyle tanısınlar
sonra bulut gözden kaybolup gitti
aynı gece
bir nur gördüm
nurun aydınlığında
şam’ın saray ve köşklerini seyrettim…
dünyaya teşrif buyurdukları sırada kainatın efendisi
ebesi şifa hatunun o andaki müşahedesi
Allah’ın Resulü doğdukları zaman ben oradaydım
hemen yetiştim
kulağıma bir ses geldi
maşrık ile mağrip arası nurla doldu
rum diyarının bazı saraylarını gördüm
üzerime öyle bir hal geldi ki
vücudum titredi
gözlerim karardı
yavrucağı gözden kaybettim
bir ses
nereye gitti diye sordu
doğuya götürdüler diye cevap verildi
bu sözler hiç zihnimden çıkmadı…
fatıma hatun hatırasında
o mesut gecede
doğuma sahne olan ev nurla doldu
gökteki yıldızların adeta üzerimize
salkım salkım dökülecekmiş gibi
sarktıklarını gördüm
peygamber efendimizin sırtında
iki kürek kemiği arasında
tam kalbinin hizasında
nebilik mührü
hatem-i nübüvvet bulunuyordu
üzerleri tüylü, kabarık, kırmızımtırak inci gibi
keklik yumurtası büyüklüğündeydi…
kainatın efendisi dünyaya geldiği sırada dedesi
abdülmuttalib’e haber verildi
sevinçlere gark oldu Abdülmuttalib
bir anda kendisini nur topu torununun yanında buldu
kucakladı, öptü, kokladı...
oğlu ebu talib’e teslim ederek
bu çocuk sana emanetimdir
bu oğlumun şanı, şerefi yüce olacak
onu koru…
doğumunun yedinci günü
şehrin her mahallesinde
develer, davarlar kestirerek
mekke halkına üç öğün ziyafet çekti
bir umumi ziyafetten sonra
nur topu efendimize ne ad koyduğunu dedesinden sordular
şu cevabı verdi abdulmuttalib
muhammed…
neden atalarından birinin ismini takmadın da bu ismi verdin? dediler
cevabı şu oldu abdulmuttalib’in
Allah’ın ve insanların onu övmelerini istediğim için…
gerçekten
kainatın efendisi peygamberimiz
Allah’ın, insanların ve meleklerin senasına
eşsiz bir surette mazhar olan
dünya üzerinde tek şahsiyet…
çünkü, o bu övgüye
çünkü o bu alaka ve sevgiye
çünkü o bu hürmete layık tek kişi
bu medhi
bu muhabbeti
bu eşsiz imanı
bu ihlas ve samimiyeti
bu en güzel huyu
en üstün ahlakıyla hak etmişti
bunun için her iki cihanda
onun medih makamına erişecek
hiçbir fani olmadı
olamayacak…
redfer