2 gün sonra,

Yengikent (Otrar) cıvıl cıvıl bir bahar gününe başlamıştı, doğrusu burası çok verimli bir kentti.
Oğuz Yabguluğu’nun da başkenti idi. Bu il tüm Türk Budun’un merkezi gibi işliyordu.
Civarda ne kadar Türk El’i varsa, hepsinin kervanları buradaki büyük pazarda toplanır, üretilen tüm mallar burada görücüye çıkardı.
Peçenekler, Hazar'lar, Karluk’lar, Çiğil’ler, Kuman’lar, Kıpçak’lar, çeşitli Oğuz Boyları ve hatta yad ticaret kervanları da mutlaka buraya uğrarlardı. Yengikent’te kurulan bu büyük pazar yad yabancı satıcılar için çok uygundu.
Çünkü burada açtıkları tezgah ile aynı anda bütün Türk Budun’a yaptıkları ürettikleri malları gösterme imkanı buluyorlardı.
Geçmişte Hazar’ların yaptığı ticaret merkezi olma görevini sanki Oğuz Yabguluğu devralmış gibiydi.
Hazarlar hiç durmadan cenkten cenge koşa koşa tam anlamıyla zayıflamasa da, yine de artık birçok konuda ehil kişioğulları yetiştiremez olmuştu.
Dört tarafında Türk’lerin yaşadığı Oğuz Yabguluğu ise bu durumu değerlendirmesini bilmiş, her konuda olduğu gibi alışveriş merkezi olmada da ilerlemiş güçlenmişti.
Acun artık değişiyordu, alışveriş demek ürün demekti, Türk Budun konar göçer yaşam ile çoğu zaman bazı üretimlerden hep yoksun kalmış, bu durum yağıyı bu açıdan güçlü kılmıştı Türklere karşı.
Oğuz Yabguluğu’nun dört tarafındaki diğer Türk El’leri hepsi başka başka inançlara meyledip benimsemeye başlamıştı ki, Oğuz Yabguluğu bu konuda da işleri lehine çevirmesini bilmişti.
Oğuz Yabguluğu herşeyden önce inançları serbest bırakmış, fakat kendisi resmiyette Tengrici kalmayı,
Türk Ata inancını devam ettirmeyi faydalı bir görev saymıştı. Yınal Yabgu kent ortasına büyük bir bina yaptırmış, bu binanın içinde toplam 14 tane farklı inancın tapınmaları için ayrı bölümler yapılmıştı.
Herkes inancını bu büyük binadaki kendi inancı için yapılan bölmede, Yınal Yabgu’nun Oğuz Yabguluğu’na bağladığı birçok din adamları vasıtası ile yapabiliyordu.
Türk Budun alışverişin önemini biliyor, her geçen gün bunu daha iyi kavrıyor ve belliyordu.
Öyle ki zaman zaman Yabgu’luk komşu bir Türk El’i ile cenk etse dahi, bu durum alışverişte, yani Yengikent pazarındaki işlerde hiçbir engel oluşturmuyordu. Pazar demek, alışveriş demek, pazar demek barış demekti.
Kişioğlu gereğinde cenk eder, ve dahi gereğinde alışveriş eder dostluk kurardı. Bu Köktanrı’nın yasasıydı.
Selçuk beğ Korkut Ata’nın yanından dönmüş pazara uğramıştı.
Selçuk beğ pazarda pusat satan ve pusat yapımında kullanılan, pusatları saklamakta kullanılan araçlarla ilgili tezgahlara bakmak istiyordu. Yeni buluşlar varsa, bunları takip etmeli, varsa alıp incelemeli ve geliştirmeliydi.
Başbuğluk bunu gerektirirdi, Türk Budun da böyle yapmalı, daima yağıya karşı hazırlıklı olmalıydı.
Zaten Selçuk beğ’in pusatlardan başka alışveriş yapmak için, pazara gelmek için başka ne sebebi olurdu ki.
Selçuk beğ’i herkes tanırdı, herkes onu sever ve sayar, hatta onu sevmeyenler de mutlak ondan korkarlardı.
988 yılıydı, işte tam bu yaşanan çağda, bu acunda Selçuk beğ’den daha güçlü, daha cesur kişioğlu yoktu.
Selçuk beg işte tam bu çağın Türk güneşiydi. Onun us gücü, kararlılığı, zorluklarla amansız mücadele istek ve arzusu, ileriyi gören güngörmüşlüğü, yılmaz, mahir ve bileğine de güçlü oluşu, kişioğulları ile iyi ilişkiler kurmasını bilmesi, dostluğa ve barışa verdiği kıymet, cenk vakti ise kartal gibi Bozkurt gibi öne atılması, onu üstün yapan erdemlerin yumağı idi. Selçuk beg varoldukça, o yaşadıkça Türk güneşi parlayacaktı.
Köktanrı her 100 senede bir Börteçine yaratırdı, bu çağın Börteçinesi Selçuk beğdi.
Selçuk beğ pazarda tezgahlara uzaktan göz gezdirerek dolanırken, gözüne bir tezgah ilişti.
Bu tezgahın sahibinin haçlı Gürcüler olduğunu anlamakta gecikmedi. Bir yol onların yanına varmak gerekti.
Selçuk beğ alışveriş yapmak istermiş gibi davranıp onlardan mümkün olduğunca bilgi almak niyetindeydi.
Çünkü Selçuk begin Rum diyarlarından aldığı istihbarat bilgilerine göre, haçlı Gürcü krallığına bu zamanlar önemli görevler verilmişti Bizans tarafından.
Haçlı Gürcü Krallığının toprakları Bizans ile huduttu. Bizans belkide tarihinin en büyük imparatoru denilebilecek
II.Vasileas (Bulgar Kıran) dönemini yaşıyordu. Bizans ımparatoruna "Bulgar Kıran" diyorlardı.
Böyle demelerinin sebebi ise bundan 7 yıl evvel İdil Tuna Bulgar Hanlığını yıkmış olmasındandı.
İdil Tuna Bulgar Hanlığı Oğuz’larla soy bağına sahipti, onlar İdil (Volga) Boyları’nın da içinde bulunduğu, kutlu Atalardan ulu Türk Hakanı, Boncuk Han’ın oğlu (Munçuk Han) Tanrı’nın kırbacı Attila’nın On Oğuz’larından başkası değildi.
Selçuk beğ çok uslu kişiydi ki, bu istihbaratları haber alır hepsini de bilirdi.
Bizans imparatoru İdil-Tuna Bulgar Hanlığını yıktıktan sonra da rahat durmamıştı.
Çeşitli Türk Budun’a mensup boylarla cenk etmeye devam ediyor, bu yetmez gibi üstelik topraklarını da büyütmekte kararlı görünüyordu.
Bizans imparatoru önceki imparatorlar gibi saldırıp savaşıp geri dönmüyor, saldırıp kazandığı savaşların neticesinde o yeni toprakları sahipleniyordu. Bu işler Bizans’ın hesapladığı gibi gidemezdi, gitmemeliydi.
Bizans kim oluyordu da 15 tane kadar Türk El’inin varolduğu bir dönemde, Türk El’i zaptediyor, han’lıklar yıkıyordu! Hem Köktanrı’nın 100 senede bir yarattığı Türk’lük güneşi Selçuk beğ hayatta iken.
Selçuk beğ çok uslu kişiydi, bütün olup biteni haber alıyor ve bunları hep biliyordu.
Selçuk beğ haçlı Gürcü Krallığı’nın Bizans’tan maddi destek gördüğünü elbet biliyordu.
Bizans imparatoru haçlı Gürcü Krallığına sandık sandık altın yolluyordu, türlü armağanlar yolluyordu.
Tabiki bunun karşılığında ise elbette yumuşlar buyuruyordu.
Tuna-İdil Bulgar Hanlığı yıkılmıştı yıkılmaya ama, ötede beride hala Türk Oymakları, Türk Avulları kutlu sulardan Tuna boylarında yaşamaya devam ediyorlardı.
Han’ları yoktu, bu yüzden Türk Türesi bazen olması gerektiği şekilde yürümüyordu, güçleri ve sayıları azalmıştı ama, Türk o hep Türk’tü.
Türkler herhangi bir topraklarda müstakil özbaşlarına bir El (devlet) kurmadıktan sonra, bir Han’lık kurmadıktan sonra yaşamanın anlamı yoktu, Türk için ölmek bağımlı ve esir olmaktan yeğdi.
Bu huyları Türk Budun’u diğer kişioğullarına üstün yapan nesnenin ta kendisiydi.
Türkler değil miydi ki hani birinci Doğu-Köktürkler Kağanlığı döneminde Çin’e esir düştüklerinde, Türk kadınları esaret altında bile evlatlarına gizli gizli pusat kullanmayı öğretiyor, eski destanları anlatıyor, sonra ilk fırsatta ihtilal yapılıyordu. Türkler değil miydi ki, 40 bahadır ile Çin Sarayı’nı basmışlar, esir yaşamaktansa ölmeyi yeg saymışlardı.
Esasen o ihtilal denemesinde hepsi ölmüş olsa da galip gelmişlerdi. Buradaki galibiyet Türk Budun esir yaşamaz düşüncesini tüm kişioğullarına belletmekti. Köktanrı yardım etmiş, 40 bahadırın hepsi vuruşarak ölmüş, Uçmağa varmış fakat Çin beğleri gece düşlerinde aylarca Türk bahadırlarının hayaletlerini görmüşlerdi.
Bunun sonucunda en son delirmek üzere iken, esir tüm Türk Budun evlatlarını, kadınlarını çocuklarını serbest bırakmak zorunda kalmışlardı. Türk Budun üstüne düşeni yaptıkça, Köktanrı da Türk Budun’a daima yardımcıydı.
Türklerin hürriyete olan tutkusu ve bağlılığı, hürriyetsiz yaşamaktansa Od Tamu’ya dahi girmeyi yeğlemesi, kendinden kalabalık güçlü ve üstün ordulara dahi boyun eğmemesi gelecekte oraların ve dahi acunda nice topraklarin yine Türk El’i olacağının, yeryüzünde nizam ve intizam’ın adil olan Türk Türesince sağlanacağının habercisiydi.
İşte Gürcü Krallığı kendisinin doğu yönünde, Kutlu sulardan olan Hazar Gölü’nün diğer yakasında olan 7-8 tane ayrı Türk El’lerinin hepsine karşı bir tampon bölge olarak emniyet duvarı vazifesi görüyordu.
Bunu Bizans istiyor ve haçlı Gürcü’lere yaptırıyordu.
Bizans yoksa neden haçlı Gürcü Krallığı’nı hediyelere boğsun, altınlar yollasın dursun!
Bu yıllarda Peçenekler Bizans’ı çok uğraştırıyordu, belki esas sebepte buydu.
Peçenekler Oğuz Budun’un başına buyruk çok delişmen bir Oğuz Boyu idi, Oğuz Yabguluğu’na biat etmemişlerdi, onlar esasen daha erken zamanlarda batıya gitmişler, özbaşlarına bir Hanlık kurmuşlar bazen zayıflasalar da, bulundukları topraklara da yad yabancı kimseleri sokmuyorlardı.
İdil-Tuna Bulgar Hanlığının öcünü almak istermişçesine, Bizans imparatorluğu ile çok uzun yıllardır savaşıyor uğraşıyorlardı.
Bizans başkenti Konstantin’de içine kapandığı sağlam yüksek kale duvarları ile ve diğer sahip olduğu topraklarda da etrafı surlarla çevrili kalelelere kapandığında anca rahat ediyor, fakat dışarı çıktıklarında her an Peçenekler’in saldırma korkusu ile yaşıyorlardı.
Aslında imparator II.Vasileas ne yapacağını pek de bilemez olmuştu bu durum karşısında.
Belki de tüm saldırganlığı ve kötülükleri bunun içindi. Bizans Türk Budun’dan nefret ettiği kadar başka hiçbir kişioğullarından nefret etmiyordu.

Nitekim Bizans imparatoru, bundan 350 sene öncesinde Türklerin 7.yüzyıl başlarında Konstantin’i kuşattığını biliyor, Türk Budun’un er geç Konstantin’i almak için yine geleceğini, daima geleceğini çok iyi biliyordu.
Zaten bu Türk Budun nasıl kişioğullarıydı ki, daha Hak Resul Muhammed Konstantin hakkında sözler söylemeden önce dahi Türkler Konstantin’i kuşatmışlardı. Türk Budun’a us ermiyordu. Yanlarında getirdikleri kale duvarlarına tırmanma merdivenlerine kızgın yağlar dökülmüş, ateş suları atılmış, fakat Türkler merdivensiz de çengelli ipler atarak bir gece yarısında kale surlarına çıkmayı başarmışlardı.
İnsan gücünü zorlayan bu türlü işleri Türklerden başka kimse yapamazdı. O tarihten beridir 350 yıldır, Bizans surlarında artık daha fazla nöbetçi bekliyordu. Türkler yine beklenmedik şekilde bir gece gelebilirlerdi.
100 Türk bahadır surlardan içeri girdiğinde, belki de 1000 belki 2000 Bizans askerini yok edebilir, saraya dahi ulaşabilirdi. 350 senedir, 7.yy başındaki Türklerin Konstantin kuşatmasından beridir her Bizans imparatoru bu korkuyla yaşamak zorunda kalmış, artık alışmışlardı.
Türkler yaman kişioğullarıydı, Köktanrı onları diğer kişioğullarına işte bu erdemleriyle üstün kılmıştı.

Peçenekler ise ne kale kuşatıyor, ne büyük cenge giriyor, ne meydan savaşı yapıyor, ufak ani saldırılarla Bizans’a karşı hep başarılı oluyorlardı.
Bizans imparatoru bu çeşit bir savaş oyunu yapan Peçenekler’e karşı uygun bir savaş oyunu cevabı hala bulamamıştı.
Selçuk beğ bunları kafasından geçirirken, elhamdülillah dedi.
Türk Budun her ne kadar birleşemiyor ve ayrı El’lere bölünmüş gibi olsa da ve hatta birbiriyle de cenk ediyor olsa da zaman zaman, yine de esas yağılarla da uğraşmayı biliyor, asla unutmuyordu.
Esas yağı ne birbirleri, ne haçlı Gürcü’ler, ne Persler ne bir başkasıydı, Türk Budun’un esas yağısı Konstantin sarayı ve dahi Avrupa topraklarındaki Roma sarayı idi.
Haçlı Gürcü Krallığı sadece basit bir maşa, basit bir ara basamaktı, onların Türklerle girecekleri büyük bir savaş haçlı Gürcü Krallığı’nın ömrünü ve dahi tüm varlığını tehlikeye sokabilirdi.
Halbuki Türk’ler savaş kaybetse bile, yeni ordu kurardı.
Türkler kaybedecekleri bir savaşta dahi karşı tarafa çok kayıp verdirmiş olurdu ki,
aslında Türk Budun için bu da bir galibiyetti.
Savaş denilince Türkler yenilmiş görünürken de galipti.
Selçuk beğ bunları hep bilir, daima ileriyi görür, sadece Oğuz Boyu için değil, bütün Türk Budun için çalışırdı.
Türkler tüm acunu alırlarsa, Türklerin getireceği idari sistemle, birdaha acunda savaş yapmak belki de asla gerekmeyecekti.
Türkler paylaşmayı bilirdi, fakat önemli olan paylaşmayı bilmek değildi, esas hüner bölüştürmeyi adaletle yapacak bir düzenin acuna hakim olması idi.
Selçuk beğ yaman bir Türk idi, bunları hep bilir, bunları ülkü edinir, bu ülkü yolunda iş ederdi.
Korkut Ata Selçuk beğ’e Hak Resul Muhammed hadisleri anlatmıştı.
Hak Resul Muhammed zaten daha Resul görevine başlamadan önce ticaret kervanlarıyla Yengikent’e de gelmişti,
ki o zamanlar daha ileri gidilmesi gerekiyordu çünkü merkez pazarları o zamanlar Hazarlar kuruyordu.
Hak Resul Muhammed’in katıldığı kervanlar sayesindedir ki, o kutlu Yalavaç (peygamber, elçi) Türk Budun’u yakından tanıyabilmişti.
Türk Budun’un savaş uzmanı kişioğulları olduğunu biliyordu, herşeyden önemlisi Türk Budun adalet için savaşırdı, yurdunu korumak ve toprakları büyütüp yeni toprakları idare altına almak, bu sayede kendi idarelerinde heryerde adaleti sağlamaktı amaçları. Türkler bu görevi kendileri uydurmamıştı, bu görev ve ülkü Köktanrı tarafından onlara bildirilmişti. Köktanrı buyurmuş, Türk Kağan’a duyurmuş, Kağan Türk İl’ini dirlik ve düzene sokmuştu.
Nitekim Hak Resul Muhammed, Resul olduktan sonra bütün pusatları ve cenk malzemelerini Türk usulü alır veya yaptırırdı, savaş sanatı Türk Budundan bellenirdi, bunun başka yolu da yoktu eğer cenk kazanmak isteniyorsa.
Hak Resul Muhammed Türkleri çok sevmiş, Tanrı’sına yakarmış ve Tanrı Türkleri çok hızlı şekilde bu yeni inanış ile tanıştırmıştı.
Hak Resul Muhammed inanan dostlarına türlü nasihatlerde bulunmuştu Türk Budun hakkında.

Selçuk beğ çok doluydu, bunları hep bilir, düşünür taşınırdı.
Bin düşünür bir iş eder, o işi de hep dogru ederdi.
Ki işte yaşı 40’a gelmiş Türk Budun ayrı ayrı El’ler kurmuş, birbirine yan gözle bakarcasına ayrı hanedanları var derdi. Bu gidiş artık değişmeliydi. Kutlu Ata Tanrı Kut Oğuz Mete Han gibi, kutlu ata İstemi Kağan gibi, Bumin Kağan gibi, Bilge Kağan gibi bütün Türk Budun’u tek Kağanlık idaresinde birleştirmek toparlamak gereğine inanıyordu. Selçuk beğ yaman bir kişiydi, bunları hep bilir düşünür idi.
Gözleri bir an göğe baktı ve inşallah dedi, inşallah yakında...

Artık vakit gelmiş babası atası Dukak beğ’in otağına doğru yol alıyordu, amcası Temir Yalığ ile sözleştiği üzere biraraya gelip bir karara varacaklardı.
Selçuk beğ amcası ve başkanı Temir Yalığ’dan önce vardı babası Dukak beg’in otağına.
Babasının elini öptü hatır sordu. Sonra babasının Otağ divanının yanına çöktü oturdu.
Babası sevinçli görünüyordu, galiba oba kurultayından güzel sonuçlar çıkmıştı.
Bu sırada bir Oğuz hanım ile Selçuk beğ’in bacısı Almula sinilere yemekleri koyuyordu.
Dukak beğ’in sofrası ve sinisi büyükçe idi, çünkü Dukak beğ asla sofraya yalnız oturmazdı.
Oğuz Budun’un bu kocamış güngörmüş beğ’i daima sofrasına misafirler çağırırdı.
Oğuzlar arası askeri rütbe dışında, devlet idaresindeki rütbeler dışında sınıf ayrımı yoktu, böyle birşey Oğuz Budun’a uymazdı.
Her Oğuz diğer bir Oğuz ile eşitti. Bir Oğuz başka bir Oğuz’a nasıl üstün olabilirdi ki.
Üstünlük maharetle olurdu ancak, el işlerinde, sanat ustalıklarında üstünlük olurdu, başka bir üstünlük adaleti bozmaktan başka bir işe yaramazdı. Dukak beğ hiçkimseyi bulamasa misafir edecek, en son yapılan bir cenkte Uçmağa varmış olan bahadırların akrabalarından birilerini davet ederdi. Oğuz Budun için cenkte ölenlerin yakınları ile ilgilenmek, Oğuz’lar için kutsal bir görev idi. Dukak beğ güngörmüş idi, veren el alan elden hayırlıdır der, hep veren el olmak için tüm gücüyle didinirdi.
Tüm dirliği ve yaşamı boyunca böyle iş etmiş, Oğuzlar onu, o Oğuzları daima sevmişti. Almula al yanaklı, gamzeli, gözlerinin içi gülen çalışkan bir Oğuz kadınıydı.
8 tane evladı vardı, 4 tane evladı da cenklerde uçmağa varmışlardı. 12 evlat hariç, öksüz ve yetim kalan onlarca Oğuz çocuğunu elleriyle besleyip büyütmüştü. Zaten Oğuzlar özel Otağlar kurmuş, bu büyükçe çadırlarda öksüz ve yetim kalan Oğuz evlatlarının yetişmesini sağlayan bir düzen kurmuşlardı.
Erkek çocukları 7 ile 12 yaş arasında çeşitli sınavları geçince bahadır olur artık Oğuz Budun’un olduğu kadar, Oğuz Ordusu’nun da himayesinde olurlardı.
Oğuzlar pek yaman kişilerdi, Türk Türesi tam anlamıyla yürürdü onlar arasında.
Açlık yahut yokluk Oğuzlar için değildi, çünkü Oğuzlar ya hep beraber var olur, ya hepberaber yok olurlardı.
Onlar daima dayanışma ve destek içinde birlik ve dirliği sağlamayı bilmişlerdi.
Köktanrı da böyle buyurmuş, vaktiyle Kağan’a duyurmuştu...

Yüzbaşı Börükan terfi etmiş, Binbaşı olmuştu.
Onbaşı Günbudun terfi etmemiş fakat ona mühim bir vazife verilmişti.
Selçuk beğ’in Uçmağa varmış ilk eşinden olan oğlu Mikail Alp 9 yaşına basmış ve artık bahadır olmuştu.
Onbaşı Günbudun’un yeni vazifesi Mikail Alp’i kendi bahadırları arasına alıp yetiştirmekti.
Hem bu sayede vaktiyle haksız yere idam edilen babasından alınmış olan şeref, Onbaşı Günbudun’a tekrar iade ediliyor gibiydi.
Onbaşı Günbudun yeni bahadırları ile tanış oluyor, kaynaşıyor ve her bahadırdan çok Mikail Alp ile ilgileniyordu. İşte yarın hepbirlikte av yapacaklardı, bu onların birlikte yapacakları ilk talimlerden biri olacaktı.
Temir Yalığ söz verdiği üzere zamanında yetişmiş ve selamlaştıktan sonra sofrada yerini almıştı.
Sofra epey kalabalık idi, 20’den fazla yakın akraba işte hepbirlikte lokma paylaşmaktaydı.
Köktanrı Oğuz Budun’dan hoşnuttu...

Yemekler yenilip bittikten sonra Dukak beğ, Temir Yalığ ve Selçuk beğ başbaşa kalmışlardı.
En önce Temir Yalığ söz aldı, çünkü Yabgu ile görüşmüş olan da nitekim oydu.
Temir Yalığ, Yabgu’nun haçlı Gürcüler üstüne bir akın yapılmasını doğru bulduğunu, fakat esasen bu bahar ihtiyatlı olmak gerektiğini, Oğuz Yabguluğu’na dışardan bir saldırı ihtimalinin de bulunduğunu söylüyordu.
Yabgu’nun ileriye dönük haçlı Gürcü’lerin ve başıbozuk Pers(Fars) kabilelerinin hakim olduğu bir kısım toprakların Oğuz’a yeni yurt yapılma arzusundan haberi olmadığı için, böyle bir karar vermiş olması doğru idi.
Esasen Temir Yalığ Yınal Yabgu’ya o kadar bağlıydı ki, Selçuk beğ amcası olan Temir Yalığ’a Dukak beğ’de kardaşı olan Temir Yalığ’a herşeyi açıktan anlatmıyorlardı. Temir Yalığ mutlaka itiraz edecek, buna karşı çıkacaktı.
Dukak beğ ve Selçuk beğ ise Türk Budun’un selametini islamda ve yeni haçlı topraklarını ele geçirmekte görüyorlardı. Yoksa bu topraklarda kaç tane ayrı parçaya bölünmüş olan Türk Budun hep birbiriyle savaşıp duracak, bunun sonu nereye varacaktı. Oğuz Budun Çiğilleri yense, Karluklar'ı yense, Kıpçaklar'ı, Hazarlar'ı hepsini yense neye yarayacaktı. Hep o aynı Türk kırılmış olacaktı, topraklar o Türk boyundan bu Türk boyuna el değiştirip duracak, fakat Türkler hiçbir ilerleme kaydetmemiş olacaktı. Türk Budun’un hedefleri bu kadar basit olamazdı, olmamalıydı.
Amcasından sonra Selçuk beğ söz aldı sonra anlatıyordu. Korkut Ata’nın haçlı Gürcüler'e bir ders verilmesi gerektiğini, yoksa haçlı Gürcüler'in birkaç yıl sonra Türk Budun’un birçok boyuna musallat olacağını, Bizans ile olan ilişkilerini anlattı. Dukak beğ’de bunu onaylıyor ve Kınık Obasında yapılan Kurultay’da akın kararının onaylandığını söylüyordu.
Temir Yalığ Yabgu’nun bahadır vermeyeceğini söyledi ve fakat Selçuk beğ’in kendi bahadırlarıyla haçlı Gürcülere akın etmesini onayladığını dedikten sonra, Temir Yalığ’ın da bu cenge katılmasına izin olmadığını da bildirdi.
Esasen Temir Yalığ’ın yaşı da ilerlemişti.

Selçuk beğ bir kaç gün içinde 5 bin kişilik süvari tugayı hazır edilmesini buyurdu. Bir süvari akını yapılması kararlaştırıldı.
Selçuk beğ bu, yani Kınık’ların Başbuğ’u bu akına bizzat komuta edecek, başbuğluğu o yapacaktı.
Oğuz Budun’a kutlu olsun diyip, toplantıyı bitirdiler.

Köktanrı Budun’dan hoşnuttu....
( Selçukluların Doğuşu - 5. Bölüm başlıklı yazı Alp.Aldatmaz tarafından 3.10.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu