Ardıç Dalları Ardında


Peygamberimiz H.Muhammad Mustafa (s.a.v)in hatırasına ithafen.
serinin yirmi dokuzuncusu

uçsuz bucaksız çöller
boz bulanık dağlar
mis gibi kokar gülistanlar
ne hoş şu eller
bir hayalin peşindeydim
ışığın belki
bir çakılın 
kim bilir belki de bir sesin

ardıç dalları ardında
bitmeyen bir özlemim var
çağırır beni hep
ırmağın karşı kıyısına
rüzgar eser dinlerim onu 
benle konuşan 
kim..
biliyorum

her vakit gelecek
bir haber getirecek
damarlarıma ışık saçacak
ve seslenecek ta uzaktan 
ey geceleri uykuyla dolu saatler
bir sepet hurma getirdim size diyecek
o hurma ki  
kızıl güneşten kalma

gelecek her seher vakti 
özleyenlere bir  demet yasemin verecek
bebesini emziren ezogelinlere
yakuttan bir küpe takacak
seyyah olup dolaşacak sokakları
ve seslenecek
haydi kalk …ben geldim

kara gecelere
samanyolu dizecek
susuz kısrağa çiy kovasını sunacak
çölde ki yaşlı develerin sineklerini kovacak
ve her evin bacasına bir karanfil dikecek
her pencerenin altında 
uyuyanlara seslenecek
ben geldim
barıştıracak
tanıştıracak
ışık serpecek
şu karanlık şehirlerin üstüne

saat gecenin üçü şimdi
o denli uyanık gözlerim
şu dağın ardından bir hüzün çıkıvermez umarım
o var biliyorum...
şu sonbaharın son imsak vakti
gölgelerde

aydın ve pak bir köşe var oralarda
her sesin bir sahibi var
boş değildi bu hayat
iman var , rüku ve secde var
gecenin tam ucunda
gönüllere bırakılan bir şeyler var
nurdan 
ışıktan 

tan atarken 
bırakın
öyle dur duraksız 
öyle soluksuz  koşayım
uçsuz bucaksız çöllerin sonuna
boz bulanık dağların en ucuna
uzaklarda beni çağıran o sese varayım

varayım o sese
rüzgarın çayır çimeni tanıdığı gibi
ilahi huzur gibi
ılık bir esinti  gibi
göçmen kuşların kanat şarkısıyla dolu gökler 
dört bir yan yağmur 

bu sabah
gitmeliyim 
kederli bir bulut gibi
ayakkabılarımı giyip gitmeliyim
beni çağırıyor birisi 
yaşlı çınarların olduğu yere 
ayakkabılarım nerede

ey hasretiyle gönlümün yandığı 
erteye gün ışığı bırakmayan gecelerin hatimesi
gel de …
günlerimin girizgahı ol
dudaklarımı kanatan hasretleri bitir içimde 
siyah perdelerini kapatarak kalbimin
nihavendi meftun eden ruhuma sabalar okunsun

ey rüyasına bir ömür bağışladığım ses
gel de
zulmeti aşıp gelen bengisu pınarlarından içeyim 
bermurat kalayım bir nefesçik olsun
büyülü beldelerde kamete durayım
kutlu gelişin aşkına 
kadir kıymet bilenler aşkına
aşk olsun

*
başvurulan tertip, eziyet ve işkencelerin hiç biri 
resul-i ekrem efendimizi 
islamı tebliğ etmekten alıkoyamıyordu
amcası ebu talip de bilakis onu koruyordu
müşrikler, bu sefer başka bir yol denediler
ileri gelenleri
 
ey ebu talib
yeğenin putlarımıza sövdü
dini inançlarımızı kötüledi 
akılsız olduğumuzu
babalarımızın, dedelerimizin yanlış yolda olduklarını 
söyleyip durdu
şimdi sen
ya onu bunları yapmaktan ve söylemekten alıkoy
veya aradan çekil

ebu talib, bu teklif karşısında ne yapacaktı
bir tarafta kavminin gelenek ve adetleri
diğer tarafta yeğenine karşı olan samimi sevgisi 
hangisini tercih edecekti
sonunda yumuşak ve güzel sözlerle 
başından savdı müşrik heyetini  

bir netice alamadıklarını gören müşrikler 
ebu talib'e tekrar başvurdular
ey ebu talib
sen bizim yaşlı ve ileri gelenlerimizden birisin 
yeğenini yaptıklarından vazgeçirmek için 
sana müracaat ettik
sen istediğimizi yapmadın

vallahi, artık, bundan sonra 
onun babalarımızı, dedelerimizi kötülemesine 
bizi akılsızlıkla itham etmesine
ilahlarımıza hakaretlerde bulunmasına 
asla tahammül etmeyeceğiz
sen, ya onu bunları yapıp durmaktan vazgeçirirsin
yahut da iki taraftan biri yok oluncaya kadar 
seninle de çarpışırız onunla da 

ebu talib, tehlikeli bir durumla 
karşı karşıya bulunduğunun farkındaydı
kavmi tarafından terk edilmek istemezdi 
yeğeni kainatın efendisinden de vazgeçemezdi
o halde ne yapabilirdi
derin derin düşündü

resul-i ekremi (a.s.m.) yanına çağırarak yalvarırcasına
ey kardeşimin oğlu, 
kavminin ileri gelenleri bana başvurarak 
senin onlara dediklerini bana arz ettiler
ne olursun, bana ve kendine acı
ikimizin de altından kalkamayacağımız işleri 
üzerimize yükleme 
kavminin hoşuna gitmeyen sözleri söylemekten 
artık vazgeç

durum oldukça karışıktı
bir bakıma o güne kadar kavmi içinde 
kendisine yegane hamilik eden ebu talib'di
o da mı himayeden vazgeçecekti

nebiyy-i ekrem efendimiz
bir müddet mahzun mahzun düşündü
sonra, 
hakiki muhafızının Cenab-ı Hak olduğunu bilmenin 
gönül rahatlığı içinde amcasına cevabı 
kılıç kadar keskin
kayalar gibi sert ve kesin oldu

bunu bilesin ki, ey amca
güneşi sağ elime
ay'ı da sol elime verseler
ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem
ya Allah, bu dini hakim kılar
yahut ben bu uğurda canımı veririm

öz amcasının kendisini terk edeceği endişesiyle
peygamber efendimizin
göz yaşlarını tutamamıştı
mübarek gözyaşları sanki
amcasının gönlüne damlıyordu
bu halini gören amcası 
onu nasıl yalnız başına bırakabilirdi
zatına karşı böylesine muhabbet beslediği yeğenini 
nasıl terk edebilirdi

yıkılmayan bir iradeye sahip resul-i kibriyanın 
davasını haykırmaktan 
asla vazgeçmeyeceğini anlayan 
ebu talib…

yeğenim benim, diyerek boynuna sarıldı 
işine devam et, istediğini yap
vallahi, seni asla herhangi bir şeyden dolayı 
kimseye teslim etmeyeceğim

bu söz verişten sonra
müşrikler de ebu talib'in yeğenini 
her şeye rağmen koruyacağını 
asla yalnız bırakmayacağını
kesinlikle anladılar

gözleri önünde birçok kimsenin 
ilâhi hidayete koştuğunu gören müşrikler
buna tahammül edemiyorlardı
başka bir tedbir düşündüler
tekrar ebu talib'e 

ey ebu talib…
sana kureyş gençlerinin en güçlü
en kuvvetli, en yakışıklısı ve akıllısı  
umare bin velid'i verelim 
kendine evlat edin
aklından, yardımından istifade edersin
buna karşılık sen de bize
kardeşin oğlunu teslim et, öldürelim 
işte sana adam karşılığında adam
daha ne istersin…

ebu talib bu mantıksız teklife
önce siz bana kendi oğullarınızı verirsiniz 
onları ben öldürürüm
ancak sonra onu size verebilirim diye 
cevap verdi

müşrikler… 
bizim çocuklarımız 
onun yaptıklarını yapmıyorlar ki

ebu talib, bu sözlerini de cevapsız bırakmadı 
sert bir dille
vallahi, o sizin çocuklarınızdan çok çok daha hayırlıdır 
siz bana çok çirkin bir teklifte bulunuyorsunuz
nasıl olur 
siz, oğlunuzu bana yetiştirmek üzere vereceksiniz
benimkini ise öldürmek için alacaksınız
buna asla müsaade edemem…

müşriklerin kin ve nefretleri artık son haddine varmıştı
nefret ve kinleri bundan böylece 
resulullah ve müslümanlara değil
ebu talib'e de yöneldi
kaderin garip tecellisine bakınız ki
müşriklerin ebu talib'e karşı 
menfi tavır takınmaları 
haşimoğullarının resul-i ekremi 
himayelerine almalarına vesile oldu

ebu talib'in bu tarz vaziyet alışı
kureyş müşriklerini şu kesin karara sevk etti
Allah resulünün hayatına son vermek
arzularını gerçekleştirmek için 
mescid-i haram'a toplandılar
bunu duyan ebu talib
haşimoğulları gençlerine haber verdi
derhal onlarla kabe'ye giderek 
müşrik topluluğuna gözdağı verdi

vallahi… yeğenim muhammed'i öldürecek olursanız 
biliniz ki, sizden hiçbir kimse sağ kalmaz
biz de, bu yolda helak oluncaya kadar 
peşinizi bırakmayız sizin
ebu talib'in bu tehdidi karşısında müşrikler
tek kelime konuşamadan dağıldılar 
ebu talib, konuşmasının sonunda 
kainatın efendisi hakkında şöyle diyordu

mübarek yüzü suyu hürmetine 
bulutlardan yağmur niyaz edilen 
böyle bir zat hiç bırakılır mı
o, öyle bir kerem sahibidir ki 
yetimler onun eline bakar
dullar ve yoksullar ona güvenir
haşimoğulları ailesinin yoksulları ona sığınırlar
haşimoğulları onun sayesinde nimetlere erişmişlerdir

ey kureyş topluluğu
beytullah'a yemin ederim ki
siz onu yalanlamakla aldanıyor 
boş hayallere kapılıyorsunuz

muhammed hakkındaki suikastınız ise
biz onun çevresinde pervaneler gibi dönüp 
uğrunda çarpışmadıkça gerçekleşir mi sanıyorsunuz
hepimiz onun çevresinde serilip yok olmadıkça 
çoluk çocuklarımızı bize unutturacak fedakarlıklarla 
onu müdafaa etmedikçe 
size bırakmayız

bütün bu olup bitenlerden sonra kureyş müşrikleri
peygamber efendimizin baskılarla
zulüm ve tahakkümlerle, eziyet ve işkencelerle 
kendilerine boyun eğmeyeceğini anlamışlardı
yeni yeni planlar tertiplemeyi
yeni yeni isnat ve iftiralar uydurmayı tasarladılar 
hedef …
resul-i ekrem efendimizin yüce şahsiyetini küçültmek
ulvi maksat ve gayesinin 
insanlarca duyulmasına engel olmaktı

bu maksatla hürmet ettikleri büyüklerinden biri olan 
velid bin muğire etrafında toplandılar 
günden güne gelişen
gönüllere saadet bahşeden iman
islam davasının temsilcisi resul-i kibriyanın hakkında 
konuşmaya başladılar
velid bin muğire 
etrafında toplanmış 
yüzlerine şirkin çirkinliği aksetmiş arkadaşlarına

ey kureyşliler 
işte hac mevsimi de gelip çattı
arap kabileleri yurdumuza akın edecekler
muhakkak onlar muhammed'i duymuşlardır 
bir takım sorular soracaklar size
bu sebeple 
bir fikir etrafında birleşmemiz gerekli
ta ki, aramızda ihtilafa düşmeyelim

kureyşliler, bu kurnaz teklifin sahibini 
tedbir hususunda da dinlemek istediler
sen … bize bu husustaki görüşünü, kanaatini 
tedbirlerini de söyle
biz de aynısını söyleyelim 
aynı şekilde hareket edelim

velid, önce onların kanaat ve görüşlerini 
öğrenmek istiyordu
kureyş müşrikleri fikirlerini beyan etti
kahindir deriz

velid…
hayır …vallahi o, bir kahin değil
biz kahinleri gördük
onun okuduğu şeyler
öyle kahin mırıldanışları 
düzmeleri cinsinden değil
kahin doğru da söyler, yalan da.
amma, biz muhammed'in 
hiçbir yalanını görmedik ki

müşrikler…
o halde mecnun  diyelim
velid, bu görüşe de itiraz etti
hayır…o mecnun da değil
delileri gördük
deliliğin ne olduğunu biliriz
onun hali bir delininkine asla benzemiyor

topluluktan üçüncü teklif geldi
öyle ise şairdir deriz
velid bu görüşü de doğru bulmadı
hayır… o şair de değil
biz şiirin her çeşidini biliriz
onun okuduğu bunların hiçbirine benzemez

müşrikler
o halde sihirbaz ,büyücü deriz
bu fikirler de velid'ce makbul sayılmadı
hayır…hayır 
o sihirbaz da değil
biz hem sihirbazlar
hem de yaptıkları sihirlerini gördük
onun okudukları
ne sihirbazların okuyup üfledikleridir 
ne de düğümleyip bağladıkları

bütün tekliflerinin reddedildiğini gören müşrikler
işi velid'e havale ettiler
o halde ey abdüşşems'in babası
ne diyeceğimizi sen söyle…
velid'in konuşması şaşırtıcı oldu

vallahi …
onun sözlerinde apayrı, bambaşka bir tatlılık var
onun okuduğu sözden tatlı söz olamaz
o bir nurdur
onun öyle bir tatlılığı vardır ki
sanki kökü çok verimli toprakta
suyu bol bahçelerde yükselen 
dalları ise etrafa uzanan 
gür meyveli bir hurma ağacıdır, o

müşrikler, bu ifadelerden telaşa kapıldılar
akıl danıştıkları ve fikir babalarından biri saydıkları 
velid de mi müslüman olmuştu yoksa 
hele ki kendilerini terk edip evine dönmesi 
telaş ve endişelerini büsbütün artırdı
öyle ki
velid, dininden döndü.diye 
söylenmeye bile başladılar

ancak…
velid'in dininden döndüğü filan yoktu
hangi itham ve iftiranın daha uygun olacağını düşünmek için 
evine çekilmişti
kararını verdikten sonra, geri dönüp 
kureyşlilere şöyle dedi

sizin, asılsız ve yalan olduğu kısa zamanda anlaşılacak 
bu dedikleriniz içinde 
akla en yakın olan 
ona sihirbaz demenizdir
çünkü, o öyle büyüleyici bir sözle gelmiştir ki 
o söz …
evlatla babanın, kardeşle kardeşin, karı ile kocanın
kavim ve kabilesiyle şahsın arasını açıyor

bu görüş etrafında birleştiler
artık, peygamber efendimize 
haşa…sihirbaz diyecekler
bu iftira ile halkı kendisinden uzak tutmaya çalışacaklardı

Cenab-ı hak indirdiği ayet-i kerimelerde 
velid bin muğire'nin bu kurnazca tedbir ve planından
kahrolası, nasıl da ölçüp biçti...
buyurarak bahsediyor 
akıbetini de şöyle ilan ediyordu

düşündü, taşındı, ölçtü, biçti 
kahrolası, nasıl da ölçüp biçti
yine kahrolası, nasıl da ölçüp biçti
sonra baktı
sonra kaşını çattı
suratını astı
sonra sırt çevirip kibirlendi
bu olsa olsa eskiden kalma bir sihirdir… dedi
bu ancak beşer sözüdür…dedi

ben onu sakara sokacağım 
sakarın ne olduğunu bilir misin 
o yakmadık bir şey bırakmaz
azabı tekrarlamaktan da vazgeçmez…

alemlerin efendisi müşriklerin iddia ettiği gibi 
bir kahin değildi 
kahinin sözleri karışık ve tahminidir
halbuki, onun söyledikleri hak ve hakikatti
her selim aklın tasdik ettiği gerçeklerdi
karışıklıktan, tahminden uzak
kesinlik ifade eden sözlerdi

o, iddia edildiği gibi mecnun da değildi
çünkü yalnız dostları değil
en azılı düşmanları bile yeri geldikçe 
aklının mükemmeliyetine şahadet ediyorlardı

server-i kainat, iddia ettikleri gibi 
bir şair de değildi
çünkü, onun bahsettiği parlak, nurlu hakikatler 
şiirin hayallerinden beri 
süslemelerine muhtaç olmaktan uzak idi

Cenab-ı Hak… 
müşriklerin bütün iftira, isnat ve tertiplerinden sonra 
indirdiği vahiy ile resulüne şöyle hitap etti

ohalde ey resulüm… 
sen öğüt vermeye devam et
Rabbinin sana verdiği peygamberlik nimeti hakkı için 
sen ne bir kahinsin
ne de bir mecnun

redfer
( Ardıç Dalları Ardında başlıklı yazı redfer tarafından 1.11.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu