Bu yazıda geçenler yaşanmış ve gerçektir..
İnsanın hayatında öyle anlar vardır ki, hiç
umulmadıkları zamanlarda umulmadık bir şekilde ummadıklarıyla karşı karşıya
gelebiliyorlar.
1950 li yılların sonu
1960 yılların başıydı:
Ben ilkokulda okurken çok sevdiğim bir
öğretmenim vardı. Yanlış hatırlamıyorsam adı Tahire Bandırmalıoğlu’ydu.
Bu hanım her öğretmenin olduğu kadar
sevecen,şefkatli biriydi. Öğrencilerini azarladığını görmedim dersem inanınki
yalan söylemiş olmam.
Öğretmenimizin beyi ceza hakimiydi.
Derslerimizde mahkemelerle ilgili konuları işlerken sınıfımızı gruplar halinde
eşinin görev yaptığı mahkeme salonundaki duruşmayı izlemeye götürdüğünü
hatırlıyorum.
Hakim beyde çok efendi biriydi. Hatırladığıma
göre hakim bey sevimli ve güleç yüzlü olup, devamlı bir papyon kravat takardı.
Bu ailenin tek çocuğu kızdı. Öğretmenimizin kızından övgüyle bahsettiğini
hatırlıyorum.
Bize yarım metrekarelik bir bez parçasının
üzerinde ilik açmayı,düğme dikmeyi, yama yapmayı,yırtık dikmeyi öğretirdi. “Öğretmenim
biz erkeğiz,bunlar bize lazım olmaz” dediğimizde “Oğlum, lazım olmaz
demeyin.Yalnız kaldığınız bir zamanda bunlar size de lazım olur”derdi. Dediği
gibide çıktı. Gerek yatılı okurken gerekse askerlikte öğretmenimizin öğrettiği
şeyler çok işime yaramıştı.
Namaz nasıl kılınır,ayakta,ruku’da ,secde de
neler okunur. Secde nasıl yapılırı bilen bir arkadaşımızı ortaya çıkarır
uygulamalı gösterirdi.Yıllar sonra eşimin hastalığı nedeniyle Bursa Devlet
Hastanesi’ndeki tedavisi sırasında doktorların yazdıkları reçetedeki ilaçları
almak için hastanenin çevresindeki bir eczaneye girdiğimde öğretmenimizin
kızını orada eczacı olarak gördüm. Eczacı olmuştu.Kendimi tanıtıp, annesinin
ilkokuldan öğretmenimiz olduğunu söyleyerek ona çok selâm söylemesini
söylemiştim.
Askerliğimi yaptıktan sonra Bursa’da memuriyete
başladım. Görevim tahsilat yapmaktı. Gerektiğinde de devlet alacağı için haciz
uygulaması da yapıyordum.
Yanılmıyorsam 1973 veya 1974 yıllarındaydı.
Bursa’da Çelik palas otelinin hemen batı tarafında elimdeki evrakta ismi yazılı
olan adresi arıyordum.
Apartmanlarda isim ararken ziller de yazılı
isimlere bakar ona göre zile basardım.. Bazen de adreste yazılı olan isim
ziller de olmadığı zaman o apartmana girer en alttan en üste kadar yürüyerek
merdivenleri çıkarken katlarda bazı kapı zillerine basarak kimliğimi söyleyip
aradığım kişiyi tanıyıp tanımadıklarını,tanıyorlarsa bu apartmanda oturup
oturmadığını veya hangi dairede oturduklarını sorardım. Kapısını çaldığım çoğu
kişi,bu apartmanda oturanları tanımadığını söylerdi. Bende teşekkür edip
aradığım kişiyi o apartmanda aramaya devam ederdim.
Yine böyle bir gün girdiğim apartmanın katlarında
elimdeki evraka göre bir mükellefi bulmak için bazı kapı zillerini çalıyordum
ki açılan kapıda ilkokul öğretmenimiz Tahire Bandrmalıoğlu’nun hakim olan
eşiyle karşılaştım. Ne söyleyeceğimi şaşırdım.Sanki dilim tutuldu. Çok kısa bir
müddet sonra kendimi toparlayıp kimliğimi gösterdim ve aradığım kişiyi sordum.
Sevecen ve üzgün tavırla “Tanımıyorum!” dedi. Tam kapıyı örtecekti ki “
Affedersiniz,siz Tahire Bandrmalıoğlu hanım efendinin beyi hakim bey
değilmisiniz ?” diye sordum. “Evet!” dedi. “Eşiniz benim ilkokul öğretmenimdi
!” dediğimde “Yaa..! öylemi ?” demekle yetindi. Halinde çok üzgün olduğu
anlaşılıyordu.
“Acaba öğretmenim hala yaşıyormu?” diye
sorduğumda yüzüme dalgın dalgın baktıktan sonra “Yaşıyor!” dedi. “Peki onu
görebilirmiyim ?” “Öğretmenin şu an yaşıyor ama kendi çok ağır hasta olarak
içeride yatıyor”dedi. “Çok kısa bir sürede olsa öğretmenimi görebilirmiyim
acaba ?” “Doktoru ziyareti yasakladı,doktoru şu anda onun baş ucunda,galiba son
nefesini vermek üzere” dedi. “Kendine gelirse benim selâmımı söylermisiniz
?” dedim. “Tabiki söylerim” dedi ve üzgün bir ifade ile başka bir şey söylememe
fırsat vermeden kapıyı yavaşça örttü.
Merdivenlerde bir müddet karanlıkta öylece
oturduğumu hatırlıyorum.
Neden sonra merdiven ışıklarını yakıp başka işe
bakmadan doğruca evime gittim.
Allah (cc) gani gani rahmet eylesin.
Mekanı cennet olsun.
Nur içinde yat Tahire Bandrmalıoğlu hocam…
Kamil ERBİL