Ahmet, küçük yaşından beri araba lastiklerinin, motor yağının ve paslı egzoz borularının kokusuna aşıktı. Bu kokular ona, her bir arabanın içinde bir sır sakladığını fısıldardı. Babasının isteğiyle değil, kendi tutkusuyla başladığı çıraklık hayatı, onu sanayi sitesinin tozlu ve gürültülü dünyasına çekmişti. Sanayi, Ahmet için sadece bir iş yeri değil, aynı zamanda bir okuldu.
Usta Mehmet, kırklı yaşlarında, elleri nasırlı, yorgun bir adamdı. Konuşmayı pek sevmezdi. Genellikle gözleriyle ve el hareketleriyle anlaşırdı. Ahmet, Usta Mehmet'in bu sessizliğinin altında derin bir bilgelik yattığına inanıyordu. Usta, ona bir motorun sesini dinlemeyi, bir civatanın sıkılığını hissetmeyi, bir kaportanın eğriliğini görmeyi öğretti. Ancak en önemlisi, ona sabrı ve alçakgönüllülüğü öğretti.
Bir gün, tamirhaneye eski, paslı bir Ford geldi. Sahibi, arabanın artık bir hurda olduğunu, ama eşiyle ilk anılarının bu arabada olduğunu ve bu yüzden ondan vazgeçemediğini söyledi. Usta Mehmet, arabayı inceledi, başını salladı ve "Bu iş uzun sürer," dedi. Ahmet, Usta'nın bu zorlu görevi nasıl üstleneceğini merak ediyordu.
Günler, haftalar geçti. Ahmet ve Usta Mehmet, o eski Ford'u baştan sona tamir etmeye başladılar. Her bir parçayı söküp temizliyor, onarıyor veya yenisiyle değiştiriyorlardı. Ahmet, bu süreçte Usta'nın ne kadar titiz ve detaycı olduğunu bir kez daha anladı. En küçük bir pas lekesini bile atlamıyordu.
Ahmet, bir öğleden sonra paslı bir vida sökmeye çalışırken, anahtar elinden kaydı ve parmağını kesti. Canı çok acıdı. O sırada Usta Mehmet yanına geldi. Ahmet'in kanayan parmağına baktı, sonra elini omzuna koydu. "Acele etme," dedi, sesi her zamankinden daha yumuşaktı. "Bu işte en önemli şey hız değil, doğruluktur."
Sonunda, Ford tamir edildi. Araba, eskisinden bile daha güzel görünüyordu. Motoru, neredeyse hiç ses çıkarmıyordu. Arabanın sahibi geldiğinde, gözleri doldu. Eski arabasının bu kadar iyi olacağını hiç beklemiyordu. Usta Mehmet, ona gülümsedi ve "Anılar, hurda olmaz," dedi.
Kamil Erbil
Yazarın
Önceki Yazısı