Bir gün, insan kendi bedeninde başlayan fırtınayı susturamayacağını anlar.
İlk zamanlar öfke olur, isyan olur; “neden ben?” diye sorar içinden defalarca.
Sonra yavaş yavaş kabullenmeye başlar gerçeği. Çünkü anlar ki hayat, sadece
sağlıklıyken yaşanmaz; bazen sancının, bazen korkunun içinden de bir ışık
sızar.
Geceler uzar, düşünceler çoğalır.
İnsanın geçmişi bir film gibi gözlerinin önünden geçer; yaptığı, yapamadığı her
şey.
Ama bir yerden sonra, geçmişin yükünü taşımak yerine, onu kucaklamayı öğrenir.
Çünkü artık zaman, hesaplaşma zamanı değil; şükran zamanıdır.
Artık küçük şeylerin kıymeti bambaşka olur: sabah pencereden süzülen ışık,
bir dostun sesi, bir çocuğun gülüşü…
İnsanın yaşama sebebi değişir; hayata tutunmak için büyük nedenler değil,
minicik güzellikler yeter hale gelir.
Ve belki de en sonunda, insan şunu anlar:
Acı, hayatın sonu değil; sadece başka bir biçimidir.
Yaşam, kabullenince yeniden başlar.
Korkunun yerini huzur alır, öfkenin yerini dinginlik.
Ve insan, kendi bedeninde değil ama kendi kalbinde şifa bulur.
Kamil Erbil