Düşlerimi giydirmeliyim ya da ya da…
Düşler giyindiğim günlerden firar
eden bir bulut muyum da tamah eden yarınlardan uzaktayım?
Ve işte dökülüyorum düş düş.
Dökülüyorum parça parça.
Bir hece iken gece düş gördüğüm her
anda saklı ruhumla varlığımla düşüyorum üşümenin eşliğinde bir kırlangıcın
kanadına tutunuyorum ya da içimdeki kibirsiz sefillikten dem vuruyorum.
Yorgun değil ne ruhum ne bedenim hele
ki daha ilk dakikalarını yaşarken dünyaya geldiğim daha ilk günün de ihbarı
iken içimdeki seyis kamçıladıkça gövdemi kim bilir kimin peşinden nal
toplayacağım?
Hüznüme kefil olacak kâinat.
Mazlum yüreğime de elbet O sahip
çıkacak.
Ve işte kavuşuyorum o tarifsiz kokuya
ve mutluluğa.
Ben bir cennet çiçeğiyim henüz cinnet
geçirmediğime vakıf ve de erdemlerimle aklımla yol alacağım bir dünyanın
ümmetine sığınmak adına ama önce Rabbime ve kendimde.
Kelaynak kuşları belki de en çok
kıskanan lakin zaman içerisinde farkım kalmayacak onlardan.
Mumya gibi sarılmış vaziyette
beşiğimde uyuyorum ve sıcaklığını hissediyorum: masumiyetin ve sevginin ve de
sevilmenin.
Herhangi bir talebim yok henüz: o
kadar cılız ki bedenim ve ufacık ve de tiz sesim sadece ınga diyen minik bir
canlıyım ama tüm dünyanın ve de evrenin kolektif bilincine de sahibim ve
yaşadığım ve de yaşayacağım her an bana çok şey katacak belki de beni benden
çalacak.
Mimarisi insanlığın ve de geleceğin
ve kutsal dokusu ve de rabıtası aşkın ve işte iman gücümle var olduğum sürece
de içimi bozmadan yaşayacağımın da garantisi iken hele ki koruyucu meleklerim
yok mu…
Sessizliğe talibim ve sessizlikle
örülü şu ufacık odadaki varlığım nasıl da kutsal ve mutluluk verici elbet
üstüme titreyen annem ve de kim olduğunu anlamadığım o adam ki…
Ne zaman eve dalsa anında sessizlik
son buluyor ve canhıraş annemin yakarışlarına tanıklık ediyorum. Ve annem adeta
yalvarıyor:
‘’Sevgini bizden esirgediğin kadar şu
zulmü de uzak tutsan ya!’’
Akabinde duyduğum mu?
Anlam veremediğim sesler ve annemin
çığlıkları.
‘’Bir kere bile kucağına almadın
çocuğunu ve hala inanmıyorsun onun babası olduğunu. Ne istesen yapmadım mı bu
güne kadar?’’
Ve annem uzun saatler boyu odama
uğramıyor ve onun canının yandığını öylesine derinden hissediyorum ki üstelik
karnım acıksa bile ses etmeden yatıyorum beşiğimde.
Bir ara kapının aralandığını hisseder
gibi oluyorum. Evet, kapı aralanıyor ve burnuma çok kötü bir koku geliyor. Asla
süt kokusu değil bu. Olsa olsa aslan sütü kokan. İyi de ben bu kokuyu ve
kelimeyi nereden hatırlıyorum ki?
A, doğru ya, şu kolektif bilinçaltı
zırvalığı.
Aslında zırvalık olan an itibari ile
benim ve annemin maruz kaldıkları.
Kulağıma bir ses geliyor bu sefer:
‘’Seni adi karı. Benim çocuğum
olmuyor ki ve sen bana bu p…i çocuğum diye yutturuyorsun. İkinizi doğramadığıma
şükredin. Bu evden gideceğiniz güne kadar elimi dahi sürmeyeceğim o çocuğa.
Babasıymışım, hıh… Duy da inanma.’’
Altıma dolduruyorum korkudan. Ve her
yanım yapış yapış. Ağzım kurumuş ve midem isyanda ve elimde olmadan ağlamaya
başlıyorum.
Biliyorum ki annem de içeride
sessizce ağlıyor. Ya, ona bir şey olduysa?
Tanrım, beni bu kadar cılız ve küçük
yaratman olacak iş mi?
Ne olurdu da şimdi annemin yaralarını
iyileştiriyor olsaydım.
O adam.
Baba demem gereken o adam…
Bu kadar zalim olması olacak iş mi
hem?
Mademki cennetten gönderildim ben iyi
de dünyanın cehennem olduğunu bana kimse söylemedi üstelik onlar mutlu olsun
diye gelmedim mi dünyaya yoksa ne işim olurdu bu uzun yolculukta su dolu bir
kesenin içinde geçen onca zaman…
Hem annemin nasıl canı yandı beni
kucağına alana dek.
Hep mi canı yanar annelerin ve genelde
kadınların ve mazlumların?
Bunları düşünüyor olabilmem hayra
alamet değil hele ki bu ufacık bedende tıkılıp kalmışken düşünsem ne olacak ki?
Bak, işte yine başladı içerideki gürültü üstelik bu sefer canı yanan annem de
değil. Ne yani o iri cüsseli adam mı canı yanan iyi de annem narin ve ufacık
bir kadın nasıl yeter ki gücü?
Bak, yine doldurdum altıma. Ah, şimdi
keşke büyüsem de annemin yanında olsaydım ve kimsenin ona dokunmasını izin asla
vermezdim.
Aman Allah’ım ayak sesi mi bu
duyduğum?
Hemen uyuyor taklidi yapmalıyım yoksa
bu sefer de ağlıyorum diye yakar canımı annemin baba denen o insan müsveddesi.
‘’Bebeğim, bebeğim. Acıktı, değil mi
karnın? Az bekle geliyorum yanına sonra da beraber uzun bir yolculuğa
çıkacağız. Dayan, yavrum sen de annen gibi dayan ve affet beni.’’
Annemmiş gelen demek ki her şey
yolunda. İyi de…
Baba denen adamın sesi nasıl kesildi
bir anda?
Ya, annem kiminle konuşuyor şimdi?
İyi de evde başka kimse yok ki. Yolunda gitmeyen bir şeyler var illa ki.
Hissediyorum. Anne…
‘’Alo. Bir ihbarda bulunacaktım. Az
evvel…’’
Hayır…
Bu, senin suçun değil olamaz anne.
Hem ben her şeyi gördüm ve sana tüm yaptıklarını…
Demek oluyor ki; asıl suçlu benim
hatta tek suçlu. Anne…