Çekingenlikle minvalinde saklanmış
düşleri sağaltıyorum. Hissizliğime çare aramanın bu denli zorlayacağını asla
düşünmemiştim ve yüreğimin tırmığı ile karıştırıyorum dibe vuran tortunun
hüznüme eşlik etmesiyle duygu ve düşünce trafiğim, zincirleme kâbuslara eşlik
ediyor.
Kaygılı mıyım peki hem de hiç
olmadığım kadar? Ya, öncesinde neye denk düşüyordum?
Sabit bir sayı olmanın özlemi var
içimde asla bir denklem olacağımı düşünmemiştim hiç üstelik birden fazla
bilinmeyenin eşlik ettiği bir deprem.
Sahi, deprem mi dedim ben ansızın
sonra da içime çöken bulutların saldığı havayı soludum.
Mizansene eşlik eden siluetler var
belki benim fazlalık arz ettiğim ve depremin-pardon denklemin-kaça denk
düştüğünü asla bilmezken üstelik çözülmesi için bilinmezlerin bir o kadar
eşitlik bulmalıyım.
Karekökünü alıyorum dünümün ve yanıp
sönüyor odanın ışığı.
Karesini alacaksam günün kala
kalıyorum ve üçgen ilişkilerin saçmalığı düşüyor aklıma.
Bir elimde annem bir elimde babam ve
yüreğimin sahibini henüz tayin edememişken.
Başa dönüyorum hani depremin peşi
sıra artçıları sıkıntı yaratırken.
Aslında ben bir sözlüğün ta
kendisiyim üstelik sihirli bir sözlük ve eşleştiğim kelimelerle ip atlıyorum.
Müdürün odasındayım ne de olsa ben
ilk derse girmenin heyecanı ile ondan taktik alıyorum.
Adımı bile hatırlamıyorum ne de olsa
beyin hücrelerim sürekli b/ölünüyor ve ben kayıp giden zamanın hızına
yetişemiyorum. Sahi, ne kadar süre yatmıştım hastanede? Hani perdeleri olmayan
odayı üç kişi paylaşırken ve grafikte kayıtlı ismimle doktor sayısız zikzak
çizerken…
‘’Nasılsınız Perihan Hanım?’’
İşte kafamdaki uğultu yeniden başladı
ve ben hala inkâr ediyorum:
‘’Perihan değil, doktor benim adım.
Benim adım Pervin.’’
Yoksa kızlık soyadımı mı
hatırlamıyorum yine de işkillenip karıştırıyorum çantamı:
‘’Şimdi size ispatlayacağım. İyi de
nerde benim nüfus cüzdanım?’’
Doktor bıyık altından gülümsüyor:
‘’İnanın ki gerek yok. Ne de olsa her
şey burada kayıtlı.’’
Al işte, şimdi de gök gürlemeye
başladı ve ben bağırmaya başlıyorum:
‘’Çamaşırlar ıslanacak ve ben hemen
toplamalıyım onları yoksa çok kızar annem.’’
Sahi, annemin adı neydi?
Hani, ben müdürün odasındayken bu
hastane odası da nereden çıktı ve peşi sıra soruyorum:
‘’Neydi benim okul numaram?’’
İyi de öğretmenlerin okul numarası
olmaz ki: olsa olsa branşı vardır öğretmenin bir de sorumlusu olduğu sınıfları.
‘’Sıkıntı yok’’ der demez arkaya
yaslanıyorum. Yatak oldukça rahat hem bu kadar rahat olmasa bunca zaman uyuyup
kalır mıydım?
‘’Daha ne kadar uyumamı istiyorsunuz?
Sonra da salın beni ki; düğümlerimi çözeyim. Düğüm düğüm olmuş sorularım var
benim ve hatırlamam gereken bir ismim ve toplamam gereken çamaşırlarım.’’
Sahi, benim öğrencilerim neden eşlik
etmiyor derse de sürekli sizle baş başa işliyoruz dersi?’’
Sorular bunaltıyor karşımdaki adamı:
artık adı ya da unvanı ne ise…
‘’Kaygılanmayın, daha vaktimiz var
üstelik henüz şoku da üstünüzden atamadınız. Bir süre daha yatmanız gerekiyor
ki toparlayın kendinizi zaten zamanı gelince bahçeye çıkıp açık havada
dersinizi de işleyebilirsiniz öğrencilerinizle.’’
Adı konmamış bir hasta ve de tanısı
olmayan bir hastalık ve çözülmeyi bekleyen denklemler. Bunca şey gerçek
olabilir mi sahi yoksa aklımın bir oyunu mu tüm olanlar?
Sorular aklımdan geçerken korkuyorum
zihnimdekilerin okunmasından üstelik daha nicesi var düşünmemi bekleyen. Mesela
en kısa zamanda bu odadan firar etmeliyim ve bahçedeki çamaşırları toplayıp peşi
sıra ismimle ilgili kehanetlerde bulunup sır dosyamı açığa çıkarmalıyım. Hem
neyin şokuymuş da üstümden atamadığım ve kim buna sebep olmuş olabilir ki?
Üşüdüğümü fark ediyor adam-sahi
doktor mu yoksa dersine gireceğim kurumun müdürü mü hem denklem deyip dururken
neden hala sallanıyorum ve yerinden oynuyor eşyalar?
Camı hemencecik kapatıyor ve olmayan
perdelerin uçuştuğuna tanık oluyorum. İyi de kim ne ara buraya perde takmış
olabilir ki?
Aklım bana oyun oynuyor olamaz çünkü
ben aklımı yitireli bayağı zaman oldu ve babam bahçeyi sularken annem de
kuyudan su çekiyordu ve ben bahçedeki elma ağacına tünemiş güneşin tadını
çıkarıyordum. Her şey buraya kadar iyi hoş da… ailemin geri kalanı nerede peki?
Ve benim bir de kardeşim olacaktı hani sünnetine saatler kala firar eden ve
günler sonra bir akrabamıza sığındığını öğrenip de sünnetini ertelediğimiz.
Ben hala elma ağacındayım lakin
elmalar kurtlu. Aklım da gel-git’li ve bildiğim tüm sureleri içimden okuyorum
ve kaçırdığım namazların nasıl da sırra kadem bastığını elbette düşünemiyorum
ne de olsa ben namaz kılmayı bilmem üstelik küçücük bir kız çocuğuyum ben ve
gitgide küçülüyorum ve resim soluk bir renk alıyor. Daha demin üç kişiydik
sonra kardeşim eklendi sonra da kurtlu elmalar ve içine kurt düşüp de babamın
tüm elmaları tek seferde dilimlere ayırıp zorla yedirtti anneme.
Ve annem hala kuyudan su çekiyor bir
yandan da elma yiyor ve tüm kurtlar nihayetinde kuyuya düştü.
Artık elma ağacı da görünmüyor ve ben
hala küçülmeye devam ediyorum hani neredeyse nokta halini alacağım ve sünnetçi
avaz avaz bağırıyor.
‘’Size bakıp da iş mi yapılır? Alın
işte tüm randevularımı iptal ettim sırf sizin oğlanın sünnetini yapmak için ta
İstanbul’dan kalkıp buralara geldim. Çocuk meydanda yok ve benim İstanbul’a
geri dönecek param da yok. Bari serum filan takayım acilden birilerine ki yol
parasını denkleştireyim. Ağabey, bir soru sorabilir miyim sana?’’
Babam utancından kıpkırmızı.
‘’Buyur, sor, fenni sünnetçi?’’
‘Sen sünnetlisin, değil mi hani
diyorum ki…’’
Kan çıkacağı belli bu hesaplaşmadan
ve sünnet düğünü çoktan iptal edilmişken bir de sorgulamaya başlamaz mı adam
bizi?
Kulaklarımı bu adam delmişti yıllar
evvel ve ben onun sünnetçi olduğunu bilmiyordum.
Hala elma ağacındayım lakin sadece
bir noktaya tekabül ediyorum ve annem kuyuda boğulmak üzere olan kurdu kuyudan
çıkarmakla meşgul.
Olmayan perdeler uçuşmaya devam ediyor
bu arada ve ben gidip geliyorum aklımın iplerine takılı binlerce düşünce adımı
hatırlamaya çalışıyorum.
Ve nihayetinde izin çıkıyor
adamdan-doktor bozuntusu ve öğretmen karışımı bir adam artık neye izin
verdiyse:
‘’Şimdi gidebilirsin ve istediğini de
yapmakta özgürsün.’’
Mademki gidecektim neden bunca zaman
beni gözaltında tuttular üstelik adımdan bile emin değilken…
Zil çalıyor hem de kulakları sağır
edercesine:
Ve ben avaz avaz bağırıyorum:
‘’Özgürüm artık!’’
Zincirden boşalan bir çığlığın da
eşlik ettiği gürültülü bir kahkaha ile dürtüklüyor biri arkamdan:
‘’Bu resim sizden mi düştü bayan?’’
Resmi elime alıyorum ve sadece üç
tane elma görüyorum resimde bir de kuyudan su çeken bir kadın:
‘’Ben elma sevmem ki.’’
Ve hart diye ısırıyor beni kolumdan,
resimdeki kadın:
‘’Bak, artık bileğinde diş izimden
ibaret devasa bir saatin var, kızım.’’
‘’Saat kaç?’’
‘’Uyanmana vakit var daha. Zamanı
gelince uyanacaksın ve her şeyi öğreneceksin. Şimdi gitmeliyim ve kuyuda kalan
son suyu da çekip elma ağacını sulamalıyım. Al ve ye bu elmaları.’’
‘’Ben elma sevmem ki.’’
‘’Ama baban senin için aldı o bahçeyi
ve onca elma ağacını. Yeter ki; sen uslu bir kız ol ve adını hatırla bir de
okul numaranı.’’
‘’Perde kapalı kalsın. Işık alıyor
gözümü.’’
‘’Gerek yok ne de olsa elma ağacının
gölgesi düşüyor üstüne. Dikkat et inerken ağaçtan da takılmasın ayağın
elmalara. Sonra da çamaşırları toplayıp dersine gir.’’
‘’Çok yorma kendini.’’
‘’Sen de çok düşünme yoksa yok olup
gidersin tıpkı benim gibi.’’
‘’Sesini alamıyorum ve artık
göremiyorum da seni. Dikkat et de düşme kuyuya. Yoksa kuyuya düşen ben miyim?’’