Huy


İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur derler ve hatta can çıkar huy çıkmaz diye de eklerler. Peki, gerçekten de böyle midir? İnsan ömrü boyunca hiç değişmez mi? Dünyada değişmeyen tek şey gerçekten de değişimin kendisi değil midir? Bu yazımda bu konuya kendimce değinmek istiyorum. Elbette konunun uzmanı değilim. Ancak dünkü çocuk da olmadığım aşikâr artık. Keşke dünkü çocuk olarak kalabilsek. Yaşlanmak tecrübe kazanmak ve olgunlaşmak açısından elbette iyi ve sanırım tek iyi yanı da bu.

 

İnsanın atasözleri ve deyimlerde bahsedilen “huy” olarak isimlendirilen tarafı esasında nedir? Huy kelime anlamı; “insanın yaradılış ve ruhsal özelliklerinin, kendine özgülüklerinin tümü ve içgüdü durumunu almış, vazgeçilemeyecek alışkanlık” olarak sözlüklerde yer almaktadır.  Bense huyu bir tür duruş biçimi ve bakış açısı olarak değerlendiriyorum. Şöyle ki hayatı bir otobüs yolculuğuna benzetirsek, bu otobüs yolcuğunda tüm yolcular otobüsün farklı yerlerinde konumlandığından hepsinin bakış açısı da farklı olacaktır. Bu konumsal farklılık insanın coğrafik yerleşimi ve genetik mirası ile yakından ilgilidir. Bu otobüste kimi yolcu cam kenarında, kimi yolcu koridor tarafında, kimi yolcu oturuyor, kimi yolcu ayakta, kimi yolcu şoförün arkasında, kimi yolcu en arkada ve hatta kimi yolcu bagajda kimi yolcu ise otobüsün üzerinde seyahat ediyor. Her yolcunun da durağı farklı. İşte bu konumsal farklılık yüzünden kimisi güneşten şikâyet ediyor, kimisi rüzgârdan, kiminin hiçbir şikâyeti yok ve kimisi nefesi dahi güç alıyor. İşte bu farklılık, bu oluşan bakış açısı insanda huy dediğimiz kendine özgülüğün oluşmasına neden oluyor. Yani kimisi inatçı oluyor, kimisi hırslı oluyor, kimisi cimri oluyor, kimisi cömert oluyor, kimisi öfkeli oluyor, kimisi gamsız oluyor ve ne kadar huy varsa işte o kadar değişik huy ortaya çıkıyor Her insanın kendine özgü bir alışkanlığı, kendine özgü bir bakış açısı ve kendine özgü bir huyu oluşuyor. Bu huylar toplumsal açıdan değerlendirildiğinde belki gruplara ayrılabiliyor ancak bireysel manada bir toplulaşma olması pek olası görünmüyor. O halde sorulması gereken esas soru şu olsa gerek: İnsan bu huy dediğimiz şeyden gerçekten de kurtulamaz mı? Yoksa değişim, insanın huyundan bağımsız olarak sadece davranışlarında mı tezahür eder? Bunu anlayabilmek için belki de önce değişimin ne olduğunu anlamak gerek. Değişim, bazen bir çocuğun ilk adımıdır, bazen yaşlı bir adamın hayatı boyunca ilk defa “özür dilerim” diyebilmesidir. Bazen bir kadının kendi hayatı üzerinde ilk kez söz sahibi olmasıdır, bazen de bir adamın yıllarca inandığı doğrularından sessizce vazgeçişidir.

 

Ne var ki huy dediğimiz şey, değişimden nasibini almak konusunda biraz inatçı, biraz tutucu, hatta biraz da mağrur bir misafir gibidir insanın içinde. O yerini öyle kolay kolay kimseye bırakmaz. Alışkanlık dediğimiz zincirler, bazen sandığımızdan çok daha kalındır ve bu zincirleri kırabilmek, dışarıdan bakıldığında küçük gibi görünen ama aslında büyük devrimlerin ta kendisidir. Yine de insan değişir mi? Elbette değişir. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir sözü, boşuna söylenmiş bir söz değildir. Fakat mesele, insanın ne kadar değiştiği değil, hangi yönlerinin değişmeye direndiği meselesidir. Bir insan yıllar içinde fikirlerini değiştirebilir, yaşam tarzını değiştirebilir, inançlarını, alışkanlıklarını hatta dost çevresini bile değiştirebilir. Ama çocukluğundan, hatta belki de bebekliğinden beri ruhunun derinliklerine işlemiş o bazı huylar. İşte onlar yerinden pek kımıldamaz. Belki bu yüzden bazı insanlara baktığımızda, “Sen hiç değişmemişsin” deriz. Oysa onun hayatı, düşünceleri, görünüşü bambaşka olmuştur. Ama bir bakışı, bir lafı, bir tavrı, bir inadı, bir sevgisi ya da sevgisizliği yerli yerinde duruyordur. Çünkü huy, bir nevi insanın imzasıdır ve insan bazı imzalarını, farkında olmadan, hayatı boyunca taşır. Buna rağmen değişim imkânsız mıdır? Sanmam. Zira insan, bazen mecbur kalır değişmeye. Hayat, öyle keskin virajlar çıkarır ki önüne, o virajları alamazsan devrilirsin ve bazen o devrilmek bile bir değişimin başlangıcıdır. Ne diyordu Mevlânâ: “Düştüğünde kalkabiliyorsan, değişiyorsun demektir.” Huy belki kolay kolay terk edilemez, ama huyun etrafına örülen davranışlar, düşünceler, alışkanlıklar değişebilir. Zamanla o değişim, o katı gibi görünen huyu bile yumuşatabilir.

 

Bir de zamanın kendi öğretisi vardır. Zaman, insana öyle şeyler yaşatır ki, yıllarca bir dağ gibi dik duran o huy, bir bakarsın bir nehre dönüşmüş, yolunu bulmuş, akıp gidiyor. İnsan da şaşırır bazen kendine: “Ben eskiden böyle biri değildim,” der. Belki de insanın huy dediği şey, aslında zamanla yoğrulan bir hamurdur da biz onun taş gibi kalacağını zannederiz. Sonra hayat öğretir insana; bir gün inat ettiğin şeyin, aslında ne kadar gereksiz olduğunu; öfkeyle kalktığın masaların, zararla sonuçlandığını; cimriliğin, cömertlik kadar zenginlik getirmediğini; kırmanın, kırılmaktan daha ağır bir yük olduğunu. İşte o zaman anlar insan; değişmek, bazen huyunu terk etmek değil, huyunun içindeki fazlalıkları törpülemektir. Biraz daha sabırlı olmak, biraz daha sakin kalmak, biraz daha anlamaya çalışmak. Bütün bunlar huydan bir şey eksiltmez belki ama huyun daha güzel bir surette ortaya çıkmasını sağlar.

 

Velhasıl kelâm, insan yedisinde neyse yetmişinde de odur derler. Ama ben derim ki; insan yedisinde hangi toprağın taşını, hangi ağacın gölgesini, hangi annenin şefkatini, hangi babanın nasihatini, hangi arkadaşın gülüşünü gördüyse yetmişinde de o izlerle yürür. Fakat o izler, zamanla yağmurda ıslanır, güneşte kurur, toprakta şekil değiştirir. Yol aynı kalır belki ama yürüyen değişir ve belki de mesele, tamamen değişmek değil mesele; değişime direnmeden, güzelleşerek, olgunlaşarak, insan kalabilmek. Çünkü insan dediğin, bazen değişen bir nehir, bazen aynı kalan bir dağ, bazen de hem nehir hem dağ olabilen bir yürektir.

( Huy başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 7.04.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu