Bir düşe teslim olmaktı aşk ve
pervasız sayacı yüreğin nihayetinde dımdızlak kalmak neydi ki? Üstelik severek
büyüyen bir yürekte tecelli eden huzur bazen hüzün derken devasa bir sessizlik
ta ki el yordamıyla bulana değin kendimi bir mermer mezar başlığının ta dibinde
aşka hükmeden bir zalim de değil üstelik Allah rızası için severken kırılan
tabular bazense…
İçine konacağım tabutun tozunu
alırken el yordamı elden ayaktan düşmeden hem insan daha çok sevip daha çok
şükretmemeli mi?
Yorgun satırlarım yok, hafız.
Gel gör ki; kırık bir sazım var bir
de yüreğim asla da hatmedemediğim bir rüzgâr beni benden eden.
Huzura aç bir mevsimdeyim hiç
olmadığım kadar belki de ondandır bunca hüzne sarındığım akabinde çıktığım o
uzun ve dik yokuş üstelik mola vermeden yaşamak değil mi güzergâhım ve
yakınmadan ve aldırmadan sağdan soldan esen suni rüzgârlara üstelik beni
yaşatan ve sürükleyen tek rüzgâra teslim oldum kendimi bildim bileli.
Belki de kendimi bilmezken ve g/izini
sürerken içimdeki seyyah cücenin ne devdim ben ne de devirdim önüme geleni.
Ne sevmekten bıkmıştım üstelik ve
şimdilerde: kendimi eksik hissettiğim ne zamanki birilerine benzemeye kalkışsam
ve tek rol modelim elbet geçmişten geleceğe uzanan Peygamberim ve sefasını
sürdüğüm hüzün ve huzur tadı damağımda kalan hiçbir şey de yok hani haricinde.
Latif bir gölge arz eden.
Talebim ise sadece aşkla devinen bir
ruhtu.
Denk geldiğim nimetin her kırıntısına
da talibim ezelden.
Yansız yanan bir ateşim ve o
meddücezir ki ilkelerime sahip çıktığım kadar esef etmiyorum düzenden.
Susuz çaylar var ve dere yatakları
başımı koymadığım bir döşek de değil üstelik ve üstümde rahmetten bir yorgan ve
kış uzatmışken başını direniyorum da güneşe ve seviyorum karanlığı hele ki
kimselerin göremediği o aydınlık yok mu bana göz kırpan gecenin teninde dolaşan
ruhum ve imtiyazı sözcüklerin az sonrama kefil olan da sadece Rabbim iken.
Mevsimin buğulu gözleri.
İçimdeki yanardağ.
Üstelik bu dağı bellemişken içimdeki
görünmez o devasa rahmeti.
Buzdanmış kimi yürek ve üşüten.
Aşkla hırkamı dokudum ben ve dünden
gelen bir mevsimin son kırıntısıyla geçiş yaptım dünya denen düzene ve
kimselere benzemediğim kadar da öykündüğüm bir yürek ki dündeki neşemde kalan
çocuk gülüşlerim ve açmaya doymayan yediverenim.
Mahcup bir edası var gecenin ve işte
hüzün çıkmazına serildim ve sarıldım da O haşmetli dağa ve yamacında açan
gelincikler gibiyim nazlı nazlı açıp solan ama soldurmayan rahmeti ve
güzellikleri.
Kırılgan benliğim ve yüreğim.
Vücut denen ne ki?
Addedilen sadece huzurlu bir ruh ve
aşka tapınan mevsimlerden düşen payıma elbet koruduğum kadar koruyacağım bana
sunulan bedeni ama ruhumu doyuruyorum ben: hem künyemde saklı değil mi acılarım
ve yalnızlığım hem sahip çıkan bana Rabbim akabinde nice insan yâd ettiğim
dünümü kurduğum gönül köprüleri ile sektiğim bir yürekten diğerine.
Göğün entarisi ve de.
Ah, dökümlü etekleri yüreğimin.
Çalım attığım iblis ve zalim ve işte efkârımla
demlendim yeniden ve gecenin mazbut b/akışı teslim olduğum Nisan yağmurları ve
hiç ekmediğim kadar umut ekiyorum gecenin rahmine ve biliyorum ki yeniden
doğacak sefil benliğim ve aşka itaat ettiğim kadar da hikmetine sahibim
bilinmezin.
Şafağın seyri.
Yüreğin serildiği.
Belki de evren iken şafağı atan ve
insanların birbirine ettiği.
Bense sadece sevgi ekiyorum ve aldırış
etmeden edimlere resmediyorum yüreğimi üstelik kefil olduğum bir aşk ki
sözcüklerin de kırdığı dümen ve bu sefer koşuyorum içimdeki çocuğa: ah, keşke
melekler kadar masum kalmaydı becerseydi insanlık…
Yarım ağız filan da gülmüyorum ve
hakkını veriyorum yaşlarımın ve utanmadan ağlıyorum derken gülüyorum ve
içimdeki o semazen rüzgâr artık fıtratımla nereye sürüklenirsem…
Saçları seyreldi mevsimin ve kışa
davetiye çıkaran soğuk bir gece oysaki daha dün kavrulmuştuk yaz güneşiyle…
Gördüğümden de çok öte anlatamadıklarım
ve sevdiğimden de çok sevmeliyim üstelik gücüm yettiğince.
Firarımsa bedenimden ve andan ve
mekandan ve tescilli benim hislerim: yorgun bir notaysam eğer nokta koyamadığım
da bir özlem ve hayal gücü aşkı anıp sığındığım o ufacık hücrem oysaki tüm
evrende saklı iç sesim ve yetebildiğim kadar dünyayı kucaklama isteğim ki
payidar kılan da illa ki özlem.
Sözlendiğim sözcükler.
Duvağım iken beyaz düzlem.
Yana yakıla sevenlerden de değilim
hani üstelik aşkı şiar edinen eklem yerleri sözcüklerimin doğamda saklı müzmin rüzgâr
elbet uçuşan perçemi gecenin.
Vakur.
Vefalı.
Ne çok sıfat beni bekleyen oysaki
öznemi henüz buldum ben.
Mademki kayıptı öznem dün, yarına
sarıldım şimdi ve andıkça sevgiyi kılavuzumsa gönül gözüm her açmazda ve her
aymazlıkta bana eşlik eden bir cennet bahçesi kopup da geldiğim yeryüzünden ve
akla zarar içimdeki o yürüyen merdiven nihayetinde tepe noktasında bir yer
edindiğim ne zamanki baksam aşkın İlahi penceresinden…