Kopamamak

Bazı şehirler, insanın
içinde bir iz bırakır, yaşadığım şehir gibi. Onları terk ettiğini sanırsın, ama
aslında sen onların bir parçası olmuşsundur, kopamazsın. Bir ağaç düşün;
kökleri toprağın en derinine kadar uzanmış, dalları ise gökyüzüne doğru
yükselmiş. Rüzgâr her estiğinde sallanır, bazen yapraklarını kaybeder, bazen
gövdesi çatlar. Ama ne kadar uzaklaşsa da, kökleri hâlâ aynı yerde durur.
Bu şehir, benim köklerim
gibiydi. Gidebilirdim, farklı sokaklarda yürüyebilirdim, hatta yeni bir hayat
kurabilirdim. Ama içindeki bir şey, buraya bağlıyordu. Çünkü bazı yollar sadece
gidiş için değil, hatırlamak için de varmış, bunu öğrendim. Burada bıraktığın
hatıralar, sönmemiş bir kandil gibi içinde titreyerek yanmıyordu. Terk ettiğimi
sandığın sokaklar aslında beni unutmadı. Ben onları geçmişin bir parçası olarak
görmeye çalıştım, ama onlar beni kendi içlerinde anılarımla unutmadılar. Bir
nehir düşünün; yüzeyi bazen dalgalanır, bazen durgunlaşır. Ama nehir ne kadar
uzağa akarsa aksın, kaynağını inkâr edemez. Ben de bu şehri unutamadım çünkü benim
hikâyem burada başlamıştı ve ben bu şehirde doğmuştum. Ve her geri dönüşünde,
nehrin eski yatağına suyun tekrar dolması gibi, hatıralarım yeniden yüreğimde
silinmeden canlanıyordu.
Belki burada kalman
gerekirdi, belki yolum buradan geçmek zorundaydı,ama gurbet çıktı karşıma.. Ama
bazı şehirler sadece yollarıyla değil, izleriyle de insanı içinde saklar. Çünkü
bazen gidemezsin, çünkü bazı anılar, sen yürüdükçe seni geriye çağırır. Sokağımın
adı artık eskisi gibi hatırlanmıyordu belki. Paslanmış tabelası, rüzgârla
hafifçe sallanıyor, harflerin silikliği zamanın dokunduğu her şeyi anlatıyordu.
Buraya her gelişimde, taş duvarların arasında sıkışmış bir geçmişin nefes
aldığını hissederim. Bir zamanlar buradan geçerken, köşedeki eski kitapçıda
dururdum. O küçük dükkân, rafları eğilmiş kitaplarla doluydu, kimi yeni, kimi
yılların tozuna bulanmış. Sahibi yaşlı bir adamdı; sessiz, ama bakışlarıyla
yılların tanıklığını içinde taşıyan biri. İlk kez buraya girdiğinde, masanın
üzerine bırakılmış eski bir defter dikkatini çekmişti. Sayfaları sararmış,
köşeleri yıpranmıştı. Karıştırmaya başladığında, içindeki satırların birine
takılıp kalmıştın:
“Bazı sokaklar, insanlar
gibi yaşlanır. Ama hatıraları, duvarların arasında yaşamaya devam eder.”
O gün o defteri almadan
çıkmıştın ama içindeki cümle zihnine yerleşmişti. Çünkü bazı sokaklar sadece
bir yol değil, içinde bir hayatı saklıyordu. Şimdi yeniden burada durdum.
Kitapçının camları çok tozlanmıştı, tabelası yerinde bile değildi. Ama hafif
bir rüzgâr estiğinde, sokağım hâlâ seni çağırıyordu. O cümle, yıllar sonra bile
aklımdaydı. Bazı sokaklar, bizi geçmişimize bağlayan ince bir çizgi gibiydi.
Gittiğini sanırsın, ama bir gün geri döndüğünde fark edersin ki aslında hiçbir
zaman ayrılmamışsın.
Dükkânın kapısı ağırdı.
Her açıldığında eski bir hikâye gibi gıcırdardı. İçeri girerken, raflardan
yükselen hafif toz kokusu beni sarmalardı. İçeride kimse olmazdı çoğu zaman,
ama rafların arasında yankılanan sessizlik, burada yıllardır unutulmuş eski
hayatımın hatıralarımın yaşadığını hatırlattı. Raflar eğilmişti, kitaplar üst
üste yığılmıştı. Bazıları köşelerinden yıpranmış, kimi sayfaları sararmıştı.
Bir kitabı eline aldığında, parmaklarının ucunda bir geçmiş hissederdin, sanki
dokunan herkesin izleri, anıları kâğıda sinmişti. Tezgâhın kenarında, zamanın
izini taşıyan küçük eski bir masa vardı. Üzerinde mürekkebi solmuş not
defterleri, kapakları hafifçe açılmış dergiler… Masanın tam ortasında, belki de
yıllardır orada duran, sayfaları kıvrılmış bir kitap vardı. Bu kitap, dükkânın
en sessiz anlatıcısıydı; konuşmazdı ama burada kalan herkes ona bakardı. Kitapçı,
dükkânın bir köşesinde sessizce otururdu. Yaşlıydı, ama gözleri hâlâ merakla
doluydu. Bir müşteri içeri girdiğinde, fazla konuşmazdı,çünkü burada kelimeler
değil, her şeyi kitaplar anlatırdı.
Bir gün, masanın
üzerindeki deftere gözün takıldığında, eski mürekkeple yazılmış bir cümle
gördün: “Bazı hikâyeler, anlatılmadan da yaşar.”O an, bu dükkânın yalnızca
kitaplarla dolu bir yer olmadığını fark ettim. Burası, geçmişi saklayan ama
aynı zamanda yaşatan bir yerdi. İçinde kalan şey, yalnızca toz ve sayfalar
değildi, burada her raf, bir zamanlar anlatılmış ama kimseye söylenmemiş bir anıları
saklıyordu. Dükkânın içi, zamanın içinden süzülüp gelmiş bir sahne gibiydi.
Raflar, tozun ağırlığını taşıyor; kitaplar, sessizce bir şeyler anlatmak ister
gibi duruyordu. Burası yalnızca bir kitapçının ötesinde bir yerdi, unutulmuş anıların
saklandığı bir muhabbet meclisiydi. Masada duran eski kitap, sayfalarının
arasında bir tarih taşıyordu. Kapağı hafifçe kalkmış, kenarları yıpranmıştı.
Onu eline aldığında, ilk sayfanın köşesinde yazılmış ince bir not dikkatini
çekti: “Bu hikâye burada yaşandı ama hiç kimse anlatmadı.”
O an, içimde garip bir
his belirdi. Kitabın sayfalarını çevirmeye başladığımda, eski mürekkeple
yazılmış satırlar gözlerimin önüne serildi. Kelimeler, sanki buraya gelmiş olan
benim anılarını saklıyordu. Kitapçı, tezgâhın arkasında sessizce oturuyordu.
Gözleri, buradan geçen herkesin taşıdığı hikâyeleri biliyor gibiydi. Benim
kitapta kayboluşumu izlerken, hafifçe gülümsedi.
“Bazı hikâyeler, okunmak
için değil, hatırlanmak için yazılır,” dedi. Dükkânın içinde yankılanan
sessizlik, bu sözleri daha da güçlü hale getirdi. Çünkü burada kelimeler
konuşmuyordu, hatıralar fısıldıyordu. Kitabın sayfalarını çevirdikçe, harflerin
arasında kaybolan bir geçmişin fısıltılarını duyuyordum. Mürekkep, zamanın
ağırlığıyla solmuş, bazı kelimeler neredeyse silinmişti. Ama yine de, sayfalar
konuşuyordu. Bir bölümün başında, diğerlerinden farklı görünen bir cümle vardı:
“Bu şehirden burada oturan ve giden, gelip geçen herkes, burada bir iz bırakır.
Ama kimse bunun farkına varmaz.”
Dükkânın içine göz gezdirdin. Rafların arasında kaç kişinin elleri dolaşmıştı? Kaç kişi bu kapıyı açmış, kitaplara dokunmuş ama ardında bıraktığı hikâyeyi hiç fark etmemişti? Kitapçının gözleri, benim fark ettiğim bu sırrı çok önceden görmüş gibiydi. Sessizce yaklaştı, masanın köşesine yaslandı. “Bu kitap yıllardır burada,” dedi. “Ama herkes onun yalnızca eski bir hikâye olduğunu düşündür.” Ben gözlerimi kitaba indirdim. Sayfalar arasında, başka satırlar gizleniyordu. Daha önce fark edilmemiş, belki de kimsenin dikkatle okumadığı cümleler. “Bazı insanlar bu şehre yalnızca geçmek için gelir. Ama şehir onları hatırlamayı bırakmaz.” Dükkânın içindeki havanın ağırlaştığını hissettim. Çünkü bu yalnızca bir kitap değildi bu, şehrin kimseye söyleyemediği benim ve gelip geçenlerin anılarıydı, bu şehirde kopamayanların mısralarıyla aşkıyla doluydu, vesselam.
Mehmet Aluç