ZİLLER VE KAŞIKLAR
Günce – Haziran Ortası, Tatil Dönüşü
Parmaklarım telefonumun tuşlarına nasıl belirli bir ritimle dokunuyorsa, şu anda da zillerin ritmini duyuyorum. On bir Haziran'da, Bodrum’da güneş batmaya hazırlanıyordu ve ben o ana geri dönüyorum, sevgili güncem.
Aydın Bey, güneşten yanmış kavruk teniyle, ucu kıvrık bıyıkları arasında sanki sürekli gülümseyen bir ifadeyle çıkıyor sahneye. Oyuna girmeden önce şöyle bir gömleğini düzeltiyor, sonra zillerini takıyor. Zillerin sesi, onun kahkahasına karışıyor ve ortama öyle bir sıcaklık yayılıyor ki o an… Sanki sahil serinliğini bile bastırıyor.
Aydın Bey sadece dans etmiyor aslında, bizi de oyuna çağırıyor. Her adımında bir mizah, her omuz kıpırtısında bir samimiyet var. “Süper Mario” benzetmesi boşuna değil; çocukların olduğu kadar turistlerin de gözdesi. Her gittiğimiz tatil köyünde mutlaka tanınıyor. Ama onun asıl özelliği, o babaç haliyle devre arkadaşlarını bir araya getirebilme becerisi. Her sene büyük bir çabayla organize ediyor buluşmaları. Önce yoklama alır gibi bir bir arıyor herkesi. Sonra oteller, tarihler, yemekler… Ve sonunda o akşamüstü sahnesi: zilleriyle karşımıza çıkışı.
Sahneye Ömer Bey de katılıyor bir süre sonra. Tok sesiyle, kalın kaşlarıyla, dans ederken arada yaptığı minik çılgınlıklarla hemen fark ediliyor. Onun da parmaklarında ziller, avuçlarında tahta kaşıklar. Her vuruşta bir başka coşku, bir başka anı canlanıyor gözlerimizde. Sonradan öğrendim, Kırıkkale'liymiş. Engin anlattı. Hani diyorum içimden; bir Trakya neşesi, bir Ege sıcaklığı, bir İç Anadolu dirayeti toplanmış bu adamlarda.
Aydın Bey’le aralarındaki uyum, yılların dostluğundan öte bir şey… Birbirlerinin adımını ezberlemiş gibiler. Bir omuz kıpırtısıyla başlıyorlar, sonra ayaklar... Sonra kaşıkların tıkırtısı zillere karışıyor. Bir an gözümü kapatıyorum, sahnede değiliz de bir köy düğünündeyiz sanki. Harman yerinde. Ay ışığı altında.
Acaba onlar hiç düşündü mü, ellerindeki bu zillerin, bu kaşıkların nasıl bir geçmişe sahip olduğunu?
Ben düşündüm sevgili güncem.
Ve merak ettim.
Sonra araştırdım.
Meğer parmak zilleri, Osmanlı saray eğlencelerinde başlarmış yolculuğuna. Oradan halkın düğünlerine, şenliklerine karışmış. Özellikle seyirlik halk eğlencelerinde, köy düğünlerinde, orta oyunlarında ritim vermek için sevilmiş. Hâlâ da sevilmekte.
Tahta kaşıklar ise yalnızca sofrada değil, sahnede de yerini almış. Silifke’den Konya’ya, Antalya’dan Burdur’a kadar nice elde çalınmış, nice sözsüz duaya dönüşmüş. Anadolu'da kaşık çalmak hem müzik hem dans hem de bir ifade biçimi olmuş. Ses çıkardıkça sanki geçmiş dile geliyor.
Aydın Bey’in ellerinde ritim tutan o zillerde ben biraz da geçmişin izlerini duyuyorum.
Ömer Bey’in avuçlarında tıkırdayan kaşıkların her sesi, içimdeki kalabalığın yankısı gibi.
Bu sadece bir devre buluşması değildi aslında.
Bu bir hatırlama ânıydı.
Birlikte geçen zamanın, dostluğun, kültürün…
Ve biz farkında olmadan, o akşam güneşle birlikte eski bir halk masalına karıştık.
> Neyse sevgili güncem, ziller parmaklarımda değil belki şu an…
Ama bu satırları yazarken içimde bir ritim var, sen de duyuyorsun değil mi?
Hem seneye tekrar oynarsam, yazmayı bırakır, sadece dans ederim.
Anı defteri değil, oyun defteri olur çıkarsın!
H. Çiğdem Deniz
(
Ziller Ve Kaşıklar başlıklı yazı
çitlembik tarafından
6/21/2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.