İmam MÂTÜRÎDÎ (ra)

 

Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandî (ö. 944) Mâtürîdiyye mezhebinin kurucusu, müfessir ve fakih.

Semerkant’ın (Özbekistan) Mâtürîd (Mâtürît) mahallesinde doğan yaklaşık bir asır ömür süren İmam Maturidi kendi adıyla anılan itikadi mezhebin kurucusu sayılır. Doğduğu yere nispeten Maturidi, bölgeye nispeten Semerkandi mahlasıyla bilinmektedir. 

Mâtürîdî Hanefî mezhebinin dördüncü, hatta üçüncü kuşak âlimlerindendir.  İmam Mâtürîdî Hanefi fıkıh geleneğinin önemli bir temsilcisidir. Fıkhın hem metodolojisi ve hem de meseleleri hakkında eserler vermiştir. Takipçilerinden Alâeddin es-Semerkandî, bu konuda şunları nakletmektedir.  “Fıkıh usûlü ilmi, kelâm usûlü ilminin bir dalıdır. Dal (fer‘) kökten (asıl) türer, ondan türemeyen onun neslinden olmaz. Bu bakımdan bu alanda (fıkıh usülü) yazılan eserin, kitabın müellifinin itikâdına muvafık olması kaçınılmazdır. Fıkıh usulü alanında yazılan eserlerin çoğunluğu ise usulde (itikâdda) bize muhalif olan Mu‘tezile’ye yahut fürû‘da (fıkıhda) bize muhalif olan ehl-i hadîse (Şâfiîlere) aittir.” ” Bu ilme dair bizim Hanefî alimlerin yazdıkları iki kısımdır:

1. Fürû‘ ve usûl ilimlerini şahsında birleştiren, şer‘î ve aklî ilimlerde derin bilgi sahibi olan kişiler tarafından yazıldığı için son derece muhkem ve güçlü olanlar. İmâm-ı Zâhid, Ehl-i Sünnet’in reisi Şeyh Ebû Mansûr el-Mâtürîdî es-Semerkandî’nin Meâhizü’ş-şerâi‘ ve Kitâbü’l-Cedel adlı eserleri ile onun hocaları ve talebelerinin yazdıkları eserler bu kabildendir.

2. Öncelikle nasların (mesmû’) zahirlerinden fıkhî hükümler elde etmeyi gaye edinen şahıslarca yazıldığı için son derece iyi incelenmiş, mânâlar araştırılmış ve oldukça iyi biçimde tertip edilip güzel ifadelerle yazılmış olan eserler. Ancak bu eserlerin yazarları usûl ilminin inceliklerinin aklî dayanakları konusunda mahir olmadıkları için bazı konularda muhaliflerin görüşlerini benimsemek durumunda kalmışlardır.

Kendisinden pek çok alimler fıkıh ve kelam tahsil etmişlerdir. (Ebû Ahmed el-İyâzî, Ebü’l-Hasan Ali b. Saîd er-Rüstüfağnî ve Ebû Muhammed Abdülkerîm b. Mûsâ el-Pezdevî vb.

Yaşadığı dönemde fıkıh ilminde üstün bir yere sahip olan İmam Maturidi daha çok akaid’e dair görüşleriyle tanınmış ve iki ehl-i sünnet itikad mezhebinden birinin imamı olarak tanınmıştır.      

Mâtürîdî’yi bir ekol sahibi olarak benimseyen ve kelâma dair görüşlerini merkeze alarak Kitâbü’t-Tevḥîd’den sonra ikinci kaynak sayılan Tebṣıratü’l-edille’yi telif eden âlim Ebü’l-Muîn en-Nesefî olmuş, Nesefî ile birlikte Mâtürîdîlik bir kelâm akımı olarak tarihteki yerini almıştır.  Fazlullah el-Ömerî’ye göre, Mu‘tezile kelâmcılarının, Mâtürîdî’nin Ehl-i sünnet mezhebine verdiği güçlü desteğe karşı duydukları şiddetli öfke sebebiyle akaid ve usulde Ebû Hanîfe’nin yolunu izleyen Ehl-i sünnet mensuplarına Mâtürîdiyye lakabını takmışlardır. Eş‘arîlik daha çok Şâfiî ve Mâlikîler arasında, Mâtürîdîlik ise Hanefîler arasında yayılmıştır.

Kelâma Dair Görüşleri. Kelâm tarihiyle ilgili kaynaklar da İmam Maturidi için iki görüş vardır. 1- Kelam alimleri ve araştırıcılar Maturidiyye diye anılan bu ehl-i sünnet mezhebinin asıl kurucusunun İmam Azam Ebu Hanife olduğunu, İmam Maturidi'nin ise onun yazdığı akaid esaslarını akli ve nakl' delillerle tafsil edip desteklediğini kaydederler. 2- Kelam kaynakları Sünnî kelâmın kurucusu olarak Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’yi gösterirse de günümüze intikal eden eserlerden hareket edildiği takdirde bu kurucunun Ebû Mansûr el-Mâtürîdî olduğu anlaşılmaktadır. Mâtürîdî’nin Kitâbü’t-Tevḥîd’i daha sonra Sünnî kelâm eserlerinin ana planını oluşturan üç temel esası (ilâhiyyât, nübüvvet, âhiret) içermektedir.  İmam Mâtürîdî’ye göre dinin gerekliliği konusunda iki bilgi kaynağından yararlanmak kaçınılmazdır. Bunlardan biri akıl, diğeri de nakildir.

Peygamberlerin doğruluğu mûcizelerle sabit olup verdikleri haberlerin kabul edilmesi aklî bir gerekliliktir. Onlardan gelen haber tevâtür derecesine çıkmışsa kesin bilgi doğurur.

Mâtürîdî’ye göre istidlâl (nazar; Bir veya birden çok önermeden başka bir önerme çıkarma, akıl yürütme anlamında mantık terimi.) önceki iki bilgi vasıtasının değerlendirilmesi için kaçınılmaz bir faktördür. Mâtürîdî, aklı kullanmaya karşı çıkanların nefsânî arzulara ve şeytânî tahriklere mahkûm olduklarını belirtir (Kitâbü’t-Tevḥîd, s. 15-17, 20-21, 207-210).

Onun Sünnî kelâm ekolüne model teşkil eden bilgi teorisi içinde yer alan duyuların idraki, haber ve akıl faktörlerinden her birinin günümüze intikal eden iki eserinde de çokça kullanıldığı görülmektedir. Kitâbü’t-Tevḥîd’in âyet indeksinde yer alan 450’ye yakın âyetin muhafazakâr ekole mensup âlimlerin akaid kitaplarında bile yer almadığını söylemek mümkündür. Aynı yöntemin Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân’da daha yoğun bir şekilde kullanıldığı görülür. Mâtürîdî’nin hadis rivayetlerine itikadî konularda az yer verdiği, buna karşılık Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân’da özellikle fıkıh meselelerinin çözümünde bu rivayetlere sıklıkla başvurduğu müşahede edilmektedir.

İmam Mâtürîdî görüşlerini açıkladığı Kitabü’t Tevhid ve Te’vilatü’l Kur’an isimli eserlerinde aklı duyu ve haber yoluyla elde edilen bilgilerin anlaşılması, yorumlanması, problemlerinin çözülmesi ve değerlendirilmesi için vazgeçilmez bir araç kabul etmiş, onu insan olmanın, mükellef tutulmanın ve gerçeğe ulaşmanın temel şartı olarak görmüştür. Aklın gerçekleri anlamadaki rolünü gözün renkleri, kulağın sesleri ayırmasına benzetmiştir.

Ulûhiyyet. Mâtürîdî, Allah’ın varlığını ispat etmek için evrenin yaratılmışlığı (hadesü’l-a‘yân) delilini kullanır. Ona göre yaratılmışlık üç bilgi vasıtasının her biriyle kanıtlanabilen bir gerçektir. a) Kendisinin kadîm olup sanatkârane bir yapıya sahip bulunan kâinatın bütün ünitelerini yarattığını ve yönettiğini söyleyen bir varlığın bu haberi elçileri vasıtasıyla insanlara ulaşmıştır. b) Duyuların idraki yoluyla yapılacak kanıtlama acz ve ihtiyaç esasına dayanır. Şöyle ki: Evreni oluşturan her varlık, çeşitli yönlerden kendisini başkasına bağımlı hale getiren ve yaratılmışlığını simgeleyen zaruretlerle kuşatılmıştır. Tabiat varlıklarında değişim ve yok oluş belirtisi olarak iyi kötü, küçük büyük, güzel çirkin vb. özellikler mevcuttur. Kadîm olan bir varlıkta ise bu tür ârızaların bulunması mümkün değildir.

Allah-ü Teala (cc) nın bazı sıfatlarının yarattıklarına benzerlikler hakkında “Fakat biz insanlar duyulur âlemden elde ettiğimiz izlenimlerle algılayan ve düşünebilen varlıklarız, adlandırma ve nitelendirmeyi de aynı çerçevede yapabilmekteyiz. Eğer gücümüz, başka bir varlığın isimlendirilmediği kelime ve kavramlarla O’nu isimlendirmeye kâfi gelseydi elbette öyle yapardık”. Allah’a nisbet edilen isimler zât-ı ilâhiyyeye lâyık bazı mânaları zihinlere yaklaştıran lafızlardan ibarettir. Bu tür nitelemelerde herhangi bir teşbihin oluşmaması için, (“Onun benzeri hiçbir şey yoktur. Şûrâ 11) anlamındaki ilâhî beyan sıfatlar konusunda herkesin benimsediği bir ilke olmuştur.

Nübüvvet. Sünnî kelâm ekolünde nübüvvete ilk önem veren İmam Mâtürîdî olmuştur.  

İmam Mâtürîdî, Hz. Muhammed’in (sav) Ehl-i kitap dışında kalan topluluklara gönderilmiş bir peygamber olabileceği yolunda ileri sürülebilecek iddiaya vahiy çizgisinin aynı niteliği taşıdığı, birinin kabulüyle diğerinin kabulünün gerekeceği şeklinde cevap vermiştir.

Kazâ ve Kader. 

İmam Maturidi’ye göre, insanların sorumlu oldukları (iradî) fiiller hakkında Ehl-i Sünnet’in görüşü; her fiilin hakikat mânasında hem Allah’a hem kula izâfe edilmesidir. Fiil Allah’a halk, kula fiil ve kesb açısından nisbet edilir. Herkesin fiili hakikat mânasında kendisine aittir. Kimse başkasını onun yapacağı fiil için güçlendiremez ve onun fiilini yaratmaya muktedir olamaz. Kimse de kendi mekânının veya kendi yapısal kuruluşunun dışında herhangi bir fiil gerçekleştiremez. Mâtürîdî, ruhî yetenekleri yerinde bulunan insanın gerçekleştirdiği fiillerde kendisini özgür hissedip dilediğini yapabilmesini ve bunu insan olmanın en üstün özelliği olarak telakki etmesini de bir delil olarak kullanır.

Büyük Günah. 

Onun din anlayışından İslâmiyet’in benimsenmesi kolay, terki zor bir din olduğu yolunda bir sonuç çıkarmak mümkündür. Ona göre iman kalbin dinî gerçekleri onaylaması demektir. İman dairesinden çıkış da dinî gerçekleri reddetmekle olur. Kötü davranışlarda bulunmaktan ibaret olan günahlar kalpteki tasdiki etkilemedikçe iman zedelenmez.  İmam Mâtürîdî, imanın kalbin tasdikinden ibaret olduğunu muhtelif âyet ve hadislerin yanı sıra aklî istidlâllerle de kanıtlamaya çalışır. Bir defa amel imandan cüz değildir. Ayrıca din ve inanç alanında inşallah (İnşallah mü’minim demek) söylemini kullanmak tereddüt ve kararsızlık ifade eder. Bu ise nakil ve akıl açısından doğru olmayan bir davranıştır.

Fıkıhta Hanefî mezhebine bağlı ve İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye son derece saygılı olan İmam Maturidi Mâverâünnehir’deki Hanefi temsilcisi sayılamaz. 

İmam Maturidi ikinci ehl-i sünnet itikadi mezhebi olan Eş’ari mezhebini ciddi biçimde etkilemiştir. Duncan B. Macdonald bu konuda “Son devrin kendi mezheplerine tamamıyla inanmış Eş‘arîler’i az veya çok yüksek derecede birer Mâtürîdîdirler.” tespitinde bulunmaktadır. 

Tefsir İlmindeki Yeri. İmam Mâtürîdî’ ye göre tefsir, âyetin mânasının neden ibaret olduğuna kesinlik derecesinde hükmederek, “Allah’ın muradı şundan ibarettir” demektir. Bu da ancak, âyetlerin ne münasebetle ve hangi konumda nâzil olduğunu bilen sahâbîlerin yapabileceği bir şeydir.

Te’vil ise “bir şeyi aslına ve buna bağlı olarak hedeflenen amacına döndürmek” şeklindeki sözlük içeriğinden hareketle mânayı yönelebileceği istikametlere çevirmektir. Âlimlerin yapabileceği bu yönlendirmede Allah’ın muradının neden ibaret olduğu yolunda kesin belirleme yapmak söz konusu değildir. Buna göre tefsir tek hükme bağlı iken te’vil birden fazla mânaya kapı açan bir fikrî işlemdir.  Yaptığı tevillerde hem ilmî hem takvâ derecesine ulaşan dinî bir ihtiyatla, “Nihaî gerçeği bilen Allah’tır” (vallāhü a‘lem) ifadesini sık sık tekrar eder.

Mâtürîdî’nin tefsir yönteminin onun tefsir ve te’vil anlayışına uygun olarak hem nakle hem akla dayandığını söylemek mümkündür. Şekil açısından âyetlerin tefsirine genellikle kendi anlayışını kaydetmekle başlar. Açıklamalarında çoğunlukla isim belirtmeden “kīle” (denildi ki ...) ifadesini kullanarak çeşitli görüşleri aktarır. Mâtürîdî, izahlarında âyetin âyetle tefsir edilmesinin belki de ilk ve en güzel örneklerini ortaya koyar. Teʾvîlât üzerine yapılan ciddi bir çalışmada, sahâbe ve tâbiîn tabakalarına mensup olup Mâtürîdî’nin kendilerinden nakillerde bulunduğu doksana yakın şahsın adı tesbit edilmiştir. Tefsir yönteminde dönemin meşhur lügat ve tefsir alimlerinden istifade ettiği gibi,  fıkıh konularında Ebû Hanîfe ve talebeleri, İbn Ebû Leylâ, Evzâî, Süfyân es-Sevrî, Mâlik b. Enes ve Şâfiî’ye atıflarda bulunmuş, kelâm alanında daha çok Mu‘tezile mensuplarının görüşlerini nakledip eleştirmiştir.

Onun tefsir anlayışı Kur’an’ı Kur’an’la veya sahih kabul ettiği hadis ve haberlerin yanı sıra semantik yaklaşımlarla, ayrıca aklî istidlâl yoluyla açıklamaya dayanır. Mâtürîdî, tâbiînden itibaren muhtelif şahsiyetlere ait olmak üzere naklettiği görüşleri bazan kabul ve red açısından değerlendirmeye tâbi tutar, bazan da herhangi bir fikir yürütmeyip bahsin sonunda, “Bu meselede aslolan şudur ...” diyerek tenkit süzgecinden geçirir. Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân dirâyet tefsirleriyle (Dirâyet Tefsiri. Re’y tefsiri ve aklî tefsir de denilen bu yönteme göre müfessir rivayet tefsirinin kaynaklarını ve yöntemini kullanmakla yetinmez; yer yer bu kaynakların verilerini eleştirir, rivayetin ortaya koyduğu bilginin yetersiz kalacağı düşüncesiyle ilgili âyeti veya sûreyi yorumlamaya çalışır. Bu tefsir tarzında müfessir daha aktiftir; elinde bulunan kaynakları akıl süzgecinden geçirir, bir bakıma ictihad yapar. Dirâyet tefsiri, ulemânın sonradan ihdas ettiği bir yöntem olmayıp kaynağını bizzat Kur’an’ın kendisinden ve Resûl-i Ekrem’in Kur’an’ı yorumlama biçiminden alır.) rivayet tefsirleri( Rivayet Tefsiri. Tefsir için kaynak olarak sadece Kur’ân-ı Kerîm’i, Resûl-i Ekrem’in sünnetini, sahâbeyi ve sahâbeden faydalanan nesli esas alan ve “me’sûr tefsir” diye de adlandırılan rivayet tefsiri yaklaşımına göre müfessir bu yollarla gelen bilgiyle yetinir ve Kur’an’ı bu kaynaklara dayanarak yorumlar.)arasında, fakat dirâyete daha yakın bir özellik taşır. Ancak hemen her âyette bir aklîlik ve sistematik yaklaşım mevcuttur.

Fıkıh ve Fıkıh Usulündeki Yeri. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, genelde İslâm kültürü ve özelde Hanefî mezhebi içinde önemli dönüm noktalarının birini teşkil eden, fıkıh usulü ve fıkıh ilimlerinin kavramlarının titizlikle tanımlanmaya, bu ilimlerin birer disiplin haline gelmeye başladığı bir devirde yaşamış, fikirleri ve çalışmalarıyla sonraki nesillere ufuk açmış bir ilim ve fikir adamıdır. Mâtürîdî bilhassa teoriyle pratik, usul ile fürû irtibatını sağlayarak ortaya koyduğu çözümlerle fikirlerin daha saf biçimde sunulmasına katkı sağlamış ve en azından yaşadığı coğrafyadaki ilim âlemine kendini kabul ettirmiştir. Kelâm alanındaki görüşlerinin yanı sıra bilhassa fıkıh usulüne ilişkin çalışmaları Semerkantlılar üzerinde etkili olmuş ve kendisi zamanla Semerkant fıkıh okulunun reisi olarak kabul edilmiştir.

Fıkıh dersleri veren ve Hanefi fıkıh geleneğinin önemli bir temsilcisi olan İmam Maturidi hem fıkıh metodolojisi hem de meseleleri hakkında eserler vermiştir. Nitekim sonraki dönemlerde de kendisine “Ehl-i sünnet’in reisi” unvanının yanı sıra “Mâverâünnehir-Semerkant Hanefî fıkıh ekolünün reisi ve en büyüğü” unvanıyla atıfta bulunulmuştur. Bunlardan Meʾâḫiẕü’ş-şerâʾiʿ kaynaklarda kendisinden sıkça iktibas yapılan bir fıkıh usulü eseridir. 

Fıkhın Tarifi ve Kaynakları. Mâtürîdî fıkıh kavramını, “Bir şeyin hem kendisini hem de başkasına delâletini bilmektir” şeklinde açıklar ve burada yer alan “başkası” ifadesinin benzer olsun olmasın onun delâletiyle bilinen her şeyi kapsayacağını belirtir. Diğer yerlerde ise “bir şeyi başkasına delâlet eden benzeriyle birlikte bilmek, görünenden hareketle görünmeyene vâkıf olmak yahut açık (zâhir) olandan hareketle gizli ve kapalı (hafî ve bâtın) olanı bilmek” şeklinde izah eder. Dolayısıyla ona göre fıkıh “şey”i tek başına bilmekten öte bir anlam ifade etmekte ve onu, mânasına nüfuz ederek bağlantılı olduğu anlam kümesi içinde kavramak gibi daha derin bir muhtevaya taşımaktadır. Bu bakımdan fıkıh “bir şeyden istidlâl yoluyla başka bir şeyi tanımak” demektir. Her ne kadar fıkıh ve ilim kavramları gerçekte aynı mânaya geliyorsa da Kur’an’da düşünme ve araştırmayı gerektiren hususlarla ilgili olarak “fıkıh”, duymaya ve habere dayalı bilgilerde ise “ilim” lafzı kullanılmıştır.

Ona göre dinî bilginin nakil ve akıl olmak üzere iki kaynağı vardır (Kitâbü’t-Tevḥîd, s. 5). Esas itibariyle dine ulaşmanın yolu akıl, şer‘î bilgiye ulaşmanın yolu nakildir

Usulünde sünnete büyük önem veren Mâtürîdî’ye göre peygambere itaat Allah’a itaat sayıldığından Resûl-i Ekrem bütün emirlerinde itaat edilecek konumda bulunmaktadır. Bir şey onun emri ise aynı zamanda Allah’ın da emri demektir, zira peygamber Allah adına beyan yetkisine sahiptir. Sünnetin, Kur’an’da beyan edilmiş bir hükmü neshetmesi Allah tarafından Hz. Peygamber’e verilen Kur’an’ı beyan görevinin bir gereğidir.

İcmâı, “delillerden hüküm çıkarmadaki kabiliyetleri ve dindarlıklarıyla tanınan fakihlerin bir konuda emir veya yasak bulunduğunda birleşmeleri” şeklinde anlayan Mâtürîdî’ye göre her bir ictihad tek başına ele alındığında hata ihtimali taşıyorsa da müctehidlerin istek ve amaçlarının çeşitliliğine rağmen ittifak edebilmeleri, ancak hak olan iradesini ortaya koyma ve dilediği hususlarda kullarını hatadan koruma gücüne sahip bulunan Allah’ın lutfu ve onları buna muvaffak kılmasıyla gerçekleşebilir.

Abdülazîz el-Buhârî, Teftâzânî ve Molla Fenârî gibi müelliflerin doğrudan Mâtürîdî’ye nisbet ederek verdikleri “Bahis konusu edilen iki meseleden birinin hükmünün mislini illetinin misline dayanarak diğerinde göstermektir” şeklindeki kıyas tanımı Alâeddin es-Semerkandî, Lâmişî gibi birçok usulcü tarafından benimsenerek savunulmuştur. Mâtürîdî, ictihad ve kıyasın delil olduğunu âyetlere dayandırarak kanıtlamaya çalışmış ve muhaliflerin delil gösterdikleri âyetlerin tefsirinde onların itirazlarını cevaplandırmıştır. İctihad ve kıyasın zaruretine inanan Mâtürîdî’ye göre kıyamete kadar insanların imtihan edilmesiyle ilgili bütün hadiselerin hükmü kitapta apaçık beyan edilmemişse de mutlaka dolaylı olarak açıklanmıştır. Çünkü Allah’ın, yol gösteren ve hükümleri açıklayan âlimler bulunmaksızın kullarını başıboş bırakması düşünülemez.

Mâtürîdî istihsanı, “Bir hadisenin çözümü için irca edebileceği bir asıl ve kurabileceği bir benzerlik bulunmadığı takdirde âlimin yapabileceği en iyiyi tercih için ictihad etmesinden ibarettir” diye tanımlar. Ona göre müctehid iki yol izler: Bazan başkasına bakar, onu örnek alır, buna kıyas denir, bazan da zann-ı gālibe göre hüküm verir, buna da istihsan denir.

Mâtürîdî fetva ve görüşlerinde sahâbeyi taklit etmenin ve naklettikleri haber veya hadisle amel etmenin vâcip olduğunu belirtir. Ancak ona göre sahâbîye uymanın vücûb kazanabilmesi için o sahâbînin fetva vermeye ehil olması ve dengi durumunda başka bir sahâbîden aksine bir görüşün bulunmaması şarttır.

Usulünün Genel Özellikleri. Gerek Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân’dan gerekse kendisine ait usul kitaplarından yapılan alıntılar göz önünde bulundurulduğu takdirde Mâtürîdî’nin usul anlayışının genel özellikleri şöyle sıralanabilir: Tefsirinde Ebû Hanîfe’nin akaide dair el-ʿÂlim ve’l-müteʿallim’inden alıntılar yapan, onun fıkıh usulü ve fıkha ilişkin görüşlerini âyetlerden istidlâl ederek savunan Mâtürîdî, kendisinin fıkıh usulü alanındaki görüşlerini sistemleştirirken de onun kelâmî çizgisini takip eder. Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Mâtürîdî’nin Ebû Hanîfe’nin görüşlerini en iyi bilen, hem itikad hem fıkıhta Ebû Hanîfe’ye en çok bağlı kalan insanlardan olduğunu vurgulamaktadır.

Mâtürîdî’nin düşünceleri etrafında kurulan Semerkant (Mâverâünnehir) Sünnî kelâm ve usul akımı İslâm tarihinde kendine has görüşleri bulunan orijinal bir ekol olarak ortaya çıkmış ve itikadî konularda olduğu kadar fıkıh usulü alanında da çok etkin bir rol oynamıştır.

Hanefî Mezhebinin Gelişimine Katkısı. Mâtürîdî Hanefî mezhebini anlama ve yorumlama, mezhep birikimini sonraki kuşaklara aktarma yolunda önemli çalışmalar yapmıştır. Mezhep imamlarının ve bilhassa Ebû Hanîfe’nin görüşlerinin delillerini ortaya koymanın yanında farklı ya da çelişkili gözükenleri bütün içindeki yerini belirterek mânalandırmaya çalışmakta ve muhalif mezhepler tarafından şer‘î delillere aykırı bulunan mezhep görüşlerinin gerçekte söz konusu delillere aykırı olmadığını izah etmektedir.

Mâtürîdî, mezhep imamlarından gelen mutlak fetvaların özel durumlara uygulanmasının yolunu göstermiş, onların mutlak söyledikleri hükümlerin kayıt ve şartlarını beyan etmiş, göze çarpan fikir ayrılıklarında ya bunların gerçekte ayrılık olmadığını, her birinin farklı şartlar göz önünde bulundurularak söylendiğini açıklamaya çalışmış ya da rivayet ve dirâyet açılarından tercihte bulunmuş, bazan da sentezci bir görüş ileri sürmüştür.

İmamlardan hakkında açıklama bulunmayan konularda da ya kendisi ictihadda bulunarak müstakil bir görüş ortaya koymuş veya mezhep âlimlerinin ileri sürdükleri görüşlerden birini tercih etmiştir. Onun mezhep içi fıkhî faaliyetlerinin büyük bir kısmının mezhep imamlarının ulaştıkları hükümlerin illetlerini tesbite yönelik açıklamalar (ta‘lîl) olduğu ve tesbit edilen bu illetlere dayalı olarak yeni meselelere çözümler getirdiği görülmektedir Bütün bunlar Mâtürîdî’nin, mezhebin fıkhî birikiminin sistemleştirilip bir ekol olarak kurumsallaşmasına önemli bir katkı sağladığını göstermesi yanında onun tamamen bağımsız hareket eden bir müctehid değil bir mezhep âlimi olduğunu ve faaliyetlerini bu çerçevede sürdürdüğünü ortaya koymaktadır.

Bazı fıkıh kitaplarında Mâtürîdî’ye ait ilginç fetvalara yer verilmektedir. Meselâ ona göre her müslümanın çocuğuna, cömert davranma ve sahip olduğu imkânlardan ikramda bulunma alışkanlığını öğretmesi tıpkı tevhidi ve yaratana imanı öğretmesi gibi farzdır. Kendisini ilme adayan herkesin geçimini sağlamak müslümanların görevidir, toplum bu görevini yerine getirmediği takdirde tıpkı zekât borcu gibi zorla ödeme durumunda bırakılabilir. Devlet başkanının kendi devrinin en üstün şahsiyeti olması şart değilse de günahlardan en çok sakınan, işleri en iyi kavrayan ve kamu yararını en iyi bilen kişinin devlet başkanlığına getirilmesi diyâneten daha uygundur. Zulme adalet demek küfrü gerektireceğinden zalim bir sultana âdil diyen dinden çıkar.

Arkadaşı ve öğrencisi Hakîm es-Semerkandî mezar taşına şu anlamda bir ibare yazdırttı: “Burası bütün hayatını ilme adayan, gücünü ilmin yaygınlaşması ve öğretilmesi yolunda tüketen, din yolundaki eserleri övgüyle anılan ve ömrünün meyvelerini devşiren kişinin mezarıdır”

Hanefi tabakat kitaplarında mutlaka biyografisi yazılan İmam Mâtürîdî, “Zamanında ilimde, anlayışta, mezhepleri bilmede ve takvâda yegâne idi” şeklinde tavsif edilmektedir.

Kelâm, tefsir, fıkıh ve mezhepler tarihi alanlarındaki çalışmalarıyla tanınan Maturidi’nin Kitâbü’t-Tevḥîd adlı eseri Sünnî kelâmının klasiklerinden biri haline gelmiştir.

Ebü’l-Muîn en-Nesefî, dinî ve felsefî ilimlerde bu alanlarda ileri seviyede bulunanların kolay kolay elde edemeyeceği çeşitlilikte bilgilere sahip bir şahsiyet olarak nitelediği Mâtürîdî’nin dini ihya yolunda çaba sarfettiğini, hakkı destekleme uğrunda çalıştığını, dinin hakikatlerini araştırma ve bunların ince mânalarıyla derin hikmetlerini ortaya çıkarma düşüncesiyle yoğrulduğunu belirmektedir.

Kelâmda imam olarak kabul edilen Mâtürîdî, akîdeyi güçlendirme ve dini temel görüşleri çerçevesinde müdafaa etme konusunda gerek İslâm dışı akımlara gerekse Mu‘tezile, Havâric ve Bâtıniyye gibi İslâmî mezheplere karşı ciddi bir mücadele vermiş, çağdaş oldukları halde görüştüklerine dair herhangi bir kayda rastlanmayan Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’den daha önce bu alanda etkin bir varlık göstermeye başlamıştır.  Mâverâünnehir’de İslâm düşüncesinin belli bir istikrara kavuşmasında, İslâm’ın ve Hanefîliğin Türkler arasında yayılmasında önemli görev yapmış ve bu etkisi zaman içinde artarak devam etmiştir.

Eserleri. A) Tefsir. Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân. Tefsir yanında kelâm, fıkıh ve fıkıh usulü alanlarında da zengin bilgi ve önemli görüşler içermektedir. Ayrıca İslâmî fırkalar ve İslâm dışı akımlarla dinlere ait inanç ve görüşlerin tenkidi bakımından ihmal edilemeyecek bir kaynaktır.

B) Kelâm. 1. Kitâbü’t-Tevḥîd. Mâtürîdî’nin tam olarak basılmış tek eseri olup kelâm ilminin temel konularını ele almaktadır.

2. Kitâbü’l-Maḳālât.

3. Reddü Evâʾili’l-edille li’l-Kâʿbî.

4. Reddü Tehẕîbi’l-cedel li’l-Kâʿbî.

5. Beyânü vehmi’l-Muʿtezile.

6. Reddü Vaʿîdi’l-füssâḳ li’l-Kâʿbî.

7. Reddü’l-Uṣûli’l-ḫamse li-Ebî ʿÖmer el-Bâhilî. Bu eserde Basra Mu‘tezilesi’nin ileri gelenlerinden Ebû Ömer Muhammed b. Ömer b. Saîd el-Bâhilî’nin görüşleri eleştirilmiştir.

8. Reddü Kitâbi’l-İmâme li-baʿżi’r-Revâfıż.

9. er-Red ʿale’l-Ḳarâmiṭa (fi’l-uṣûl).

C) Fıkıh. 1. Meʾâḫiẕü (Meʾḫaẕü)’ş-şerâʾiʿ fî uṣûli’l-fıḳh.

2. Kitâbü’l-Cedel fî uṣûli’l-fıḳh.

3. er-Red ʿale’l-Ḳarâmiṭa (fi’l-fürûʿ).

4. Şerḥu’l-Câmiʿi’ṣ-ṣaġīr. Muhammed eş-Şeybânî’nin Hanefî mezhebinin temel kaynaklarından olan el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr adlı eserinin şerhidir.

2. Risâle fi’l-ʿaḳāʾid (el-ʿAḳīdetü’l-Mâtürîdiyye). Mâtürîdî ekolünün bir mensubu tarafından yapılan, ekolün sisteminin özeti mahiyetindeki risâle.

3. Kitâbü’t-Tevḥîd. Mâtürîdî’nin Kitâbü’t-Tevḥîd’inden farklı küçük bir risâledir.

            İmam Maturidi hakkında yukarıda naklettiğimiz bilgilerden anlaşılacağı üzere Maturidiyye mezhebi Hanefilerin itikadi mezhebi kabul edilerek İmam Maturidi’nin görüşleri esas kabul edilmiştir. İmam Maturidi’nin akaid görüşlerini yazdığı Kitabüt Tevhid’in adı ve müellifine nisbeti konusunda herhangi bir tereddüt yoktur. (Bekir TOPALOĞLU-DİA) Kitâbü’t-Tevḥîd İmam Mâtürîdî’nin tam olarak basılmış tek eseri olup kelâm ilminin temel konularını ele almaktadır.

ŞÜKRÜ ÖZEN, BEKİR TOPALOĞLU DİA 

marife, yıl. 5, sayı. 3, Kış 2005, s. 411 – 423 YETERİNCE TANINMAYAN BİR İMAM: MÂTÜRÎDÎ Şükrü ÖZEN

ABDULHAMİT BİRIŞIK DİA


İMAM MATURİDİ'NİN TEVHİD VE AKAİD KİTAPLARINI AŞAĞIDAKİ LİNKLERDEN OKUYABİLİRSİNİZ:

https://edebiyatevi.com/yazi/243981/imam-maturidi-nin-akaid-kitabi

https://edebiyatevi.com/yazi/243569/imam-maturidi-nin-tevhid-kitabi



( İmam Maturidi başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 26.08.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu