AHMED b. HANBEL
Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî
el-Mervezî (ö. 855) Hanbelî mezhebinin imamı, muhaddis, fakih.
780 yılı Rebîülevvelinde (veya Rebîülâhir)
Bağdat’ta doğdu. Soyu Hz. Peygamber’in dedelerinden Nizâr’la birleşerek Hz.
İsmâil’e kadar uzanır. Kur’ân-ı Kerîm’i ezberledikten ve Bağdatlı âlimlerden
bir müddet gramer ve fıkıh okuduktan sonra hadis öğrenmeye başladı (795). İlk
hocalarından biri, kendisinden pek çok hadis yazdığı tanınmış muhaddis Hüşeym
b. Beşîr olup diğer hocaları arasında Süfyân b. Uyeyne, Yahyâ b. Saîd
el-Kattân, Abdurrahman b. Mehdî, İmam Şâfiî ve Abdürrezzâk b. Hemmâm gibi
âlimler bulunmaktadır. En çok hadis yazdığı hocası Vekî‘ b. Cerrâh’tır. İmam
Şâfiî’den ise fıkıh ve usûl-i fıkıh öğrenmiştir. el-Müsned’deki
rivayetlerine göre hocalarının sayısı 280 kadardır. Hocaları İmam Şâfiî,
Abdürrezzâk ve Abdurrahman b. Mehdî de kendisinden hadis dinlemişlerdir.
Ahmed b. Hanbel Bağdatlı muhaddislerden
faydalandıktan sonra hadis tahsilini tamamlamak üzere önce Kûfe’ye (799),
ardından dört defa Basra’ya (802-816 yılları arasında), ayrıca Mekke, Medine,
Dımaşk, Halep ve Cezîre’ye seyahatler yaptı. Bunların en uzunu ve en yorucusu,
Abdürrezzâk b. Hemmâm’dan istifade etmek üzere ve yeterli parası olmadığı için
kervancıların yanında deve bakıcılığı yapmak suretiyle 813-14 yılında
gerçekleştirdiği Yemen yolculuğudur.
İkisi (veya üçü) yaya olmak üzere beş defa hacca
gitti. Bu seyahatlerinde önemli hedeflerinden biri de Hicaz’daki muhaddislerle
görüşüp onlardan faydalanmaktı. Hadis sahasındaki derin bilgisi ve güçlü
hâfızası ilim muhitlerinde duyulduğu için onu gıyaben tanıyan muhaddisler,
yanlarına gittiği zaman istediği hadisleri memnuniyetle kendisine rivayet
ederlerdi. Kırk yaşına kadar devam eden talebelik hayatından sonra hadis
okutmaya başladı. Çok zaman 5000 kadar hadis talebesi onu dinlemek üzere
çevresinde toplanır, bunlardan 500 kadarı hadis yazarken diğerleri onun
tavırlarından, ahlâk ve edebinden faydalanmaya çalışırlardı.
Abbâsî Halifesi Me’mûn (813-833), hilâfetinin son
yıllarında Mu‘tezile mezhebi ileri gelenlerinin tesiriyle, devrin tanınmış
âlimlerini Kur’an’ın mahlûk olduğu görüşünü kabul etmeye çağırıncaya kadar
Ahmed b. Hanbel hadis okutmaya devam etti. Bazı âlimler önceleri Kur’an’ın
mahlûk olmadığını söylemekle beraber işkence ile tehdit edildikleri zaman
halifenin zulmüne uğramamak için onun arzusuna uygun cevap verdiler; fakat o,
bu görüşü benimsemediğini açıkça belirttikten sonra da kanaatinde ısrar etti.
Bu sebeple hapse atıldı.“Mu‘tasım kardeşi Me’mûn’un yolundan ayrıldı, Ahmed b.
Hanbel iki yıl dört ay süren bu hapis ve işkence hayatından sonra serbest
bırakıldı. Yaraları iyileşince yine fetva verip hadis okutmaya başladı.
Vâsiḳ’ın ölümüne kadar evinde göz hapsinde tutuldu. Beş yıl boyunca oğulları dışında kimseye
hadis rivayet edemedi.
Ahmed b. Hanbel 31 Temmuz 855 tarihinde Bağdat’ta vefat etti.
Orta boylu, koyu esmer tenli ve güzel yüzlü olan
Ahmed b. Hanbel’in altmış üç yaşından sonra sakalına kına yakmaya başladığı,
ağırbaşlı hali ile çevresindekiler üzerinde derin bir saygı uyandırdığı ve son
derece mütevazi olduğu, nüktedan bir kimse olan hocası Yezîd b. Hârûn’un bu çok
sevdiği öğrencisi ile birlikte bulunurken yanında nükte ve şaka yapmamaya
dikkat ettiği kaynaklarda zikredilmiş; bir imtihan saydığı şöhretten çok
rahatsız olduğu, Mekke’nin bir mahallesinde tanınmadan yaşamayı arzu ettiği rivayet
edilmiştir. Bir gün muhaddis Ali b. Abdüssamed onun feyzinden faydalanmak
düşüncesiyle elini elbisesine sürmüştü. Ahmed b. Hanbel bu harekete kızdı ve
eliyle elbisesini silkelerken, “Kimden aldınız bu âdeti?” diye çıkıştı.
Zühd ve takvâsıyla bilinen İslâm büyüklerinin
faziletlerini anar, “Onlar nerede, biz nerede!” diye hayıflanırdı. Babasından
kalan dokuma tezgâhının kirasından aldığı para geçimine yetmediği için bazan
ücretle kitap istinsah eder, bazan uçkur (kemer) dokur, bazan da karısının
eğirip dokuduğu kumaşı satardı. Ekinler biçildikten sonra tarlada kalan
döküntüleri -diğer ihtiyaç sahipleriyle birlikte- topladığı olurdu.
Yakınlarının söylediğine göre, evinde yiyip içecek bir şey bulunmadığı zaman
üzülecek yerde sevinir, ekmek kırıntılarını ıslatarak üzerine tuz döküp yerdi.
Pahalı yiyeceklere iltifat etmez, bunlar kendisine
ikram edilse bile ya biraz tadar veya hiç yemezdi. Tahsil hayatı boyunca da
aynı sıkıntılara katlanmış, bununla beraber kimseden yardım istememişti.
Kendisinden hadis okumak üzere Yemen’e kadar kervancıların yanında deve
bakıcılığı yaparak gittiği hocası Abdürrezzâk b. Hemmâm ona bir miktar yardım
teklif edince, “Eğer birinden yardım almayı kabul etseydim senden alırdım”
diyerek kabul etmemişti. Kendisini seven bazı tâcirlerin ve ona saygı
duyanların ısrarla vermek istediği binlerce dirhem veya dinarı almamış,
reddettiği büyük imkânları başkalarının geri çevirmediğini söyleyen oğlu
Sâlih’e Tâhâ sûresinin 131. âyetini “ Onlardan bazı
kesimlere, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz
şeylere gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” okuyarak Allah’ın vereceği rızkın daha hayırlı ve
daha kalıcı olacağını ifade etmişti.
Aynı konuda sitemde bulunan amcasına da, “Biz
paranın peşinde olmadığımız için geliyor, eğer onun peşinde olsaydık gelmezdi”
demişti. Mütevazi evinde eşya olarak eski bir hasır ile basit birkaç çanak
çömlekten başka bir şey yoktu. Bununla beraber uzaklardan ziyaretine gelenleri
evinde ağırlar ve onlara kuru ekmek ikram ederdi; daha fazlasını yapamadığı
için de gönüllerini alırdı. Yardıma muhtaç yakınlarına veya kendisinden yardım
isteyenlere elindeki üç beş dirhemin tamamını verirdi.
Her gün Kur’ân-ı Kerîm’in yedide birini okumayı
âdet edinmişti. Cihad sevabına nâil olmak için Tarsus’ta bir müddet sınır
bekçiliği yapmış ve savaşa da katılmıştı. Resûl-i Ekrem’in bir tel saçını zaman
zaman öpüp gözlerinin üzerine koyması ve suya batırıp bu suyu şifa niyetiyle
içmesi, onun minber ve hücresine hayır ve bereket umarak el sürmekte bir beis
görmemesi gibi oğlu Abdullah’tan nakledilen halleri, Ahmed b. Hanbel’in Hz.
Peygamber’e duyduğu sevgi ve hasretin birer ifadesidir .
Ahmed b. Hanbel’i yakından tanıyan hocalarının onun
hakkında takdirkâr ifadeleri vardır. Meselâ Yahyâ b. Saîd el-Kattân onun bir
derya olduğunu, talebeleri arasında bir benzerini görmediğini söylemiş ve bütün
kitaplarını (veya hadislerini) istifadesine sunmuştur. İbn Hanbel’in çok
sevdiği ve seher vakti kendilerine dua ettiği altı kişiden biri olan İmam
Şâfiî, Bağdat’ta Ahmed b. Hanbel’den daha faziletli, müttaki, âlim ve fakih bir
kimse görmediğini söylemiş, diğer hocası Abdürrezzâk b. Hemmâm da aynı kanaati
paylaşmıştır. Ali b. Medînî ise, “Allah bu dini ridde günü Ebû Bekir ile mihne günü de Ahmed b.
Hanbel ile yüceltmiştir” demek suretiyle, o çetin imtihanda yapılan işkencelere
onun kendisinden daha fazla dayandığını itiraf etmiştir.
Mihne olayında İbn Hanbel’in peygamber sabrı
gösterdiğine işaret eden devrin tanınmış sûfîsi Bişr el-Hâfî, kendisinin aynı
sabrı gösteremeyeceğini belirttikten sonra onun atıldığı ateşten has altın
olarak çıktığını söylemiştir. Talebelerinden Ebû Dâvûd, onun ilim meclislerinde
uhrevî âlemin zevki bulunduğunu anlatmış, Ebû Hâtim er-Râzî de, Ehl-i sünnet
ile ehl-i bid‘at taraftarlarını birbirinden ayırmanın en sağlam ölçüsü onu
sevmektir, demiştir.
Ahmed b. Hanbel’in vecize mahiyetinde hakîmane sözleri vardır. Çok
sevdiği Ali b. Medînî bir tavsiyede bulunmasını isteyince ona, “Azığın takvâ
olsun, âhiret hep gözünün önünde bulunsun” demiştir. Yakınlarına da, “Değerli
bulduğunuz hayırları araya bir engel girmeden yapmaya bakın” tavsiyesinde
bulunmuştur.
Ahmed b. Hanbel, en önemli eseri olan el-Müsned dışında
kendisine nisbet edilen kitapların hiçbirini bizzat kaleme almamış, hatta kendi
söz ve fetvalarının yazılmasına izin vermemiştir. Bundan dolayı eserleri, başta
oğlu Abdullah olmak üzere diğer talebeleri tarafından ve ölümünden sonra kaleme
alınmıştır.
1. el-Müsned. Ahmed b. Hanbel’in
700.000 hadis arasından seçerek tertip ettiği 30.000 kadar hadise oğlu Abdullah
ile talebesi Ebû Bekir el-Katîî’nin birçok (bazı kaynaklara göre 10.000) hadis
ilâve etmesiyle meydana gelen bu eser, en hacimli iki hadis külliyatından
biridir. Sadece sahih hadisleri ihtiva etmesi hedef alınmadığından eser hasen
ve zayıf hadisleri de içine almaktadır. İbn Hanbel, yalancı olduğu bilinen
kimselerden hadis rivayet etmemeyi, doğru sözlülüğü ve dindarlığı herkesçe
kabul edilen güvenilir râvilerden hadis almayı prensip edindiği için eserde
mevzû hadislerin bulunmaması tabiidir.
2. Kitâbü’s-Sünne. İʿtiḳādü Ehli’s-sünne adıyla
da bilinen ve İbn Hanbel’in Cehmiyye, Mürcie, Kaderiyye, Havâric,
halku’l-Kur’ân, kader, deccâl, melâike, rü’yetullah, kürsî ve âhirete dair
görüşlerinin oğlu Abdullah tarafından derlenmesiyle meydana gelen bir eserdir.
3. Kitâbü’z-Zühd. Oğlu Abdullah’ın rivayetlerinden meydana
gelen eser başlıca iki bölümden ibarettir. Birinci bölümde Hz. Muhammed ile
Âdem, Nûh, İbrâhim, Yûsuf, Eyyûb, Yûnus, Mûsâ, Dâvûd, Süleyman, Lokman ve Îsâ
peygamberlerin zühdüne dair rivayetler, ikinci bölümde de başta Hulefâ-yi
Râşidîn olmak üzere ileri gelen on dokuz sahâbî ile on altı tâbiî büyüğünün
zühdü ve bu konuya dair sözleri bulunmaktadır.
4. Kitâbü’l-Veraʿ. Talebesi Ebû Bekir el-Merrûzî’nin Ahmed
b. Hanbel’e sorduğu bazı fetvalar ile zühd ve takvâya dair 100 meselenin yine
onun tarafından kaleme alınmasıyla meydana gelen eser.
5. Kitâbü’l-ʿİlel ve
maʿrifeti’r-ricâl. İlelü’l-hadîs konusunda büyük bir otorite olan Ahmed b.
Hanbel’in hadis râvileri hakkındaki tenkit ve görüşleri talebelerinden Ebû
Bekir el-Merrûzî, Ebû Bekir el-Esrem, Hallâl ve oğlu Abdullah tarafından
derlenmiştir.
6. Kitâbü Feżâʾili’ṣ-ṣaḥâbe. Abdullah b. Ahmed’in ashâb-ı
kirâmın faziletlerine dair babasından duyduğu hadisleri rivayet etmesiyle
meydana gelen eser.
7. el-Mesâʾil. İbn Hanbel’in gerek talebeleri gerekse
başkaları tarafından fıkha, akaid ve ahlâka dair sorulan sorulara verdiği
cevaplar, muhtelif talebelerince bu adla bir araya getirilmiştir.
8. Kitâbü’ṣ-Ṣalât. Zehebî, Ahmed b. Hanbel’in er-Risâle
fi’ṣ-ṣalât adlı bir eserinin bulunmadığını, bu kitabın ona sonradan
nisbet edildiğini söylemektedir.
9. Kitâbü’l-Eşribe. Bazı kaynaklarda Kitâbü’l-Eşribeti’ṣ-ṣaġīr adıyla
kaydedilen eser, haram olan içkilere dair Hz. Peygamber’in hadislerini, ashap
ve tâbiînin sözlerini ihtiva etmektedir.
10. er-Red ʿale’z-zenâdıḳa ve’l-Cehmiyye. Eser,
sahasında yazılanların ilki olması, ilk asırlardaki inançları ve selef
akîdesini aktarması bakımından önemlidir.
11. el-ʿAḳīde. On kadar talebesinin naklettiği eser, bazı
rivayetlere ait müstakil yazmalar yanında, söz konusu râvilerin çoğunun İbn Ebû
Ya‘lâ’nın Ṭabaḳātü’l-Ḥanâbile’sindeki biyografilerinde muhtelif
hacimlerde zikredilmiş olarak günümüze kadar gelmiştir.
12. Kitâbü Feżâʾili ʿAlî.
13. Kitâbü’l-Vuḳūf ve’l-veṣâyâ.
14. Bâbü aḥkâmi’n-nisâʾ.
15. Kitâbü’t-Tereccül. Saç bakımının önemini fıkhî açıdan
ele alan eserin.
16. Kitâbü Ehli’l-milel ve’r-ridde ve’z-zenâdıḳa ve
târiki’ṣ-ṣalât ve’l-ferâʾiż ve naḥvi ẕâlik.
17. Cevâbü’l-İmâm Aḥmed b. Ḥanbel ʿan suʾâl fî ḫalḳi’l-Ḳurʾân.
18. Kitâbü’l-İrcâʾ.
19. Kitâbü’l-Îmân.
Ahmed b. Hanbel’in günümüze kadar gelip gelmediği bilinmeyen et-Tefsîr ve Kitâbü’l-Ferâʾiż adlarında
iki eseri daha vardır.
Hadis İlmindeki Yeri. Ahmed b. Hanbel’in hayatını dolduran yegâne
meşgale hadis olmuştur. Hayatını hadise göre tanzim etmiş, yazdığı her hadis
ile mutlaka amel ettiğini söylemiş, kendisinden istenen fetvaları da hadise
dayanarak vermiştir. Ebû Zür‘a er-Râzî’nin birlikte yaptıkları müzakerelerde
tesbit ettiğine göre Ahmed b. Hanbel -mükerrerleriyle birlikte- 700.000 (veya 1
milyon) rivayeti ezbere bilmekteydi. Ahmed b. Hanbel’e göre, fakih sayılabilmek
için iyi bir muhaddis olmak, en az dört yüz bin rivayeti ezbere bilmek ve
sıhhatinden emin olunmayan rivayetlerle fetva vermekten kaçınmak gerekir. İshak
b. Hânî, “Fetva verme hususunda pek cüretkâr davrananlarınız, ateşe atılmakta
en cüretkâr olanlarınızdır” meâlindeki hadis hakkında görüşünü almak istediği
zaman, hadisteki tehdide muhatap olan kimselerin, duymadığı rivayetlerle fetva
verenler olduğunu söylemiştir.
Fıkıh İlmindeki Yeri. Ahmed b. Hanbel bir fakih olarak değil
muhaddis olarak bilinmesi için sarf ettiği gayret ve re’yin ve fıkhın yazılmaması konusunda gösterdiği aşırı
titizlik sebebiyle fakih mi muhaddis mi olduğu tartışılmıştır. Ancak Ahmed b.
Hanbel’i meşhur dört fıkıh mezhebinden birinin imamı yapan, ona bu ölçüde bir
fakih pâyesi veren haklı, tarihî sebepler vardır.
1. Sayıları az da olsa kendisine nisbet edilen
fıkıh kitapları mevcuttur (Kitâbü’ṣ-Ṣalât bunların en meşhurudur).
2. Oğulları ve bizzat kendisinden ders alan
öğrencilerinden başlayarak bunları takip eden nesillerin ondan rivayet
ettikleri “mesâil” (fıkıh problemlerine ait çözümler) onlarca cilde
ulaşmaktadır.
3. İmam Ebû Yûsuf, İbn Uyeyne ve İmam Şâfiî’den
fıkıh dersleri almış, Şâfiî onun için, “Bağdat’tan ayrıldığımda arkamda Ahmed
b. Hanbel’den daha fakih birini bırakmadım” demiştir.
4. Hayatının sonlarına doğru kendisinden fıkıh
mesâilinin nakledilmesine ve bunların yazılmasına izin vermiştir.
5. Nihayet dört büyük fıkıh mezhebinden birisi
ona nisbet edilmiş, bu mezhebin fıkıh ve usul kitaplarında onun fıkıh ilmindeki
önemli ve müstakil yerini gösteren sayısız rivayete yer verilmiştir.
İbn Hanbel, insanların hadisten yüz çevirip fıkha
yönelecekleri, bir fakihin çeşitli zamanlarda aynı konuda değişik ictihadlarda
bulunabileceği ve bunları bir arada görenlerin zihinlerinin karışacağı, re’ye
dayalı fıkhın Kitap ve Sünnet yerine geçeceği düşünce ve korkusundan hareket
ederek hem kendisinden fıkıh ve fetva nakledilmesine, hem de bunların
yazılmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak daha sonra mecburiyetten razı
olmuştur.
İbn Kayyim el-Cevziyye’ye göre İbn Hanbel’in
birinci kaynağı muteber (sahih) naslardır. Burada naslardan maksat, Kitap ve
Sünnet’teki ilgili metinlerdir. İbn Hanbel’in ikinci hüküm kaynağı sahâbe
kavlidir. Sahâbeden birisi bir konuda belli bir hükmü açıklamış veya fetva
vermiş olur, diğerlerinin de buna karşı bir görüş ileri sürdükleri bilinmezse,
bu mânadaki sahâbe kavline hiçbir re’y, kıyas ve uygulama tercih edilemez. Bir
konuda birden fazla sahâbenin birbirine aykırı hüküm ve fetvaları varsa bunlar
arasında Kitap ve Sünnet’e en yakın, en uygun olanı tercih edilir.
Ahmed b. Hanbel istishâb (bir zamanda sabit olan bir durumun aksini gösteren bir delil
bulunmadıkça sonrasında da mevcut olduğuna hükmetmek),
istihsan, mesâlih (Şer‘î hükümlerin içerdiği veya akıl
ve tecrübe yoluyla belirlenmekle beraber bunlarla uyum içinde olan faydalar ve sedd-i zerai (kendi başına mubah olan bir fiilin
şer‘an sakıncalı bir sonuca götüreceğinden emin olunması veya bunun kuvvetle
muhtemel bulunması sebebiyle yasaklanması) delillerini de kullanmıştır. İstishâb, nasların
genel mânasından anlaşılan hükümlerin, değiştiren özel bir nas bulunmadıkça
halde ve gelecekte var sayılması, devam etmesidir. Yasaklayan bir nas
bulunmadıkça eşyada aslolan ibâhadır (mubah olmaktır). İstihsan, daha kuvvetli
bir delil sebebiyle kıyası terketmek ve bu delile göre hükmetmektir. Mesâlihten
maksat, dinin itibar edip etmediği bilinmeyen, bu konuda bir delili (şahidi)
bulunmayan faydalı nesne ve davranıştır ki “mesâlihu’l-mürsele” diye
bilinmektedir. Sedd-i zerîa, şekil bakımından meşrû görülen tasarrufların,
meşrû olmayan maksatlara ulaştırıcı olması göz önüne alınarak iptal edilmesi, geçersiz
sayılmasıdır.
Ahmed b. Hanbel’in usul, ictihad ve fetvalarının
ışığında, çoğu müstakil veya mezhepte müctehid olan talebe ve tâbilerinin
geliştirdiği Hanbelî fıkhının ayırıcı vasıflarını şöylece sıralamak mümkündür:
Ahmed b. Hanbel’in fıkhı re’y ve kıyastan çok âsâra (âyet, hadis, sahâbe kavli)
dayanmaktadır. Kendisine sorulan fıkıh meselelerinin büyük bir kısmına “bana
ulaşan filân hadise, filân habere göre” diye cevap vermiştir (Uleymî, I, 193).
Ebû Hanîfe ve Şâfiî, henüz ortaya çıkmamış fıkıh
problemlerini tasavvur (takdir) ederek bunlara cevap hazırladıkları halde Ahmed
b. Hanbel ancak fiilen ortaya çıkmış problemler üzerine eğilmiş, bunların
çözümü için ictihadda bulunmuştur. Yaygın şöhreti sebebiyle Horasan, İran,
Irak, Suriye, Hicaz gibi bölgelerden kendisine birçok mesele gelmiş, bu sebeple
cevap verdiği fıkhî meselelerin sayısı tasavvura dayalı problemlerden az
olmamış, ayrıca bu tutumu onun fıkhına canlılık ve uygulanabilirlik vasıflarını
kazandırmıştır. İbn Hanbel, âsâr ile istishâb metodunu birlikte kullanıp
kendine göre yorumlamak suretiyle ibadet ve muâmelâtı (hukuk, ekonomi,
politika... sahasını) birbirinden ayırmış, birincisine darlık, ikincisine
genişlik ve yumuşaklık getirmiştir. Ona göre Allah müşrikleri iki sebeple
kınamıştır: O’nun haram kılmadığı şeyleri haram kılmaları, O’nun koymadığı
usullerle O’na kulluk etmeye kalkışmaları. Şu halde, “Allah’ın koyduğu
ibadetler dışında ibadet yoktur, yasaktır”; bu noktada darlık vardır ve bu
sayede bid‘atların kapısı kapanmaktadır. “Allah’ın yasaklamadığı muamele ise
serbesttir”; bu sahada da genişlik ve esneklik vardır.
Diğer bazı müctehidler kıyas ve kaidelerine bağlı
kalarak muamele, şart ve akid sahasını daraltırken İbn Hanbel kaide ve kıyası
değil, nasları sınırlayıcı telakki ettiği için bunların yasaklamadığı akid,
şart ve muamele şekillerini muteber saymış, en geniş akid ve şart hürriyeti
onun mezhebinde ortaya çıkmıştır. Naslarla çelişmediği müddetçe maslahatı da değerlendiren, faydalıyı elde etme, zararlıyı
ortadan kaldırma sonucunu doğuran tasarruflara meşruiyet tanıyan İbn Hanbel, bu
prensibi ile de fıkhına hayatiyet sağlamıştır. İmam Şâfiî ve Hanefîler, gerek
irade nazariyesinde gerekse akidlerin tefsirinde objektif nazariyeyi
benimsemişler, dışa vuran söz ve davranışlardan hareket etmişler, sebep ve
saiklere önem vermemişlerdir.
Ahmed b. Hanbel ise sedd-i zerîa prensibini
geliştirerek sübjektif nazariyesine temel kılmış, dışa vuran söz ve davranışlar
yanında kişilerin maksatlarını, hukukî tasarrufların sonuçlarını göz önüne
almış, şekil bakımından meşrû görülen hukukî tasarrufları, meşrû olmayan saik
ve sonuçlarını göz önüne alarak iptal etmiştir. Ona göre meşrû yollarla ancak
meşrû sonuçlara gidilebilir; meşrû olmayan sonuca ulaştıran yolları meşrû
saymak mümkün ve câiz değildir (İbn Kayyim
el-Cevziyye, İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn, I, 344 vd.; III, 111 vd.; M. Ebû
Zehre, s. 199-204).
Akaid Konularına Dair Görüşleri. Ahmed b. Hanbel,
akaide dair yazdığı eserlerden ve Mu‘tezile’ye karşı yürüttüğü mücadeleyle
anladığımız, aynı diğer mezhep imamları gibi akaid problemleriyle yakından
ilgilenmiş, selef akîdesini savunarak ve Ehl-i sünnet inancının yerleşmesine
tesir eden bir akaid âlimidir. Pek çok Ehl-i Sünnet alimi gibi İmam Hanbeli
hakkında lehte ve aleyhte aşırılığa kaçan görüşler ortaya çıkmıştır.
İmam Hanbel’in naslara sımsıkı bağlı olduğu ve bu
yüzden kelam metoduna karşı çıktığı belirtilse de İmam Hanbel itikadî konuları
Mu‘tezile mensuplarıyla münakaşa etmiş ve kelâmî sayılabilecek deliller
kullanmıştır. Ahmed b. Hanbel’in reddettiği şey mutlak mânada kelâm metodu
değil, aklı nakilden üstün tutan ve akaid meselelerini, dolayısıyla metafiziği
akılla çözmeye çalışan bid‘atçıların kullandığı metottur.
Ahmed b. Hanbel Hz. Peygamber (sav) ve ashabın
açıklamaya girişmediği problemleri münakaşa konusu yapmayı bid‘at kabul etmişse
de karşılaştığı sosyal ve siyasî olayların tesiriyle, teorik olarak benimsediği
prensiplerden pratikte vazgeçmek zorunda kalmıştır.
Ona göre Kur’an’ın akîde ile ilgili âyetleri
müteşâbihtir. Müteşâbihatın te’vili ise ancak Hz. Peygamber’den rivayet edilen
bir açıklama varsa o dikkate alınarak yapılabilir. Meselâ, “
Allah da, "Beni
(dünyada) katiyen göremezsin.” A‘râf
143) meâlindeki âyeti, “Dünyada asla
göremezsin” şeklinde yorumlaması, ayrıca, “Nerede olsanız, O sizinle beraberdir Hadîd 4) ve (“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona
verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.”(Kāf 16)
âyetlerindeki “beraberlik” ve “yakınlık”a -ilim, sem‘ ve basar sıfatlarını
dikkate alarak- “Allah’ın yarattıklarından haberdar olması” mânasını vermesi,
onun yaptığı te’villere örnek gösterilebilir.
a) İlâhî Sıfatlar. Zâtı,
sıfatları ve fiilleri bakımından bir ve tek olan Allah sadece Kur’an ve
Sünnet’te bildirilen sıfatlarla nitelendirilebilir. Allah’ın bütün sıfatları
ezelî ve kadîm olup âlemi yarattıktan sonra bunlara sahip olmuş değildir. Ona göre kulların kötü fiillerini ilâhî
iradenin dışında tutmak, bu iradeyi sınırlandırmayı ve dolayısıyla ulûhiyyet
hakkında acz ve eksikliği gerektireceğinden mümkün değildir. Fakat söz konusu
fiiller kulun iradesinin tamamen dışında da kabul edilemez. Aslında akıl,
Allah’ın iradesi ile kulun iradesi ve fiilleri arasındaki ilişkiyi tam
anlamıyla çözmeye muktedir değildir. Ahmed b. Hanbel’e göre Allah’ın kelâm
sıfatı vardır ve ezelîdir. Allah sesle konuşur. Bu O’nun ağız, dil ve dudaklara
sahip olmasını gerektirmez.
Ahmed b. Hanbel’e göre Allah’ı naslarda belirtilen
(sübûtî) sıfatlarla nitelendirmek teşbihi gerektirmez. O’nu yaratıklara
benzetmek nasıl hatalı ise onlara benzetmemek için naslarda bildirilen
sıfatları nefyetmek de aynı şekilde hatalıdır. Teşbih ve aşırı tenzih görüşünün
taşıdığı mahzurlardan kurtulmanın yegâne yolu, naslarda bildirilen sıfatları
kabul edip bunların mahiyet ve keyfiyet itibariyle yaratıkların sıfatlarından
farklı olduğuna inanmaktır.
b) Halku’l-Kur’ân. Yaşadığı dönemde tartışma konusu olan bu konu
hakkında dört farklı rivayet vardır.1. Kur’an Allah kelâmıdır, onun
hakkında “mahlûktur” demek küfür, “mahlûk değildir” demek ise bid‘attır. 2. Nasıl
düşünülürse düşünülsün, hangi cümlede kullanılırsa kullanılsın Kur’an Allah
kelâmı olup mahlûk değildir. Çünkü ashap, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn Kur’an’ın
mahlûk olduğunu söylememiş, bilakis onun mahlûk olmadığına inandıkları
nakledilmiştir. Bunun aksini iddia etmek bid‘at ve küfürdür. 3. Kur’an
Allah kelâmıdır, onun için “mahlûktur” diyen küfre gireceği gibi “Kur’an’ı
okuyuşum (telaffuz edişim) mahlûktur” diyen de bid‘atçılık yapmış olur. Bu
sebeple sadece, “Kur’an Allah kelâmı olup mahlûk değildir” demekle yetinmek ve
Kur’an’ı telaffuz edişin mahlûk olup olmadığı tartışmasına girmemek
gerekir. 4. Ne şekilde ifade edilirse edilsin Kur’an
yaratılmış değildir, fakat (Kur’an’ı okuma ve yazma) fiillerimiz yaratılmıştır.
Dolayısıyla Kur’an’ı telaffuz edişin yaratılmış olduğunu kabul etmek,
Cehmiyye’nin görüşünü paylaşmak mânasına gelmez.
Ahmed b. Hanbel’in görüşlerini aynen benimseyen ve
onunla aynı dönemde yaşamış olan Ebû Saîd ed-Dârimî de onun bu konudaki
tutumunu daha açık bir şekilde dile getiren şu bilgileri kendisinden nakleder: “Mu‘tezile Kur’an’ın mahlûk olduğu
meselesini gündeme getirmeden önce bu konuda sükût etmeyi tercih ediyorduk;
fakat onlar böyle bir tezle ortaya çıkınca biz de iddialarını çürütmeyi gerekli
gördük”.
İmam Buhârî’ye göre bu konuda Ahmed b. Hanbel ile
diğer Sünnî âlimlere ait olarak bilinen tek şey şudur: “Kur’an Allah kelâmıdır ve mahlûk değildir, diğer her şey (kulların
fiilleri de dahil) mahlûktur.” Zaten Ahmed b. Hanbel gibi âlimler zor ve
karmaşık konuları derinliğine araştırmayı tasvip etmemişlerdir.
Halku’l-Kur’ân meselesinde Ahmed b. Hanbel’e ait
kanaat şu olmalıdır: “Kur’an Allah kelâmı
olup mahlûk değildir; kulların (Kur’an’ı okuma ve yazma) fiilleri ve bunların
sonucu olan ses ve yazılar ise mahlûktur.”
Rü’yetullah. Allah âhirette müminler tarafından
görülecektir. Zira âyet ve hadisler bu hususu açıkça belirtmektedir. Âyette, “ Rablerine bakarlar. ”Kıyâmet 23) ifadesinin yer alması konunun açık bir
delilidir.
a) Nübüvvet ve Velâyet. Ahmed b. Hanbel’in akidesindeki nübüvvet
fikri şöyledir: Bütün peygamberler hata
ve günah işlemekten korunmuştur. Peygamberlerin bir kısmı diğerlerinden
üstündür. Hz. Muhammed peygamberlerin en üstünüdür. Mûcize, benzeri meydana
getirilemediği için peygamberlerin nübüvvetini ispat eder.
b) Âhiret Halleri. Ahmed b. Hanbel, bütünüyle naklin
bildirmesine bağlı olan âhiret hallerini naslarda haber verildiği şekliyle
kabul eder ve bunlardan, daha çok cennet ve cehennemin ebedîliği konusu
üzerinde önemle durur. Ahmed b. Hanbel cennet ve cehennemin şu anda mevcut olduğunu
ve ebediyen devam edeceğini savunmuştur. Ona göre âyetler açıkça bu görüşü
ifade etmektedir (“Uyanlar şöyle derler:
"Keşke dünyaya bir dönüşümüz olsaydı da onların şimdi bizden
uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşsaydık." Böylece Allah, onlara
işledikleri fiilleri pişmanlık kaynağı olarak gösterir. Onlar ateşten çıkacak
da değillerdir” Bakara
167), (“Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler
hazırlamıştır. “Tevbe 89) ve (“Allah onlara içinden
ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır.” Tevbe 100); (“Allah'a karşı gelmekten
sakınanlara va'dolunan cennetin durumu şudur: Onun içinden ırmaklar akar,
yemişleri ve gölgeleri devamlıdır.” Ra‘d 35”)
c) İman ve Günah Meselesi. Kaynaklar imanın tarifi konusunda Ahmed b.
Hanbel’e iki görüş atfeder: 1. İman söz ve amelden ibarettir; 2. İman kalp ile
tasdik, dil ile ikrar ve uzuvlar ile ameldir. Bu tariflerden ikincisinin ona
ait olması daha kuvvetli bir ihtimaldir. Çünkü onun, kalbiyle tasdik ve diliyle
ikrar edip itaati terkeden kimseye “imanı eksik mümin” nazarıyla bakması (Ebû
Ya‘lâ, s. 188), kalp ile tasdiki imanın rükünlerinden biri olarak kabul
ettiğini göstermektedir.
İmam Hanbel
“inşallah müminim” demeyi câiz görmüştür. Ona göre küçük veya büyük
günah işleyen bir müslüman dinden çıkmış olmaz. Bu bağlam da: 1. Allah’a
şirk koşmayan ve kıbleye yönelip namaz kılan bir kimse tekfir edilemez.
İbn Hanbel’e göre müslümanların din ve dünya
işlerini yürütecek bir imam (halife) seçmeleri gerekir. İmamın, Hulefâ-yi
Râşidîn’in seçilme şekillerinden biriyle belirlenmesi mümkün olmakla
birlikte ehlü’l-hal ve’l-akdin tensibiyle seçilmesi daha uygundur. İmâmetin
Kureyş’e ait ve yukarıda belirtilen seçim yollarından biriyle belirlenmesi
gerekli olmakla birlikte, onu zorla elde eden kişi fitneye sebep olmamak için
meşrû halife kabul edilir.
Hulefâ-yi Râşidîn’in fazilet dereceleri imâmet
sırasına göredir. Ahmed b. Hanbel
itikadî konularda genellikle Ebû Hanîfe, İmam Mâlik ve Şâfiî ile benzer
görüşleri paylaşmıştır.
Ahmed b. Hanbel akaidde Selefiyye’ye öncülük etmiş
ve bu mezhebin imamı sayılmıştır. O, Selefiyye dışında Sünnî kelâm âlimlerine
de etkili olmuştur. Bizzat Eş‘arî, kendi üzerindeki tesirini eserlerinde açıkça
ifade etmektedir.