Gölün kenarında, zeytin ağaçlarının altında
sırtımı ağaca dayayıp göl üzerinde oluşan o pırıltıları, uçuşan kuşları,
dalgaların kıyıya sanki bir serenat yaparak vuruşlarını seyrederken bu muhteşem
ortam beni buralardan alıp bambaşka bir yere götürdü.
Kendimi bir anda İspanya’nın Atlas Okyanusu
kıyılarında buldum. Yine bir ağaca dayanmış vaziyette, gözlerimle ta uzaklara,
okyanusun o bitmez tükenmez gibi görünen masmavi sularının üzerinden çok
uzakları görmek istiyordum. Bu koca okyanusu kimler aşmamıştı ki? Bir kısım
insanlar, bir takım şeylerle bu koca su kütlesini geçmeyi denemişler. Bazıları
bir salla, bazıları eski Mısırlılar gibi sazdan yapılan teknelerle… Başarılı
bile olmuşlardı. Peki, ben nasıl geçmeliydim? Hiç düşünmeden, neden su üzerinde
yürüyerek Avrupa’dan Amerika’ya geçmeyeydim?
Hiçbir şey düşünmeden Atlas Okyanusu’nun doğu
kıyısından Amerika kıtasına doğru yürümeye başladım. Hem yürüyor hem de etrafı
seyrediyordum. Martılar uçarak bana yol arkadaşlığı ediyorlardı. Bir ara yunus
balıkları bana eşlik etmeye başladılar. Bir, iki, üç, dört derken benimle
beraber onlar da Amerika kıtasına doğru yol almaya koyuldular.
Baktılar ki benim geriye döneceğim yok; “Hoşça
kal,” deyip kendi dünyalarına döndüler. Bu sefer tek başıma, bu bitmez tükenmez
su kütlesi üzerinde yürümeye devam ettim. Yan tarafımda bir su kabarması oldu.
Başımı çevirdiğimde bir balinayı gördüm.
— Nereye? diye sordu.
— Amerika kıtasına, dedim.
Şaşırdı.
— Yürüyerek mi? dedi.
— Ne var bunda şaşıracak, tabii ki yürüyerek, dedim.
— Hem de su üstünde mi? dedi.
— Tabii ki su üstünde, dedim.
— Sana Allah kolaylık versin, inşallah başarırsın, dedi ve gözden kayboldu.
Artık havada bile uçan kuşlara rastlamıyordum.
Çünkü kıyıya çok uzaktaydım. Gündüz bu koca su üstünde bütün gün yürüyor,
geceleri ise yine su üstünde, sakin ve durgun bir yerde elimi başımın altına
koyup yıldızları seyrede seyrede uyuyordum. Gün aydınlanmaya başladığında ise
su üzerindeki yakıcı güneş ve dalgalar eşliğinde yolculuğum yeniden başlıyordu.
Ne kadar zaman yolculuk yaptım, tam olarak
hatırlamıyorum. Karşıdan Amerika kıtasının kıyıları göründü. Başarmıştım!
Kıyıda beni bekleyen kalabalığa doğru hızlı hızlı koşmaya başladım. Karaya ayak
basmıştım ki birden ayağım bir taşa takıldı ve hızla düştüm.
Kalkmaya çalıştım, başım bir yere vurdu. Şöyle
bir etrafıma bakındım; yattığım yatakla karyola arasına düşmüşüm. Kalkayım
derken karyolamın kenarına başımı çarpmışım.
— Ne oldu baba? diyen bir ses duydum. Baktım,
kızım yattığı odadan gürültüye uyanmış, “Ne oluyor?” diye odama gelmiş.
— Galiba yataktan düştüm, hadi sen git yat,
dedim.
Ona nasıl derdim, “Okyanusu yürüyerek
geçiyordum,” diye...
Kamil ERBİL