AKINCILAR
Türk-İslam tarihinde
vakıf insanlar olarak saymamız gereken en önemli toplumsal guruplardan birisi
de Akıncılar’dır. Akıncılar, tarih kitaplarında, Osmanlı Eyalet askerleri
içinde Hafif Süvari birlikleri olarak sınıflandırılır. Tahmini kuruluş zamanı,
kesin bilinmemekle birlikte, Osmanlı devletinin Rumeli’ye geçiş tarihi olarak
(1350 yıllarından sonrası) kabul edilir. 250 yılı fiili olmak üzere (1595
yılındaki büyük facianın–Eflak Seferi dönüşünde 50.000 akıncı Sadrazam Koca
Sinan Paşa’nın tedbirsizliği yüzünden şehid oldu, 100.000 akıncı atı telef
oldu, ardından akıncı ocağı eski gücünü kaybetti.) 450 yıllık bir tarihi olan
Akıncıların savaş ve istihbarat konularındaki beceri ve faaliyetleri hakkında
kısa bir alıntı yapıp akıncıların vakıf kişiliklerine geçmek istiyorum:
(Akıncı ocağı, Türk
ordusunun en seçkin sınıfını teşkil ediyordu. Son derece sıkı şartlarla akıncı
ocağına efrat kabul edilirdi. Akıncılar, Avrupa’da “serhad” denen hududa yakın
çevrelerde otururlar, her türlü vergi, teklif ve resimde muaf olurlardı. Akıncı
Kanunnamesi denen hususi kanunları vardı. Buna göre hareket ederlerdi.
Beylerbeyilerden yani Türk umumi valilerinden emir almazlar, doğrudan padişahın
şahsına merbut bulunurlardı. Bu ocak sayesinde Avrupa devletlerinin Türk
sınırını tecavüz etmeleri, son derece zor bir mesele haline gelmiştir. Zaten
akıncılar, Avrupa’nın manevi kudretini imha etmişlerdir. Türkiye’ye sonsuz
ganimet taşımışlardır. Akınlar, son derece gizli ve ani emirlerle vuku bulurdu.
Akıncılar pek mahir süvari ve cenkçi idiler. Akıncı subayları (Onbaşı, Subaşı,
Binbaşı) birkaç Avrupa dili konuşurlardı. Akın hareketi müthiş bir süratle
yapılır, çok kısa müddet içinde büyük yollar geçilir, Avrupa’nın en içeri noktalarına
kadar sızılır, düşmanın askeri kuvvetleri daima şaşırtılır, halk dehşet ve
heyecana verilirdi. Hiç bir ülke ne Almanya, ne İtalya ne Lehistan(Polonya) ne
Rusya akından masun değildi.
Bavyera’ da, Moravya’da,
Bohemya’da, Avusturya’da, Lehistan’da hiçbir şehir, kasaba ve köy ertesi sabah
Türk akıncılarını beldelerinin içinde at koştururken görmiyeceklerine
inanamazdı, asırlar boyunca halka bu teminatı verecek hükümet Avrupa’da mevcut
bulunmamıştır. Akıncı ocağına mensup Türk casusları yerli halkın arasına
karışmış bir halde bütün Orta Avrupa’da dolaşıp malumat toplarlardı. Bu malumat
üzerine akınlar planlanır, ona göre kollar ayrılır, vurulacak yerler tespit
edilir, akın müddeti kararlaştırılırdı. Bu malumatın siyasi kıymet taşıyanları,
merkeze bildirilirdi. Akıncı ve korsanlar, bu günkü komandoların aşağı yukarı
karşılığı olup, aynı işi yaparlardı. Gayeleri üsleri tahrip edip düşmanın
askeri ve iktisadi gücünü hırpalamak ve halkın manevi kuvvetini düşürmekten
ibaretti. Yılmaz Öztuna,Türkiye Tarihi)
Rumeli fütuhatının
etkili aktörlerinden olan Akıncı uç beylerinin genel Osmanlı toprak rejiminden
farklı tımarları vardı. Osmanlı yerleşim birimlerinde (sancak, eyalet vb.)
tımarlar göreve tahsisli olup resmi görevliler göreve tahsisli tımarlardan
ulufelerini (maaşlarını) alırlardı. Osmanlı toprak rejiminde, fetihten sonra
yapılan tahrirler de fetih arazileri miri, vakıf, göreve tahsisli tımar
şeklinde farklı biçimlerdi kaydedilirdi.
Fatih Sultan Mehmed zamanında uç
beyliğinin kaldırılmasına kadar, istisnai olarak Akıncı uç beylerinin tımarları
evladiyelik mülk olarak verildi. Uç beyinin vefatında temlik nameli mülkleri
aile fertlerine kalırdı.(Yıldırım Bayezid Mihaloğlu Razi (Gazi) Ali Bey’e ister
satmak isterse vakfetmek kaydıyla Plevne’de köy temlik etmişti.) Akıncı Uç
(Sancak Beyleri) sancaklarının her türlü imar işlerinden sorumlu oldukları gibi
maiyetlerindeki görevlilerin ulufe (maaş) lerini kendileri karşılarlardı.
Akıncı uç beyleri kendilerine kılıç hakkı olarak verilen sancaklarını
hakkaniyetli ve adil olarak yönetmede gereken hassasiyeti her zaman
gösterdiler. Bunda Gazi Murad Hüdavendigar’ın elbette ki özelde Gazi Evrenos
Bey’e yazdığı ve idarecileri tavsif ettiği mektubu zikretmek gerekir. Gazi
Murad Hüdavendigar’ın mektubunda Allah ve Resulün emirlerine uymaya,
şükretmeye, adalete ve fakirlere yardıma özellikle vurgu yapmıştır: ...Sen
de bu ni 'metlere gereği gibi şükür edib Allahü Teala Hazretlerinin rıza-i
şerifinden ve emrinden ve Resul-i Ekreminin emrinden dışarı olma. Ve bunu dahi
bilesin ki bir nice vilayetlere hakim" ve zabit olmak iki kefeli bir
teraziye benzer. Bir kefesi cennet ve bir kefesi cehennemdir. Ve ne eyler isen
eyle şunlardan evvela gör ki onların gözleri uyursa gönülleri uyanıkdır. Cümle
a 'malin efdali ve ser-çeşmesi adldir. Anı ide gör. Peygamber Sallallahü Teala
Hazretleri adlin her bir günü bin" yıllık ibadetten efdaldir deyu
buyurmuşdur. Ve bunu da bilesin ki Rum-ili vilayetleri uzak yerlerdir. Anların
tedbir ve tedarikinde elbet seyf ve kalem ehlinden nice kimesnelere muhtaç
olursun amma sakınasın. Bu halkı mal sevmeden gayri uzağa azad berici şey
olmaz. Dünya için din umurunu unudurlar. Allah korkusun tutmazlar. Bu hususlara
değme bir kimesneye i 'timad eyleme çok olur kim, bazı kimesneler gündüzü sayim
ve gicesi kaim olur...Kimesneye garaz etmesün. Ve bunu da bil ki, geçen etrafa
koyduğun kimesnenin hali iyi ise, reayanın dahi hali iyi olur...
Her birine ısmarla eli altında olan
reayayı rıfk ile tutsunlar. Ve müslümanları karındaşı gibi bilüb zulüm ve
teaddi eylemesünler. Yarın kıyamet günü gökten kar gibi defatir-i amal yağdığın
ansınlar halkın fukarasın gözetsinler, kifayet mikdarı zahire versinler. Fukara
Allahü Teala Hazretlerinin sevgilileridir...Ve bu canibe gönderdiğin mektubunda
ba 'zı kuralar vakf etmek murad etmişsin ve senden sonra ev/ad/arına riayet
olunmak için hükm-i şerifim rica etmişsin İmdi feth ettiğin vilayetlerde ne
kadar vakf edersen eyle vallahi il azim makbulümdür. Ve dahi evladına riayet
hususu başım üzerine ve bundan gerü...SULTAN MURADIN
EVRENOS BEY'E MEKTUBU' Dr. Mehmet İNBAŞI
A.Ü.Türkiyat.Araştırmaları Ens. Dergisi.sayı 17 Erzurum 2001
Akıncıların vakıf
kişiliklerine geçmeden algımızdaki bazı şeyleri düzeltmem gerektiğini
düşünüyorum. Akıncılar hakkında çok
fazla bilgiye maalesef sahip değiliz. Gerileme ve çöküş dönemindeki isyanlar
sonunda arşivlerin tahrip olması ve Cumhuriyet döneminde Bulgaristan’a satılan
arşiv belgelerine ulaşma ve okuma zorluğu Akıncı teşkilatı hakkında ayrıntılı
bilgiye ulaşmamızı engelliyor.
Ö.Körpe’nin ifade ettiği gibi Osmanlı
imparatorluğunun askeri karakterdeki devlet teşkilatının kökeninde akıncılık ve
gaza geleneği bulunmaktadır. Osmanlı’nın Süleyman Paşa liderliğinde geri
dönmemek üzere Rumeli’ye geçtikten sonra ocak olarak kurulduğu varsayılan
Akıncılar, Rumeli fütuhatının hepsine katılmışlardır.
Kanunnameli, düzenli bir teşkilat
olan Akıncılardan bahsetmeden temel kahramanları akıncılar olan-benimde
okuduğum- bazı yayınlardan bahsetmek istiyorum. Tarihi romanlara, çizgi
romanlara meraklı olanların hemen hatırlayacakları (merhum Cüneyt Arkın’ın
sinema filmlerinde canlandırdığı karakterler.)
Ayhan Başoğlu’nun yazıp çizdiği
Malkoçoğlu Tur Ali Bey gerçek tarihi bir şahsiyettir. Malkoçoğlu Bali Bey’in
oğlu olan Tur Ali Bey kardeşi Ali Bey’le Çaldıran savaşında şehit olmuştur.
Film yapılan, tarihi romanlarda
bahsedilen diğer karakter ise sanıyorum-M. Turhan Tan’ın Akından Akına veya
Bekir Büyükarkın’ın Son Akın isimli romanlarıyla tanınmış hayali bir
karakterdir. Daha sonra resimli roman ve filmlerle meşhur olmuştur. Bildiğim
kadarıyla o devirlerde akıncılar ailesine bağlı olurlardı. Resimli roman
karakteri her zaman bağımsız takılan birisidir. Bu bağımsızlığın, romanda
padişaha karşı gelmeye varan pervasızlığın o dönem kültürüyle pek bağdaştığını
sanmıyorum. Çünkü Viyana kuşatmasının ardından Kanuni’nin emriyle akına çıkan
Malkoçoğlu Kasım Bey ve akıncıları çıktıkları akından dönüşlerinin olmadığını
biliyorlardı. O dönem Türk ordusunda bilhassa akıncılarda emre itaat en üst
seviyedeydi. Her hangi bir akıncının değil padişaha, subayına bile karşı
gelmesi düşünülemezdi.
Bekir
Büyükarkın’ın Son Akın romanında da çoğu romanlardakine benzer bir akıncı
figürü çizilir. Alkole ve kadına zaafı olan, dine lakayt, kafalarına göre
takılan, eğitimi bilinmeyen insanlar. Öncelikle şunu belirtmekte fayda vardır.
Akıncılar vakıf insanlardı. Yani akın mıntıkalarına tamamen vakıf idiler.
Muhteşem bir istihbarat ağları vardı. Akıncı beyleri en az iki yabancı dil
bilirdi.
M.
Turhan Tan’ın romanındaki kahramanın okuması yazması bile yoktur. M. Turhan
Tan’ın Akından Akına isimli tarihi romanında garip bir iddiası daha vardır.
İddiasına göre Akıncılar Avrupalı kadınlarla ilişkiye girdikleri için neslimiz
bozulmuştur!!! Vücut temizliğini bilmeyen kadınlarla gönül ilişkisi yaşayan
Akıncılar ve genetik olarak bozulan nesiller! Takdirlerinize
bırakıyorum!!!
Osmanlı
sultanlarının “Özel “ adamlarının olup olmadığıyla ilgili bir kayıt var mıdır
bilmiyorum ama sultanların düşman memleketlerine bir kişi göndermekten ziyade
ceza akını yaptırdıkları biliyorum. Fetret devrinin sonunda I. Mehmet
akıncıları Ceza akınıyla Eflak ovasına göndermişti. Fatih Sultan Mehmed’in de
Malkoçoğlu Bali Bey ve Mihaloğlu Gazi Ali Bey’i Erdel’e (Transilvanya) Vlad
Drakula’nın üzerine gönderdiği bilinmekte.
M.Turhan Tan’ın roman kahramanı okuma yazma bilmez,
roman ve çizgi romanlarda ki akıncı karakterleri uçkurlarına sahip olmayan, pek
öyle kural kaide tanımayan kişiler olarak anlatılır ki bunun doğru olmadığını
düşünüyorum. Kadın düşkünlüğüne gelince, yüz yıllardır temizliklerine düşkün
olan Türklerin (Rumeli’deki fethedilen yerlerde ilk yapılan binalar cami, hamam
ve imaret-zaviyelerden oluşan külliyelerdir.) yılda bir kez yıkanan ve
elbiselerini yıkamayan (Öte yandan
Arapların imalat tekniği İspanya’dan Avrupa’ya yayılınca Kuzey Avrupa’da sabun
lüks madde sayılmış; Hayvani yağ ve külden ürettikleri sabun kötü koktuğu için
yalnız çamaşır yıkamakta kullanabiliyorlarmış zira. İkbal Armağan Gözlü, Derin Tarih
Mayıs 2016) Avrupalı kadınlara nefislerinin uyanıp uyanmayacağını
takdirinize bırakıyorum.
"Türkler,
Avrupa'da ekseriyetle tesadüf edildiği gibi insanların yemek yedikleri veyahut
yıkanıp temizlendikten sonra tekrar yiyecekleri kaplarda köpeklerin de yemek
yemesine müsaade etmezler … Çünkü Avrupa'da çok defa sofraya köpeklerin de
kullanmış oldukları kaplarla yemek getirilir…Türkler güçlü-kuvvetli oldukları
için pek çok yaşarlar. Herhalde bunun en tabii sebebi gayet sıhhi ve iyi
gıdalar kullanmalarında…Türkler nadiren hasta olurlar. Bu sıhhi vaziyetlerini
bir taraftan yeyip içmedeki kanaatkarlıklarına, bir taraftan da israfa kaçmamak
şartıyla hamamda yıkanıp temizlenme adetlerine medyumdurlar. Kadınları da ayni
vaziyettedir. (Comielle
Le Bruyn -Voyages de Cornielle Le Bruyn par Ia Moscovie, en Perse et aux indes
orientales., 1332, La Haye)
Tarihçi Reşat Ekrem Koçu Ocak 1950
tarihinde yayına başlayan Resimli Tarih mecmuasında Budin Paşa’sının Kızı
isimli bir tarihi tefrika yayınlamaya başlamıştır. Tefrikanın kahramanları
Ressam Münif Fehim’in çizimine göre algımızdaki akıncılardır.(Kartal Kanatları
vardır.)Tefrikanın 3.bölümünde Akıncılar hakkında şu ibareler bana oldukça
ilginç geldi:
“Budinde
acele işleri yoktu. Şöyle bir gidip bu güzel şehri ve sokaklarını süsliyen
Budin güzellerini bir kere daha görelim demişlerdi. Atlar meşelere bağlanmış, kebaplar
ve şaraplar yenilip içilmiş, sonra ağızlar çalkalanıp aptes tazelendikten sonra
çubuklar ateşlenmişti.”
Kimse kusura bakmasın ama akıncılar
bu şekilde bir hayat yaşayan insanlar değillerdi. Önce şarap içip sonra ağzını
çalkalayıp aptes (doğrusu abdest olacak)tazelemek!!! Maalesef bir kısım tarih
yazarlarımızın genelde Osmanlı tarihine özelde ise akıncılara bakışı bu
şekildedir. İçkiye, kadına zaafı olan macera perest, dine olabildiğince lakayt.
Dini hassasiyeti olmayan birinin gözü kapalı ölüme gitmesi, çoluğunu çocuğunu
ölüme göndermesi, canı pahasına kazandığı servetini hayır işlerine adamasının
mümkün olup olmadığını okuyucuların takdirine bırakıyorum.
Şuur altımızdaki bir
diğer yanlış algı ise Akıncıların kılıç ustalığıdır. Akıncılık kurumsal olarak
olmasa da Orta Asya’dan itibaren Türk askeri geleneğinde vardı. Orta Asya’dan
itibaren Türk askeri geleneğinde hafi süvarilik hep vardı. Doğal olarak hafif
süvarilerin en büyük silahları atları ve ok-yaylarıdır.
Kavimler
göçü olarak bildiğimiz (MS 350-800 yılları arasında Avrupa'ya yapılan
şiddetli insan
göçüdür. İlk dönem
ve ikinci dönem olarak ikiye ayrılmaktadır. İlk dönemki kavimler göçü Batı
Roma İmparatorluğu ve Hunlar arasındaki
yoğun sınır değişikliklerini kapsar. İkinci dönem kavimler göçüyse ilk
dönemkinin devamı niteliğindedir. İlk gelen göçmenler Hunlar, Slavlar, Ön Bulgarlar, Alanlar tarafından
Batı'ya doğru sürülen Gotlar, Anglo-Saksonlar, Vandallar ve Franklar gibi Cermen kabileleriydi. İkinci
dönem göçleri de Arap, Türk, Macar, Viking göçleri
ve Moğol istilaları) Kuzey Afrika, Anadolu ve Avrupa'da derin
değişimlere sebep olmuştur. ) göç dalgasıyla Batı’ya doğru yola çıkan Türk kavimlerinin
silahlı güçleri tamamen süvarilerden oluşuyordu.
1040’lardan itibaren Anadolu coğrafyasına girmeye
başlayan Türkler’i isimleri ve kurumsal bir kimlikleri olmasa da akıncı olarak
nitelemek hiç te yanlış olmayacaktır. Kuruluş ve gelişme döneminde ağırlık her
ne kadar kara ordusunda olsa da”(Türk
Ordusu esasen atlı bir ordu idi. Bir İngiliz 18.yy.Türk süvarisi için şunları
söylüyor:”…Türk süvarileri atlarına çok hakimdiler. Günlerinin çoğu at üstünde
geçerdi. Eğitimleri çok sert ve çok disiplinlidir. Atlarını daima savaş
meydanının gereklerine göre eğitirlerdi. Eğitimde Türk süvarisi atını alevlerle
bürünmüş fıçılara, silah ateşlerine doğru sürer ve düz duvardan aşardı. Bu
yüzden Türk atı savaş alanına girince ürkmezdi. Türk süvarisinin atını
sürmekteki kabiliyeti kadar dört nala giderken nişan alması ve çok keskin bir
nişancı olması da meşhurdur. C.Taşkıran
Osmanlı) Bin yıl süren Orta Çağ’ın klasik
silahları Kılıç, Mızrak, Ok ve yay’dır bilindiği üzere. Osmanlı Devletinin
kuruluş ve gelişme yıllarında Kılıç ve türevlerinin piyade silahı olarak
Yeniçeriler tarafından kullanıldığını biliyoruz. Osmanlı’nın Rumeli fütuhatının
baş aktörleri olan Akıncıların silahı ise (süvari olarak) ok, yay ve at’tır.
Yeniçeri ocağı kurulana kadar Osmanlı Ordusu’nun büyük ölümü süvarilerden
müteşekkildi. Ok, yay ve mızrak süvari silahı olması sebebiyle Süvari
birliklerinin (Akıncılar, Tımarlı Sipahiler) silahı ok ve yay II. Bayezid
zamanına kadar Yeniçerilerin silahı ise kılıçtı.
Atlı-Göçebe Bozkır kültüründen gelen
Türkler için okçuluğun önemini konunun uzmanlarından biri olan Ünsal Yücel’den yapmak faydalı olacaktır.
(Bütün
bunların gerçekleşmesi ise uzun ve çetin bir çalışmayı ve disiplini gerektirir.
Eğitimin çok küçük yaşlardan başlaması ve idmanın terk edilmemesi bundandır.
Sonunda onun için nişan almak diye bir mesele, okun atılış yönü diye bir
problem kalmaz. Pratik olarak at sırtında dört nala giderken nişan almak
imkansızdır. Hele bu durumda hareketli bir hedefe, diyelim uçan bir kuşa
kovalayan bir düşmana nişan almak söz konusu olamaz. O bunu fiziksel kontrolün
ötesinde kazanılmış üstün bir yetenekle başarmaktadır. Kendisini hızla takip
eden düşmanına ani bir arkaya dönüşle isabet kaydetmesi bu yeteneğinin ne
ölçüde geliştiğini göstermektedir. Eski bir Arap kaynağında yazıldığı gibi ”O
(Türk), hayvanını hızla koştururken öne arkaya, sağa sola yukarıya aşağıya ok
atar. Hedef atışta okun boşa gitmesi söz konusu değildir. ”Hücum anında
onlardan bin süvari, bin düşman atlısına ok atsalar hepsini yere sererler.”
Görüşü keskinleştiği kadar da genişlemiştir.” Türkün ikisi yüzünde ikisi
kafasının arkasında dört gözü vardır. Atının hele yayının elden onu daima
korkutur, yedek atını ve yedek yayını yanından hiç eksik etmez.(Ünsal Yücel-Türk Okçuluğu)
Okçuluk Osmanlı
Devleti/İmparatorluğu’nun yükselme döneminde bir spor ve sanat haline
dönüşmüştür. Osmanlı İslam öncesi kültüründe bulunan okçuluğu asla unutmadı ve
ihmal etmedi. (Burada en büyük süvari silahı olan ok ve yay yapımından biraz
bahsetmek yerinde olacaktır. Okçuluğun Türk toplumlarındaki kültürel yerine
kısa bir tespit olmak üzere Ünsal Yücel’den kısa bir alıntı yapmak istiyorum
müsaadenizle:
(Bilhassa
Türklerin Okçu kavimler diye anılmaları onlar için başka sıfat yerine “ Okçu “
deyiminin kullanılması sebepsiz değildir. Nitekim okçuluğun da Türkçe’de 200
kelimeyi bulan bir sözlüğü vardır.
…Osmanlı’da
ok (tirgeran) ve yay (şemşirgeran) adıyla örgütlü esnaf loncası şeklinde
çalışıyordu. Ayrıca ok ve yay için malzeme temin eden bir gurup ise vergiden
muaf olarak çalışırdı.1511 tarihli bir Cebe Muhabesesi Defterinden Cebehane’ye
lazım olan 780.000 adet okun imaliyesi olarak Hazineden İstanbul okçularına
100.000,Edirne okçularına 30.000 akçe ödendiğini öğreniyoruz.
…Sultan
II.Bayezid’in okçuluğa büyük ilgi duyduğunu, hatta kendisinin de usta bir
kemankeş olduğunu biliyoruz. O devre yetişen Bahtiyarzade Hacı Hasan Çelebi, bu
konuda şöyle yazıyor: Sultan Bayezid hazretleri kendileri daha atıcı idi.
Üslubları hub olup, kemankeşlikleri dahi olub bir münteha yayı çekip, diyar-ı
Arap ki Mısırdır anda gönderib, hiç kimse anı çekemeyip kalmıştı. Kendileri
dahi ok attıkları yayı değme kişi istimal edemezlerdi. Gerçekten elimizdeki
örnekler çekilmesi çok güç büyük ve katı yaylardır. Ünsal Yücel Türk Okçuluğu)
Yukarıdaki alıntılardan
anlaşılacağı üzere hafif süvari olarak akıncıların silahları at, yay ve
oklarıydı. Akıncılar ağırlık yapmasın diye zırh bile kullanmazlar, mecbur
kalmadıkça zırhlı piyade ordularıyla savaşa girmezlerdi. Akıncıların Osmanlı
devlet bürokrasisiyle araları çoğunlukla limoniydi dersek yanlış olmayacaktır.
Çünkü yaşadıkları ortam itibarıyla katı devlet protokolünden ve teşrifat
kurallarına yabancıydılar.
Akıncılar vakıf
kişiliklerinin dışında devlet lehine pek çok hayırlı faaliyette bulundular.
Siyasi otoritenin bulunmadığı, devletin neredeyse yıkılma aşamasına geldiği (Bazı tarihçiler I. Mehmed’i bu yüzden
Osmanlı devletinin ikinci kurucusu sayarlar.) 1402-1413 arası Fetret
devrinde, Akıncılar sayesinde Balkanlarda- Silistre hariç toprak kaybı olmadı.
II. Murad döneminde ise devlete
büyük bir zarar vermekten son anda vaz geçtiler. Tarih kitaplarında Düzmece
Mustafa isyanı olarak geçen Şehzade Mustafa İsyanında Rumeli’deki Turahan Bey
ve Gümlüoğlu başta olmak üzere bazı akıncı beyleri Şehzade Mustafa’nın yanında
Bursa yakınlarına kadar gelmişlerdi. Musa Çelebi’nin Rumeli Beylerbeyi olan
Mihaloğlu Gazi Mehmed Bey’in akıncı beylerini II. Sultan Murad’ın tarafına
çekmiş devleti büyük bir gaileden kurtarmıştır. (’’Andan Düzme Mustafa leşkeriye (asker) Sultan Murad’ın askerini
gözleyip, birbirine karşı dururken, Mihaloğlu Mehmed Bey, Tokat hapsinden
çıkıp, gelip yetişti. Sultan Murad’ın elini öpüp, hi’at geyip heman doğru su
kenarına geldi.Evvel kelâmı bu oldu ki. ’’ Bire Türk Turahan ve bire hain’’
deyü çağırdı. Andan Gümlüoğlu’na ve andan Evronoz oğlanlarına, andan cümle
Rumeli beylerini çağırdı. Ve cemi Rumelililer su kenarına geldi. Selam verip
hayli kelimat etti.” Ve’Bu Mustafa düzmedir’ deyü ad çıkardı. Ve Rumelililerin
ba’zı ba’zına’Görün, Mihaloğlu Mehmed Bey diriymiş’’ dediler. Andan baş baş
beylere ve toyacalara mektub yazıp, Gönanlı Bayezid nam kimesne ile gölbaşından
viribidiler’’ Neşri)
Cumhuriyet
nesilleri olarak bizler Akıncıları-çoğu kulaktan dolma bilgilerle-
savaşçılıklarıyla bilsek te Akıncı Uç Beyleri her yönüyle (işlerini tam
manasıyla yapmaları, kendilerinin ve nesillerinin kanlarını ve canlarını
devlete vakfetmeleri ve mallarıyla vakıf kurmaları) vakıf insanlardır. O halde
Akıncı ailelerinin vakıflarını yazmaya başlayabiliriz.
Osman Keskioğlu ve A. Taha Özaydın
yaptıkları araştırma da Akıncı uç beylerinin bugünkü Bulgaristan’ın çeşitli
yerlerinde vakıf kurulduğunu tespit etmişlerdir. Bu vakıfların bir kısmı Akıncı
uç Beylerinin kurdukları vakıflardır.1868 tarihli Tuna Salnamesi, Kamusul Alam
ve Evliya Çelebinin notlarına göre Balkan coğrafyasında Cami, Okul, Medrese ve
Tekke olmak üzere toplam 848 hayrat eser tespit edilmiştir. Bunların tamamı
için vakıf olarak kurulmuştur.
Akıncılar kendilerine tımar olarak
verilen beldelerindeki imar işlerini de üstlenmişlerdir. Devletin müstesna
vakıfları Akıncı beylerine mahsustur.(Akgündüz ise, din büyüklerine ve
kuruluşta hizmeti geçen gazilere ait bu vakıflara eskiden beri devletin idari
açıdan karışmadığını belirterek, bedele bağlanma usulünden de muaf
tutulduklarını kaydetmektedir. Böylelikle hem idari açıdan hem de vergi tahsili
açısından devletin müdahale edemeyeceği bu vakıflar “müstesna vakıflar” adını
almışlardır. Guzât vakıfları dört adet olup, Gazi Evrenos Bey, Gazi Ali Bey,
Gazi Mihal Bey ve Gazi Süleyman Bey vakıflarından oluşmaktadır. Ayşegül
Çalı)
Yılmaz Öztuna
Türkiye tarihi
Ünsal Yücel Türk
Okçuluğu
Cemalettin
Taşkıran Osmanlı 1999
SULTAN MURADIN EVRENOS BEY'E MEKTUBU' Dr.
Mehmet İNBAŞI A.Ü.Türkiyat.Araştırmaları
Ens. Dergisi.sayı 17 Erzurum 2001
İkbal
Armağan Gözlü, Derin Tarih Mayıs 2016)