‘’Ordayımdır ama yok
sayılırım.’’(Alıntı)
Bir öğreti babında kanıksanmış
değerler ve havalandırmaya hapsolmuş bir güvercin gibi kanatlandığımda
yüreğimin yerinden çıkacakmışçasına çarptığı ve işte göz bebeklerim büyüyor ve
daha büyük adımlar atıyorum belki de kullanmadığım o atıl hafızada saklıdır
söyleyemediklerim ya da kolektif bilinç altında tolere ediyorum bildiklerimi.
Rüzgarlı bir hava nasıl da aldatı
renklerse çapkın ve temkinli ve bir gök kuşağı olduğumu tahayyül ediyorum elbet
sindiremediğim ne varsa alt bilincime postalıyorum.
Büyük ayı uykuda. Küçük ayı da.
Ortanca ayı ise asla tabi olmuyor
gökyüzüne.
Kırılan sözcükleri ay ışığı
aydınlatıyor.
Kırılan kalbimi gece kapatıyor.
Bense hayatın kapısını hızlıca çarpıp
çıkıyorum zihnimde tıkılıp kaldığım o ufacık sandık odasından ve işte hayatta
asılı kalmanın verdiği boğuculuk ile sözüm ona aklımın tüm gri hücrelerini
yıkayıp bir seferliğine çamaşır ipine asıyorum.
Ve geceyi deviriyorum ayağımla.
Pabuç gibi büyük dili öfkemin elbet
nemalandığım saçmalıklarını insanların ört bas etmeye çalışıyorum: evet,
çalışıyorum ama silah geri tepiyor.
Naylon faturalar da yıkamaya tabi
tutuluyor lakin görmezden geliyorum.
Sabah oldu madem. Çıkıyorum balkona
ve kafatasımdaki geçici boşluğu yeniden yıkanmış ve kurumuş nöronlarımla
dolduracağım ama bir görüyorum ki: beynim çekmiş ve küçülmüş ve sinir
hücrelerimin çoğu silinip süpürülmüş artık hani aklı evvel gelip de ipten
çaldıysa aklımı.
İçine düştüğüm boşluk ne ki kafa
tasımın asla dolma imkanı yok iken ve hatırlamıyorum hiçbir şeyi en başta kim
olduğumu ve adımı da.
Sözcükler gelmiyor artık ilham
perimin eşliğinde.
Hesap makinemdeki o akmış pil gibi de
yapış yapış zihnim: ne sıcak ne soğuk.
Ne mutluyum ne derdest.
Fasılalardan öylesi ki…
Fısıltılar konaklanıyor omzuma ama ne
dediklerini anlamıyorum ve aynaya bir yöneliyorum ki:
Benden eser yok aynadaki yansımamdan.
Kapı zili çalıyor ve ne yapmam
gerektiğini akıl edemiyorum oysaki günler evvel dememiş miydi Ayten:
‘’Bu akıl sana fazla. Azıcık da bana
ver.’’
Kabullenmediğim bir ön görü çünkü
akıllı olduğum değil tek gerçek sadece aklımı boş yere harcadığım ve dünün
hatıralarından ve acılarından kurtulmak adına zihnimi yıkamam gerektiğine nasıl
karar vermişken.
Posta güvercinleri dadanıyor balkona
ve gagalarında taşıdıkları onca zarfı yere bırakıyorlar ve geldikleri gibi
gidiyorlar.
Bana posta koyan artık her kimse.
Midemden sesler geliyor ve tornavida
ile oymak geliyor içimden midemi ve hissettiğim duygunun neye denk düştüğünü
anlamıyorum ve üstüme kat kat kazak giyiyorum midemin gurultusu geçsin diye.
Salona geçiyorum ve odanın ortasında
duran kocaman bir camdan kareye denk düşüyorum. Bir düğme var üstünde ama ben
düğmeye basacağıma elimdeki tornavida ile cam ekranı parçalara ayırıyorum
derken midemdeki yanma geçiyor.
Mutfaktan sesler geliyor ve kulağıma
musluğa dayıyorum ve basan sıcaklığı alt ediyorum demek ki musluktan gelen tıs
sesi üşümeme iyi geliyor. Kapı zili ise hala çalmakta ve en yüksek tonlamadan soruyorum
kimin geldiğini ve havada asılı kalan soru işaretine asıyorum kendimi adeta bir
çengel gibi ve havada sallanıyorum adeta bir soru işareti değil de evin
ortasına kurulmuş salıncak gibi.
Dışarıdan biri sesleniyor ve yanıt
veriyorum:
‘’Alo…’’
Bir siren sesi duyuyorum ve acı ile
bağıran ambulansın arkasındannn bağırıyorum:
‘’Mekanın cennet olsun.’’
Peki, ben neredeyim?
Cennet neresi cehennem neresi?
Çalan telefon ile geliyorum kendime
ve nasıl bir davranışta bulunmam gerektiğini kestiremiyorum yekten camdan
fırlatıyorum telefonu.
Zihnimi tırmalayan bir şeyler var.
Elbet içime düşen kurtlar boş kafamda yuva yapıyor ve inanılmaz bir baş ağrısı
nüksediyor.
Banyoya yöneliyorum ve kapının
arkasında duran şişeye takılıyor gözüm: çamaşır suyu.
Tanıdık geliyor suyun varlığı ama
bilemiyorum ne yapmam gerektiğini ve başıma dikip içiyorum.
İçimin yanması geçti mi ne?
Gözlerim büyüyor bu sefer antrede
duran ayakkabıları gözlerime yerleştiriyorum elbet oturmuyor usulca ve ben
sadece deniyorum neyi ne yapmam gerektiğini bilmez bir şekilde sonra da ayağım
halıya takılıp yüzü koyun düşüyorum yere ve içimdeki fenalık her yere taşıyor
ve köpük köpük kusuyorum. Her yer bulamaç içinde ve içimdeki çamaşır suyunu
çıkarırken bir de bakıyorum ki içim ve yer döşemesi bembeyaz olmuş.
Aklımda balkondaki ipte takılı çekmiş
beynimde.
Hani, diyorum acaba eski haline
dönüşmüş müdür?
Akıl erdirilecek gibi değil ama…
Derken yöneliyorum balkona ve
güvercinlerin balkona yığdıkları posta zarflarına rastlıyorum bir de kanadı
kırılmış ya da gözleri oyulmuş hatta kopmuş kafaları ile yerde cansız serilmiş
kuşları bir görüyorum ki…
Midem kazınıyor yine.
Güvercinleri birbiri ardına
dişliyorum ve boş midemi kanları ile dolduruyorum ve inanılmaz bir şekilde
canlanıyorum. Aklımı ipte unutmuş ve kurutmuş olmanın verdiği hicapla kolaçan
ediyorum zihnimi: hala boş hala ağrıyor hala bana dair bir şey de hatırlamıyorum.
Yerdeki zarfları alıyorum elime ve
içinden bir bir dökülüyor sözcükler. Ne mi?
‘’Aferin sana.’’
Garipsiyorum ve bunu kimin demiş
olacağını tartıyorum zihnimde lakin içi boş bir beyin de artık ne işe yararsa.
Diğer zarfı alıyorum kanı da bulaşmışken
ölü posta güvercininin.
‘’Vazifeni layığıyla yerine
getirdin.’’
İçim kanıyor.
Yüreğim de.
Yine de adlandıramıyorum ve bir
sözcük arayışında iken ansızın aklıma ismim geliyor ve gülümsüyorum.
Beni makaraya alan birileri var kim
olduğunu tahmin edemediğim.
Kapı zili ısrarla çalıyor ama
aldırmıyorum.
Diğer zarfı alıyorum kırık kanadına
sıkışmış iken bir diğer güvercinin.
‘’Git ve kapıyı aç.’’
Talimat veren biri var kim olduğunu
bilmediğim bu sefer sokak kapısına yöneliyorum ve bir hışımla açıyorum:
Yerde bir kutu. Epey büyük ve de
ağır. İçeri taşıyorum ve kimseye rastlamıyorum kapıyı açtığımda.
Odanın ortasında tarafımca açılmayı
bekleyen kocaman bir kutu üstelik epey de ağır.
Tıpkı önceki hayatımda her şeyi
ağırdan almış olmamdan mı ne kutuyu açmakta tereddüt ediyorum.
Ansızın saldırıyorum kutuya ve deli
gibi sallıyorum ve içinden gelen sese kulak veriyorum:
‘’Korkma. Korksan bile korkunun
üstüne gitmelisin.’’
Parçalıyorum kutunun kapağını. Ne mi
görüyorum?
Sadece boşluk ve de boş bir kutu
tıpkı kaybettiğim aklım gibi boşluğa düşmüş ben ve bir kutu ve de
bilmediklerime eklenen bir halka.
Bildiğim her şeyi unutmuş biri olarak
ve de geriye dönme ihtimalinin olmadığı en azından kalan aklımla iyi kötü bir
gün geçiriyorum ve senelerdir beni üzen ve yoran her şeyden herkesten bihaber
ve de uzak iken…
Sadece bir boşluk üstelik ben seneler
evvel boşa düşmüş bir vatandaş iken.
Sadece uyuştuğumu hissediyorum ve
dünde kalan korkularımdan da eser kalmadığını biliyorum artık. Daha doğrusu
bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğim.
Bedensizim de.
Ruhsuz.
Akılsız.
Ama yaşayan bir organizma ve
anılarımdan tekine bile rastlamadığım ve yarınlar için de endişelenmediğim…
Yalnız olduğumu bilsem de bir şüphe
düşüyor içime:
Yoksa yalnız değil miyim?
Ya, kulağıma çalınan fısıltılar neyin
nesi?
Kimim ben?
Neredeyim?
İçimdeki boşluk yetmezmiş gibi içine
düştüğüm boşluk ve işte tüy kadar hafifim.
Fısıltılar kesilmiyor ve son duyduğum
sonra ise…
‘’Geriye dön artık. Gittiğin yerden
geriye dön.’’
‘’Bunu yapamam.’’
‘’Yapabilirsin tıpkı tüm korkularının
üstüne gittiğin gibi.’’
‘’Yine aynı hayatı mı yaşayacağım?
Kifayetsiz bir fabrika işçisi ve karısının onu terk etmesinden korkan ve
aralıksız aşağılanan. Ne yani, fakirlik suç mu ya da mutsuz olmak ya da…’’
‘’Uyanmak zorundasın an itibari ile
yoksa seni artık ben de dâhil olmak üzere kimse geri getiremez.’’
‘’Canım yanıyor.’’
‘’Geçecek yeter ki aç gözlerini.’’
‘’Beynim uyuşuyor adeta elektrik
verilmiş gibi.’’
‘’Sık dişini. Elimi sık dediklerimi
duyuyorsan.’’
‘’Sesimi duyuyor musun?’’
‘’Ya, sen benim sesimi duyuyor musun?
İnan ki çok kolay geri gelmen yeter ki sen iste.’’
‘’Korkularımdan korkmak istemiyorum
ama artık.’’
‘’Korkularından sonsuzluğa kadar
kurtuldun. Aç hadi gözlerini.’’
‘’İnsan olmaktan korkma. Acı
çekmekten de korkma. Hiç kimse olmaktan bin kat iyidir hissettiklerin ve
acılarını sev ve insanlığını sev ve…’’
‘’Ya, boşalan zihnim?’’
‘’Zihnin yerli yerinde duruyor sadece
haddinden fazla korkmuşsun ve artık buna gerek yok.’’
‘’Buradayım.’’
‘’Aramıza hoş geldin.’’
‘’Yok saymayacak mı beni dünya
yeniden?’’
‘’Sen hep vardın ve de varsın ve var
olacaksın.’’
‘’Ya, onlar bunu kabul edecek mi?’’
‘’Yeter ki mutabık ol varlığınla ve
seni yok sayanlara asla aldırma. İnan ki değmez buna.’’
‘’Eşim nerede? Terk etti beni, değil
mi?’’
‘’Günlerdir uyumadan aralıksız
başında bekledi senin ve senin onu sevdiğinden de fazla seviyormuş seni.’’
‘’Ne yani, yaşıyorum diye sevinecek
mi?’’
‘’Değdi mi?’’
‘’Değdim de.’’
‘’Nasıl yani?’’
‘’Oradaydı. Ona dokundum.’’
‘’Bilmiyorum kim olduğunu ama
gözlerimi alamadım.’’
‘’Anladım ama kimse için
değmeyeceğini anlamışındır umarım.’’
‘’Midem gurulduyor.’’
‘’Başka?’’
‘’Telefonun çalıyor, doktor.’’
‘’Başka?’’
‘’Televizyonda ne kadar saçma program
varsa seyretmek istiyorum ve boş boş bakmak.’’
‘’Bana boşluktan bahsetme sakın.
Yetmedi mi içine düştüğün boşluk ve de içinde saklı tuttuğun?’’
‘’O kutuda ne vardı? Hani geride
bıraktığım…’’
‘’Zamanı gelince öğreneceksin sadece
rahat bırak kendini. Hem şimdi karını çağıracağım üstelik sana vereceği müjdeli
bir haberi var. Anlaştık mı?’’
‘’Yağmur mu yağıyor? Oysaki ben
gittiğimde hava…’’
‘’Birazdan diner yağmur tıpkı
yakalandığın fırtınanın dindiği gibi.’’
‘’Hayır, yağsın hep yağsın ki ben de
kalan mazimden tamamen arınayım. Yemek kaçta?’’
‘’Hoş geldin aramıza.’’