
Sen Bir Şiirsin
Güneş, ufukta usulca yükselirken, küçük bir sahil kasabasının
dar sokaklarında bir gölge gibi süzülüyordu Ekin. Elinde eski bir defter,
yüreğinde ise tanımlayamadığı bir huzursuzluk vardı. Bu kasaba, onun
çocukluğunun geçtiği yer değildi ama sanki ruhu burada doğmuştu. Denizin tuzlu
kokusu, dalgaların kumsala vuran naber sesi ve martıların çığlıkları, ona hep
bir şey anlatmak ister gibiydi. Ama ne? Ekin bunu çözememişti henüz.
Her sabah olduğu gibi, kasabanın en uç noktasında, denize
nazır bir kayalığa oturdu. Defterini açtı, kalemini eline aldı, ama yazamadı.
Kelimeler, zihninde birer kelebek gibi uçuşuyor, yakalamaya çalıştıkça
kaçıyordu. “Neden yazamıyorum?” diye mırıldandı kendi kendine. “Sanki bir şey
eksik, sanki bir şey tamamlanmayı bekliyor.”
O sırada, kayalığın biraz ötesinde bir hareketlilik fark
etti. Bir kadın, elinde bir kitapla, dalgaların kıyıya vurduğu yerde yürüyordu.
Saçları rüzgârda dans ediyor, adımları hafif ama kararlıydı. Ekin’in gözleri
ona takıldı. Kadın, sanki bu dünyadan değil de bir şiirin dizelerinden fırlamış
gibiydi. Durdu, denize baktı ve kitabı göğsüne bastırarak derin bir nefes aldı.
Ekin’in kalbi, o an, sanki ilk kez atmaya başlamıştı.
“Kim bu?” diye düşündü. Kasaba küçük bir yerdi, herkes
birbirini tanırdı, ama bu yüz ona yabancıydı. Yine de, içinde bir yerlerde, bu
yabancılığı tanıdık bir hisle örten bir sıcaklık vardı. Cesaretini topladı,
defterini kapattı ve yavaşça kadına doğru yürüdü.
“Merhaba,” dedi, sesi titrek ama samimi. Kadın başını
çevirdi, gözleri Ekin’in gözleriyle buluştu. O an, dünya durmuş gibiydi.
Kadının gözlerinde, Ekin kendi ruhunun yansımasını gördü; kaybolmuş ama arayan,
kırılgan ama güçlü bir yansıma.
“Merhaba,” dedi kadın, gülümseyerek. “Burada sık sık oturur
musun?”
“Evet, her sabah,” dedi Ekin, elinde olmadan gülümsedi.
“Burası… İlham verir, ama bazen ilham da kaçar.”
Kadın, elindeki kitabı göstererek, “Ben de öyle. Bu yüzden
şiir okurum. Bazen bir dize, insanın içindeki boşluğu doldurur.”
“Ne okuyorsun?” diye sordu Ekin, merakla.
Kadın kitabı uzattı. “Atilla İlhan. ‘Ben sana mecburum,
bilemezsin…’” dedi, bir dizesini mırıldanarak. Ekin’in kalbi bir kez daha
sarsıldı. O dize, onun yıllardır içinde taşıdığı ama adını koyamadığı bir
duyguya dokunmuştu.
“Sen bir şiirsin,” dedi Ekin, aniden. Sesi, kendi kulağına
bile yabancı geldi. “Yani… Yani, sanki bir şiirden çıkmış gibisin. Her
hareketin, her bakışın bir dize gibi.”
Kadın güldü, ama bu gülüşte bir utangaçlık, bir sıcaklık
vardı. “O zaman sen de o şiiri okuyup her dizesinde kaybolan bir âşık
olmalısın,” dedi, gözleri parlayarak.
O an, Ekin’in dünyası değişti. Adı Ada’ydı kadının. Bir
ressamdı, kasabaya kısa bir süreliğine, ilham aramak için gelmişti. Günler
geçtikçe, Ekin ve Ada, kayalıklarda, sahilde, kasabanın dar sokaklarında
buluşmaya başladı. Her buluşma, bir şiirin yeni bir dizesi gibiydi. Ada, Ekin’e
renklerin dilini öğretti; Ekin, Ada’ya kelimelerin ruhunu. Birlikte
geçirdikleri her an, bir tuvalde yeni bir fırça darbesi, bir defterde yeni bir
satırdı.
Bir akşam, kasabanın küçük meydanında, denizin mırıldanışını
dinlerken, Ada eline bir fırça aldı ve Ekin’in defterine bir şeyler çizmeye
başladı. “Bu sensin,” dedi, gülümseyerek. Defterde, dalgaların arasında bir
kayalık ve üzerinde oturan bir figür vardı. Ama figürün yüzü yoktu; yerine bir
şiir dizesi yazılmıştı: “Sen bir şiirsin,
ben ise o şiiri okuyup her dizesinde kaybolan bir âşık.”
Ekin, o çizime bakarken gözleri doldu. “Neden yüzüm yok?”
diye sordu.
“Çünkü” dedi Ada, “senin yüzün, benim yüreğimde. Orada
tamamlanıyorsun.”
O yaz, Ekin ve Ada için bir ömre bedeldi. Aşk, onların
arasında kelimelerle, renklerle, bakışlarla örülmüştü. Ama yaz bittiğinde,
Ada’nın kasabadan ayrılması gerekti. Giderken, Ekin’e bir not bıraktı: “Sen bir
şiirsin, Ekin. Ve ben, o şiiri her okuduğumda, her dizesinde yeniden kaybolacağım.
Unutma, aşk bir son değil, bir başlangıçtır.”
Ekin, o notu defterinin arasına koydu. Ada gittikten sonra
bile, her sabah kayalığa oturdu, defterini açtı ve yazdı. Artık kelimeler
kaçmıyordu. Çünkü Ada, onun ilhamı olmuştu; bir şiir, bir dize, bir ömürlük
aşk.
Yıllar geçti, Ekin bir yazar oldu. Kitapları, aşkın,
kayboluşun ve yeniden buluşun hikâyeleriyle doluydu. Her kitabında, bir
yerlerde, Ada’nın gözleri saklıydı. Ve her okur, o satırları okurken, Ekin’in
Ada’nın dizelerinde kayboluşunu hissetti.
Çünkü aşk, bir şiirdi. Ve Ekin, o şiiri okuyup her dizesinde
kaybolan bir âşıktı, vesselam.
Mehmet Aluç