Vatanımın kokusu
Fırıncının ekmekleri gibi taze,
anneannemin kadife elleri gibi yumuşacık,
babamın yiğit göğsü gibi vakarlı…
Artık eskisi gibi kokmuyor.
Kaç git öteye! yanacaksın!
Bu toprak uğruna bir gün sen de yanacaksın!
Gencecik hayatları, yeşermemiş umutları yediler,
doydu mu gözleri?
"Doymadı." Doymadı ya.
Kulağımın sağır olduğu sessizliğin içinde
tiz bir ıslık sesi göğü yardı.
Gökkubbe sarsıldı
yer yer döküldü.
Kıyamet koptu.
Az daha uyusan öldü bilecektik seni.
İfadesiz bir suratla baktım Ablama.
Geniş alnına yer yer çizgiler dökülmüştü.
Henüz yirmilerinde idi, çok da güzeldi.
Yüzünde asılı kalan mutsuzluk
onda emanet gibi duruyordu.
Ne var ki her insanın
bir sınavı vardı şu hayatta.
Sustuk.
Burada susmak adetten sayılırdı.
Susmazsan, ölürdün.
Çok sonradan öğrendik
bugüne kadar sustuğumuz için öldüğümüzü.
Haklıydılar ,sonradan uyandık,
geç kalınmış bir kahramanlığı göğüsledik,
öldük.
Annemin yüzü geldi gözlerimin önüne.
Yoğun kahverengi gözleri hasretle kavrulmuştu.
O da beni özlüyor muydu sahi?
Acı bir tebessüm perçinlendi dudaklarıma.
ablam bir şeyler hazırlayacağını söyleyerek
çıktı odadan.
Aradan birkaç dakika geçmeden,
Ağabeyim konuştu.
Bakma öyle yetim gibi
bir şeyler söyle.
Bir yetim nasıl bakardı?
Düne kadar bilmezdim.
Düne kadar insanın canı nasıl kopartılır,
yaşarken nasıl ölünür bilmezdim.
Düne kadar ben boyunca kana bulanan toprakta
annenin, babanın, kardeşinin parçalarını aramak
nedir bilmezdim...
İçim doldu,
gözlerimden tek damla yaş akmadı.
Ağabeyim yanıma çöktü.
Doğu illerinde yetişen
siyah gülleri bilir misin?
Öylece yüzüne baktım.
Bu gülleri koparıp
başka toprağa ekmeye kalkışırsan
kırmızı rengini alırlar.
Tepkimi ölçmek istercesine
birkaç saniye boyunca
kuzguni siyah gözleri çehremde gezindi.
İşte biz de o siyah güller gibiyiz
Başka toprakta kanarız.
Bilirim, ruhun avaz avaz bağırır şimdi,
ondan susarsın.
Varsın sus.
Ama söndürme kendini.
Çünkü insan anası, babası öldüğünde değil,
toprağından söküldüğünde yetim kalır.
Ben bu vatanı çok sevdim.
Bu vatanı sevdikçe üstündekileri daha çok sevdim.
Nefrete boğulmadan önce
bu milletin iki akciğerinden biriydi sevgi.
Bizde şehit arkasından üzülmek ayıptır.
Biz de acımızı haklı bir gururla sarar,
evimizin önüne,
sokaklarımıza Türk bayrakları asarız
her şehit haberinde.
Dışarıdan gelen acımızdan önce
gururumuzu görsün diye…
Yine öyle yaptık.
yelkovanına astı benliğini,
akrebe ulaşmak arzusuyla
vurdu her defasında saat başına.
Geçmek bilmez diye nitelendirdiğim zaman geçti,
kendi akrebimi kovalarken, soluksuz,
kaçtığım yerde buldum kendimi.
Sıcak gelişme! acı haber geldi.
Çıkan çatışmada yirmi iki yaşındaki
astsubay ağabeyim
şehit düştü…
Şehit düştü.
Şehit, düşer miydi?
Üşüdüm.
Onun bedeninden çekilen kan,
benim bedenimi de terk ediyordu yavaş yavaş.
Çünkü biz, aynı kandan , aynı candandık.
Yüreğimde yerini hiç kaybetmediğim o kor,
damarlarımı yaktı.
O haber kanalında,
o yazının geçip giden son kelimesinde
şehidim yükseldi,
ben düştüm.
Öyle bir düştüm ki bir daha kalkamam sandım.
Annemin, babamın, kardeşimin yokluğunda
bana anne, baba, kardeş olan insanlardan uzaktaydım artık.
Bir daha göremeyeceğim yüzlerin sayısı arttıkça
ben de siliniyordum hayattan.
Çünkü insan
ya onu sevenlerin hatıralarında yaşardı öldükten sonra
ya da al bayrağa kanını, hilale canını katarak.
Kanım da canım da bende kaldı,
çok utandım.
Ağabeyimi defnettik birkaç gün sonra.
Herkes ağladı,
ben sustum.
Sonra gözlerimizdeki yaşları silip,
gururla uğurladık onu.
Ablam gözleri dolu dolu
Vatan sağ olsun! dedi.
Gözlerinde ağabeyimin keskin bakışları…
Ölürken her şeyini alıp gitmemişti demek ki.
Milletine gurur, çocuklarına emanet,
karısına dirayet bırakmıştı.
ve ben babamızın naaşını sırtlandığımız gibi
sırtlandık emanetini.
Ölümün ve sevilen bir ölünün acımasız doğası gereği,
insanın boğazına düğümlenip kalan o şey
hiç geçmiyor.
Susuyor.
Yutkundukça hissediyorsun varlığını,
nefes aldıkça kemiklerin batıyor.
Acıtıyor, çok acıtıyor.
Bizde şehit arkasından üzülmek ayıptır.
Biz de acımızı haklı bir gururla sarar,
evimizin önüne, sokaklarımıza
Türk bayrakları asarız her şehit haberinde.
Dışarıdan gelen acımızdan önce gururumuzu görsün diye…
Yine öyle yaptık.
Harabelerle bezenmiş bu köyde,
bayrağın göğü böylesine kucaklayışına nefesimiz kesildi.
Uzun zaman sonra her kimliğin ötesinde,
yine bu şanlı bayrak altında bir bütündük.
Toplumları birleştiren şey nedir bilir misin?
diye sormuştu bir defasında ağabeyim
Bizi birleştirecek olan tek şeyin
ölüm olacağı kanısındaydım
o zamanlar.
Derin bir nefes çektim içime.
İnsanın içindeki zelzeleleri
başkasıyla paylaşması zordu.
Fakat ağabeyim sahip olduğu her şey gibi
onu da benimle bir nefeste paylaştı.
Bırakın acılarımız ortak kalsın.
Haftalar sonra
kendimi onun mezarının başında
öylece dururken buldum.
En uzun sessizliğimizi göğüsledik
pas tutmaz bir kararlılıkla.
Sonra eğildim, toprağına dokundum.
Bu topraklar onu iyice bağrına basarken
gökkubbe üstüme kapandı ve ağladı,
kuru bir cenaze töreni gibi
bir sonbaharda.
O ağladı,
ben sustum.
Sonra usulca toprağa oturdum.
Soğuk mezar taşına bastırdım dudaklarımı,
ardından alnımı koydum.
O sustu,
ben ağladım.
Susturabilmek için içimdeki yangını.
Toprak kokusu.
Vatanımın kokusu.
Fırıncının ekmekleri gibi taze,
anneannemin kadife elleri gibi yumuşacık,
babamın yiğit göğsü gibi vakarlı,
şehit ağabeyimin ak alnı gibi
tertemiz.
redfer