Lise Yıllarımda bir gün Edebiyat öğretmenimiz Şevki Bey bir kompozisyon yazılısı yaptı. Konu ‘’ Atatürk’ü niçin severiz? ‘’
O yıllarda edebiyat dersim oldukça iyiydi..Kompozisyonu da çok güzel yazıp hep 9- 10 gibi notlar alırdım. Hatta öyle ki matematik ve fizik dahisi olan sıra arkadaşım İhsan, iş kompozisyon dersine gelince çuvalladığı için ben kırk dakikalık o derste bir tane kendim için, bir tane de İhsan için yazardım. Neyse…Başladım Atatürk’ü niçin sevdiğimizi yazmaya…Kendimce harika bir kompozisyon yazmıştım. Kesinlikle 10 alacaktım.
Bir hafta sonra Şevki Bey yazılıları okumaya başladı. Sıra benim adıma geldiğinde adam ‘’Sami’’ der demez ben ‘’on ‘’ diye bağırdım. Şevki Bey çok sert ama kibar bir adamdı. ‘ Naahhh sana on ‘’ demedi...Kibarca ‘’ maalesef üç ‘’ dedi.
Beynimden vurulmuşa döndüm..Olamaz…Hem de konusu Atatürk olan bir kompozisyondan ben üç alamazdım. Hemen itiraz ettim tabii ki.
-Hocam niçin üç? Oldukça güzel yazmıştım.
-Güzel bir kompozisyon olabilirdi…Eğer ukalalık yapmasaydın.
-Anlamadım? Nasıl yani?
-Efendim neymiş..Kurtuluş Savaşından önce Atatürk Namık Kemal’in mezarına gitmiş miş de..Orada mezar taşı üzerinde ‘’ Dayamış vatanın bağrına düşman hançerini/ Yok mudur kurtaracak bahtı kara MADENİNİ ’’ yazısını görmüş müş de..Onun hemen altına ‘’ Dayasın vatanın bağrına düşman hançerini/ Elbet bulunur kurtaracak bahtı kara MADENİNİ ‘’ yazmış mış da…Nereden uydurursun bunları bilmem ki?
Evet, Hocamın söyledikleri benim kompozisyonumda aynen var olan cümlelerdi.
-Hocam böyle bir şey duymuştum ama…
-Duymuş olabilirsin ama yanlış kalmış hafızanda…Öyle mezar başına gidip mezar taşına yazma olayı yok…Hem sorun o değil...Asıl sorun...’’Bahtı kara MADEN’’…Bahtı kara MADEN ne demek? Söyle de biz de öğrenelim.
-Şey..Hık…Mık…
-Yaaaa..Öyle hık mık edersin…Neden? Çünkü bahtı kara MADEN değil o ..Bahtı kara MÂDER’dir
-Bahtı kara mâder ne peki hocam?
-Kara bahtlı anne.
Bir daha unutmak mümkün müdür mâderin ne olduğunu?
Aradan yıllar geçti. Şimdi benim öğrencilerim soruyordu Rahm-ı mâderin ne olduğunu.
Müzik dersindeydik ve hasbelkader girdiğim bu derslerinde önlerine bir marş koymuştum: ‘’DÜŞTÜ VAKTA Kİ RAHM-I MÂDERDEN OSMAN ÂŞİKAR’’
Öğrenci soruyordu: ‘’ Hocaaaammmm Rahm-ı Mâder ne demek? ‘’
Rahmı-ı mâder, anne rahmi demek de bunu orta okul öğrencisi keratalara nasıl anlatırsın?
Dilim döndüğünce anlattım kikirdemeler arasında.
Hani soru böyle makul ve mantıklı olunca cevabı müşkül de olsa anlatıyorsun bir şeyler. Peki soru şöyle olursa nasıl cevap verirsin?
Benim iki numara soruyor. Evet bir Tarihçi babanın evladı soruyor bu soruyu.
-Baba ! Sana bir şey soracağım.
-Buyur sor oğlum.
-Ya, geçen gün benim kız arkadaşla tarihi bir filme gittik. Ondan sonra da İstanbul’da dolaştık biraz. Galata Köprüsüne geldiğimizde benim kız arkadaş ‘’ Fatih Sultan Mehmet bu köprüden kanat takıp uçmuş’’ dedi. Tarihte böyle bir olay var mı?
Çocuk bir şeyler hatırlamış besbelli ama karma karışık etmiş.
Hani bir Karadeniz fıkrası vardır:
Adamın biri oldukça yüksek bir binanın çatısında bir şekilde mahsur kalmış. Bir türlü aşağıya indiremiyorlar…Adamda yükseklik korkusu da var; İtfaiye merdivenine gelip öyle de inemiyor. Derken efendim yerdeki kalabalığa Temel de katılmış. Sormuş kalabalığın niye toplandığını. Sebebini öğrenince de gülmüş.
-Ula ondan kolay ne vardur? Baa bir halat verun. Halatun pir ucuni da adamun belune pağlayun. Pakun nasıl indireyrum.
Temel’in dediğini yapmışlar...Halatın bir ucu Temel’in elinde, öteki ucunu zavallı adamın beline bağlamışlar. Temel aşağıdan halatı çeker çekmez adam paatt diye yere yapışmış ve ölmüş tabii ki…Millet Temel’in üzerine yürümüş ‘’ yahu sen ne yaptın ‘’ diye…Temel şaşkın…
-Ula piz geçenlerde ha poyle bir adam kurtardıyduk ama kuyudan mı çıkarmıştuk damdan mi idirmiştuk ha oni hatırlayamadum.
- Oğlum o uçan kişi Fatih Sultan Mehmet değil Hazerfen Ahmet Çelebidir. Uçtuğu yer de Galata Köprüsü değil, Galata Kulesidir.
Tabii ki her zaman soru sorulan insan değildir öğretmen. Soru da sorarız biz.
Geçenlerde yine bir tanıdığın kolunda Che’nin resmini gördüm dövme olarak. Resmin kime ait olduğunu elbette ki biliyorum ama yine de sordum.
-Kim bu dövmedeki adam?
-Çe Gavara.
-Niçin onun resmini dövme olarak taşıyorsun kolunda?
-Bu adam bir Atatürk hayranı da ondan.
-Atatürk Hayranı olduğu için mi dövmesini taşıyorsun?
-Aynen öyle…
-Başka ne özelliği var peki bu herifin?
-O da Atatürk’ten ilham alarak emperyalistlere karşı mücadele etmiş. Hem biliyor musun bu adam öldüğünde çantasından Atatürk’ün Nutku çıkmış.
-Yaaa ne güzel. Ama ben yine de emperyalistlere karşı ülkesini savunan bir Türk’ün dövmesini taşımanı tercih ederdim.
-Kim mesela?
-Mesela Şeyh Şamil. Tanır mısın?
-Tanımam…
-Peki onu geçtim Yakup Satar’ın resmini taşısaydın bari.
-Yakup Satar mı? O da kim? Yahu bu saçma sapan isimleri nereden buluyorsun böyle?
-Saçma sapan isim ha? Şu anda karşımda özgür biri olarak yaşamanı sağlayan yüz binlerce isimden biri Yakup Satar.
-Tanımıyorum...Tanımak mecburiyetinde olduğumu da sanmıyorum. Ben gidiyorum. Byeee
-Eh o zaman sana diyecek bir sözüm yok. Mâderinin rahmine kadar yolun var.
-Anlamadım.
-Yolun açık olsun manasında(!)
-Gericisin oğlum sen…Arap emperyalizminin uşağı olmuşsun.
Böyleleri ile tartışmanın anlamı yok…Ne demişler: ‘’ Cam ile taharet alma yırttırırsın, cahil ile tartışma fırttırırsın.’’