İRAN, AZERBAYCAN, ERMENİSTAN ve GÜRCİSTAN
Günümüzde Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve İran devletlerinin yer aldığı coğrafya, Hulefa-i Raşidin döneminde (VII. yüzyıl ortaları) Arap-İslam Devleti
ile tanışmıştır. Emevi ve Abbasi idaresinde kaldıktan sonra, XI. yüzyılda Türk hakimiyetine girmiş, XX. yüzyıl başlarına kadar Büyük Selçuklu, İlhanlı, Timurlu, Karakoyunlu, Akkoyunlu Safevi, Osmanlı, Afşar ve Kaçar gibi Türk-İslam devletlerinin hakimiyetinde kalmıştır.
Türk-İslam medeniyetinin ve ictimai
hayatının en mühim kurumlarından olan vakıf, İslamiyet' in yayıldığı
tüm coğrafyada tesis edilmiştir. Yukarıda bahsedilen coğrafyaya hakim olan Türk ve İslam devletleri, diğer İslam coğrafyalarında mevcut olan vakıf müessesesini ve diğer sosyal kurumları
burada da ihdas
etmişlerdir. Mevcut kaynaklardan, tespit edilebilen bölgedeki en eski
vakıf müessesesi, Büyük Selçuklu
Devleti’nin ilk yıllarında Sultan Tuğrul zamanında
(1038-1063) Turgud Bey tarafından Şerif Halil Divani
Zaviyesi için 29 Aralık 1048' de
Tebriz'de kurulmuştur. Bundan önce Tebriz'de, Abbasi halifelerinden Harun Reşid (786-809 )' in
zevcesi Zübeyde Hatun adına Vlll. yüzyılda yaptırdığı cami ile Mütevekkil (847-861)' in IX. yüzyılda inşa ettirdiği Dımışkiye
Camii bulunmakla birlikte, bu camilerin vakıflarının olup olmadığı
bilinmemektedir.
İlk Müslüman İlhanlı hakanı Mahmud Gazan
Han (1295-1304)'ın 1297-1303 tarihleri arasında Tebriz'de yaptırdığı Şenb-i Gazan Külliyesi, kayıtlan günümüze
ulaşabilen bölgedeki en önemli vakıf müessesesidir.
Gazan Han, külliyedeki türbe, cami, iki medrese (Hanefi-Şafii), hankah,
tekke, misafirhane, rasathane,
hastane, kütüphane, havuz ve hamam gibi dini, ilmi ve sosyal yapıların ve personelin giderleri için bir vakıf kurmuş ve 20 tümen ile 100 tümen (200.000 dinar-1.000.000 dinar) arasında bir geliri buraya vakfetmiştir.
Gazan Han' ın veziri
Reşidüddin Fazlullah’ın
Tebriz'de yaptırdığı (1309) Rab-i
Reşidi Külliyesi de bir vakıf
müessesesidir. Rab-i Reşidi Külliyesi; cami, medrese, kitaplık, rnekteb, hangah, aşevi,
hastane, hamam, su deposu misafirhane, anbar, yetimhane türbe,
eczane. fırın ve imaret gibi pek çok
dini, ilmi, maarif ve kültür kurumundan
oluşmaktaydı. Reşidüddin, külliyenin
bütün masraflarının karşılanması için bir vakıf tesis
etmişti. Kurulduğunda vakfın yıllık gideri 31.618
dinar nakit para, 385.899
maun (321.582 kg. buğday ekmeğidir. Bu masrafları
karşılamak üzere Tebriz, Yezd, Meraga, Şiraz, İsfahan ve Musul'da bulunan
pek çok köy, bağ, bahçe ve
çiftliğin geliri buraya vakfederken ayrıca Anadolu ve Bağdat'ta beslettiği 250.000 kadar koyun ve
diğer hayvanlarının yün ve bağırsaklarının gelirini de buraya bağışlamıştı.
İlhanlılar
döneminde Erdebil'de yaşayan Şeyh Safiyyüdin-i Erdebili, dergahına bağışlanan vakıf topraklar üzerinde Safeviyye veya Erdebiliyye
ismi verilen tarikatının temellerini atmıştır.
Emir Timur 1370-1405) bölgeye bakim olduğunda, çağdaşı olan Safeviyye şeyhi Hace Ali nazarında
Erdebil'deki bazı toprakları Şeyh Safiyyüdin-i Erdebili dergahına vakfetmişti. Bu vakfın gelir kaynaklarını, toprak gelirleri ile ziyaretçilerin bahşiş ve adakları,
ianeler ve çerağ
akçesi gibi yardımlar
teşkil etmekteydi.
Bölgede vakıf müessesesini yaygınlaştıran Karakoyunlu Cihanşah
ile Akkoyunlu Uzun Hasan Bey olmuştur. Cihanşah (1438-1467) ve Uzun Hasan Bey (1453-1478) başta Tebriz olmak üzere pek çok yerde
dini, ilmi ve içtimai müesseseler tesis ettiler. Tebriz'de Cihan şah'ın yaptırdığı Muzafferiye Külliyesi (1465) ile Uzun Hasan Bey'
in yaptırdığı Nasıriyye Külliyesi (1484),
yine Uzun Hasan
Bey ' in Urmiye'de inşa ettirdiği Hasan Padişah
Camii (Ulu Cami/Camj' i Kebir), vakıf müessesesi bulunan eserlerden bazılarıdır. Aşağıda anlaşılacağı üzere, yine bu dönemde
memleketin pek çok yerinde evladiyelik zaviye vakıfları tesis edilmişti. Hz. Peygamberin (s.a.v)
soyundan gelenlere, din alimlerine
ve zaviye mensuplarına kişisel dokunulmazlık, babadan oğula geçen vergi muafiyetleri veya bağışlar nakdi ücretler ve resmi veya yan resmi görevler bahşedilmiştir.
Safeviler, Karakoyunlu-Akkoyunlu geleneğini yaşatmış ve kendileri de yeni vakıflar
tesis etmişlerdir. Safaveviler
Devleti'nin kurucusu Şah İsmail I (1501-l524) ’den başlayarak, Safevi hükümdarları ilk başta cedleri Şeyh Safiyüddin-i Erdebili vakfını
geliştirdikleri gibi, Şah
Abbas I (1588-1629) Tebriz ve
Gence 'de kendi adını taşıyan bire r
cami ve
külliye için
vakıf kurmuştur. Bu meyanda mahalli bölge hakimleri de vakıflar tesis etmişlerdir. Mesela: Gence hakimi
Sultan Ahmed, 5 Kasım l554 '
de İtdjl Köyü'nde
inşa ettirmek istediği cami ve zaviye
için, bazı köy ve mezra' aların gelirini vakf
etrnışti. Keza yine Tebriz'
de XVI. yüzyılda
inşa edilen Şah Maksud Camii ile Mirza Sadık' ın Sadıkiyye
Camii ve Medresesi’nin de vakıfları vardı.
Osmanlılar, Azerbaycan, Ermenistan,
Gürcistan ve İran bölgesine karşı birisi XV. yüzyıl sonları diğeri
XVIII yüzyıl başları olmak üzere iki büyük sefer düzenlemişlerdir. Bu iki seferin de temel amacı, zikredilen bölgeyi
ele geçirerek tıpkı
Anadolu, Kuzey Afrika
ve Balkanlarda olduğu gibi buraya
da hakim olmak ve yerleşmektir. Osmanlı hükümeti, bölgede
halkın tasvip edebileceği idari, iktisadi, içtimai
bir sisteminin kurulması ve halka yönelik
politikaların uygulanmasını,
yerleşmeyi sağlayacak etkenlerin başında
görmüştür. Bu meyanda
bölgede, imar faaliyetlerinde bulunmuş,
ticaret yollarının güvenliğini sağlayacak tedbirler alarak, kadılık. defterdarlık, beylerbeylik, sancakbeylik gibi kazai,
mali ve idari teşkilat oluşturmuş, halka istimalet
(“halkı ve özellikle gayri
müslim tebaayı gözetme, onlara karşı hoşgörülü davranma, raiyyetperverlik”) vererek gönüllerini kazanmaya çalışmış, sosyal ve iktisadi hayatta
çok önemli yere sahip vakıf müessesesini canlandırmıştır.
Bununla birlikte.
Osmanlıların bölge deki vakıflara
ilgi duyması, sadece yerleşme gayretiyle izah edilemez. Cami ve mescid gibi ibadet yapılan dini yapıların, mekteb,
medrese gibi eğitim kurumlarının işlevlerinin
sürdürülebilmesi ve ibadet ve eğitim ihtiyaçlarının karşılanması, dini hassasiyetler ve din büyüklerine karşı duyulan sevgi ve muhabbet,
kırsal kesimde ibadet dini eğilim ve ticari
yolların güvenliğinin sağlanmasına dahi katkıda bulunan
zaviyelerin muhafazasının
gerekliliği ve hatta başta
sınır kentleri (Kars, Erzurum, Trabzon)
olmak üzere
gerek Anadolu kentlerinin ve gerekse
transit taşımacılıkla Avrupa
ülkelerinin ihtiyaç duyduğu hammaddenin ağlanabilmesi için, İran-Azerbaycan şehirlerinin
ekonomik ve mimari yönden geliştirilmesi (vakıflar
kanalıyla) zorunluluğu, Osmanlıların tüm bu alandaki
mevcut vakıflara
sahip çıkmasında etken olmuştur.
Osmanlıların resmen tanıdıkları ve defterlere kaydettikleri bölgedeki
vakıflar, Büyük Selçuklulardan İlhanlı,
Celayir, Timurlu, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Safevilere, onlardan da Osmanlılara intikal
eden vakıflardır. Bu durum Türk- İslam devlet geleneğiyle
birlikte İslam geleneğinin devamlılığını göstermesi bakımından çok önemlidir.
Osmanlıların, İran-Azerbaycan-coğrafyasıyla esaslı
bir şekilde ilgilenmeye başlamaları, Fatih Sultan Mehmed dönemine (1451 -1481) rastlar. Bu dönemde başlayan Osmanlı-Akkoyunlu mücadele(Otlukbeli)
Şah İsmail’in kurduğu Safevi Devleti
ile yaklaşık iki asır süren siyası,
askeri, iktisadi ve içtimai pek
çok alanda devam etti. Uzun süren
mücadele sırasında savaşlar ve can kayıplarına rağmen Osmanlılar, bölge halkına
zarar vermemek ve istimaletlerle onların
gönüllerini kazanmak için büyük gayret
sarf
ettiler. Sultan IV. Murad
Bağdat kuşatması sırasında bu hususu şu şekilde dile getirmişti: “Biz bunda Kızılbaş kırmağa gelmedim. Bu kal’a-i Bağdad bize ecdôdımızdan mirasdır,
bunun içün geldim. Beni isteyeıı bana gelsün, dalıi Şahın isteyen şahına
varsun. Kimesne
mani değil, ruıhsaddır.”
Nitekim Osmanlılar, Safevilerin mukaddes
kenti Erdebil ' i ele geçirdiklerinde (1725) Safevilerin atası ve devlete
adını veren Şeyh Safiyyüddin-i
Erdebili'nin türbe, mescid ve imaretten oluşan külliyesine, mühim bir geliri vakfetmişlerdir. Aynı
şekilde Safeviler tarafından mukaddes kabul edilen Şeyh Nizami, Karaman
Baba, Şeyh Siraceddin-i Ensari, Sultan Pir Hüseyni, Şeyh İsa el-Ensari,
İmam Zeynel Abidin, Mir.l3 İbrahim ve Muza Sadık gibi pek çok değerli insan
için de vakıflar tesis edilmişti. Osmanlılar,
Sultan II. Murad (1421- 1451)'dan
itibaren Erdebil tekkesini değerli kılmış, mücadelenin en şiddetli dönemlerinde
dahi bu değeri eksiltmemjştir.
Nitekim şehri ele geçirildiklerinde, gerek Şeyh Safiyyüddin-i Erdebili Dergahı 'na bağladıkları
vakıflar ve gerekse şehri tamir etmede gösterdikleri gayretler, verdikleri değeri gösterir.
Bu durum sadece Osmanlı devletine
mahsus değildir. Büyük Selçuklu döneminin işlendiği bölümde anlatıldığı üzere
Selçuklu devleti de böyle bir tavır sergilemişti.
Prof. Ali Sinan Bilgili tarafından kaleme alanın,
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2011 yılında yayınlanan, İran, Azerbaycan,
Ermenistan ve Gürcistan’da Osmanlı Vakıfları (XVI-XVIII Yüzyıllar) isimli
kitaptan özetlenmiştir.