ENDÜLÜS’TE
TIP BİLİMİ
İlk İslami hanedan
devleti olan Emevilerin ardından Endülüs’e geçmemizin sebebi malum. Endülüs-bu
günkü İspanya-Emeviler döneminde fethedilmeye başlandı. Abbasiler tarafından
Emevi devletinin yıkılmasından sonra Arap coğrafyasından uzaklaşan Araplar
tarafından Batı halifeliği burada kuruldu. Yani Endülüs’te inşa edilen kültür
ve medeniyet Emevi kültürünün devamı ve gelişmiş şeklidir. 781 yıllık Endülüs
tarihi her ne kadar iç karışıklıklar, güç ve iktidar mücadeleleri sebebiyle
çoğunlukla acı içinde geçmiş olsa da Endülüs dönemi aynı zamanda İslam Bilim ve
kültürünün altın çağıdır.
Orta Çağ Batı dünyasında
Avrupa'nın uzun bir süre ekonomik ve kültürel durgunluk içinde olduğu zaman,
Arapça konuşan kültür önemli bir gelişme sağlamıştır. Birçok ulusun (Persler,
Tacikler, Özbekler, Türkmenler, Suriyeliler, Mısırlılar, Araplar ve diğerleri)
kültürünü içeren bilim, felsefe, edebiyat ve sanatın gelişimine büyük katkıda
bulunmuştur. Araplar, başta Şam (7. yy),
Bağdat (8-9. yy) ve Córdoba (10. yy) başta olmak üzere birçok ilim ve eğitim merkezi
kurmuşlardır. Hilafetin en parlak döneminde Kurtuba’da on üniversite vardı.
Batı Avrupa'da ise sadece iki tane vardı: Salern ve Paris üniversiteleri.
Felsefe,
matematik, coğrafya, tarih, doğa bilimleri ve filoloji ile birlikte tıp, Arap
halifeliklerindeki bilginlerin genel eğitiminin bir parçasıydı. Birçok hilafet
veya ekonomik ve kültürel olarak bağlantılı milletin temsilcileri tıpta önde
gelen isimler olmuştur: 4. yüzyıldan beri Suriyeliler, Harezmliler, Persler,
Ermeniler, Azeriler, Mısırlılar, Yahudiler, Faslılar, kısmen Hintliler ve büyük
tıp okullarının ve hastanelerin kurucuları olmuştur. Buhara, Harezm, Semerkant,
Şam, Bağdat, Kahire ve Kurtuba'da önde gelen doktorlar yaşadı ve çalıştı. Vesile
ŞEMŞEK Doç. Dr., Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Tıp eğitimine
başlayabilmek için öncelikle temel eğitimin tamamlanması, sonrasında ders
halkalarına katılıp pozitif ilimlerin tahsil edilmesi gerekiyordu. Akabinde
Endülüs veya Kayrevan, Kahire, Dımeşk, Bağdat gibi ilim merkezlerindeki
medreselerden ve bimaristanlardan tıp eğitimiyle ilgili ihtisas eğitimi
tamamlanıyordu. Başarılı olanlara hekimlik yapabilmeleri için diploma/icazet
veriliyordu. Kurtuba ilimde yıldızı parlayan âlimlerin toplandığı şehirlerin
başında geliyordu. Bağdat, Şam, Kahire gibi merkezlerdeki ilmî birikim ile
Yunan, Roma, Hint gibi medeniyetlerine ait eserler, tercüme faaliyetleri ve
ilim yolculukları vasıtasıyla Endülüs’e taşınan birikim kütüphaneler
vasıtasıyla doğrudan ilim taliplerine yansıyordu.
Endülüs’te tıp eğitiminin
verildiği yer olarak hastaneler, hem teorik hem de pratik eğitimin birlikte
verildiği mekânlardır. Öğrenciler hastanelerdeki icraatlarına göre doktorlar
tarafından sınava tabi tutulur, başarılı olanlara diploma verilirdi.
Bimaristanların/Hastanelerin çalışma sistemi Bağdat’tan İspanya’ya birbirine
yakın işliyordu. Öğrencilerin iyi bir eğitim alabilmeleri için hastanelerin her
tarafı görsellerle donatılıyor; kütüphanesinde ihtiyaç duyulan tüm kitaplar
bulunduruluyor ve uygulama için kadavralar temin ediliyordu.
Müslümanlar Endülüs’e
yerleştiklerinde tıp alanında çok fazla birikime sahip değillerdi. Onlar daha
çok Yahudi ve Hıristiyan Hekimlerin telif ettiği İbrişim tarzı el-Câmi‘ ve’l-Mecmu‘
denilen ansiklopedik türde kitaplar sayesinde temel tıp bilgisine sahiptiler.
X. yüzyıla kadar Endülüs’te Hıristiyan ve Yahudi hekimler ön plandaydı. II.
Abdurrahman döneminin (822-852) önemli hekimlerinden Cevâd en-Nasrânî (ö. ?) ve
Hâlid en-Nasrânî (ö. ?) Hristiyan idi.15 Bu zaman diliminde manastırlar tedavi
merkezleri arasındaydı. Yahudi ve Hıristiyan hekimler, Hipokrat ve Galen'den
haberdar olmadıkları için tıp alanındaki bilgileri yüzeyseldi.
Endülüs'te gerek tıp
biliminin gerekse diğer bilimlerin omurgasını tercüme faaliyetleri
oluşturuyordu. Müslümanlarda ilk düzenli
tercüme çalışmaları Emeviler Dönemi'nde Halid b.
Yezid (ö.704)’in kimya, nücum vb.
ilimlerle ilgili Yunanca ve Kıptice eserleri Arapçaya tercüme ettirmesiyle
başlamış, tıp konusu üzerinde bilhassa durmuştur. Mervan b. Hakem (ö. 685),
Yahudi Tabip Maserceveyh’e (ö. ?), Ehrun b. Ayun (ö. ?) tarafından yazılan
tıpla ilgili kitaplardan “Künnaş”ı, Süryaniceden Arapçaya tercüme ettirmiş,
aynı zamanda kitaba iki makale şerh yazdırmıştı. Emevilerden sonra Abbasi
yöneticileri, bazı siyasi beklentilerin de etkisiyle kadim bilim mirasını
Yunanca, Farsça, Süryanice, Sanskritçe gibi dillerden Arapça’ya tercüme
ettirmişlerdir. Abbasiler Dönemi'nde, “Beytülhikme” aracılığı ile tıptaki tercüme
faaliyetleri devam etmiş; Cindüşapur Tıp Okulunda yetişmiş Hıristiyan doktorlar
bu tercüme faaliyetlerinde aktif rol oynamış; Nasturi ve Zerdüşt tercüme
okulları Beytülhikme’nin ilham kaynağı olmuştur. Beytülhikme’nin başına Yuhanna
b. Mâseveyh (ö.857) getirilmiş, Huneyn b. İshak (ö.910) tercüme faaliyetlerinde
aktif rol oynamıştır. X. yüzyıl, Arapçaya tercüme yapan mütercimlerin altın
çağı olarak tanınmıştır. Bu bilimsel miras Endülüslü Müslümanların, doğudaki
ilim merkezlerine yaptıkları yolculukları sayesinde Endülüs’e taşınmıştır.
Endülüs‘te bu miras daha
da geliştirilmiş; tıp alanında hayvanlar üzerinde çalışmalar yapılarak
fizyoloji ve anatomi alanında Galen ve Hipokrat’tan alınan ilim geliştirilmiş
hatta onların bazı yanlışları düzeltilmiştir. Tıptaki gelişmeler sadece teorik
alan ile sınırlı kalmamış
pratik tıpta da ilerleme sağlanmıştır. Bu
çerçevede ameliyat aletleri ve kullanılış şekilleri hakkında bilgi veren
kitaplar yazılmış, bitkilerin öz suyundan faydalanarak farmakoloji biliminin ve
eczacılığın gelişmesine katkı sağlanmıştır.
Endülüs’te Yetişen Hekimler ve Önemli
Çalışmaları
Tıp bilimi ve eğitimi
açısından dönemine göre gayet ileri bir düzeye sahip olduğu görülen Endülüs, birçok
ünlü hekimin yetiştiği ve hizmet verdiği yerdir. Bu hekimlerden bazılarının
isimlerini zikretmek gerekirse; Tıp eğitimini Harran’da alan daha sonra
Endülüs’e giden Hamdeyn b. Eban (ö.?), Ahmed b. İyyas (ö.?) ve Abdulmelik b.
Habîb (ö.?) Endülüs’ün ilk meşhur hekimleri arasındaydılar. XI. ve XII.
Yüzyılda (Halife Nasır ve Mustansır Dönemleri) Said b. Abdurrabbih yüksek ateşi
tedavi edecek ilacı özel karışımlar hazırlayarak bulmuştu. Yine Endülüs’te
yetişen Ebu Abdullah Muhammed b. Abdun, ünlü bir ortopedi uzmanıydı. Tedavide
mümkün mertebe ilaçları değil gıdaları kullanıyor eğer gıdalarla tedavi mümkün
değilse basit ilaçları kullanıyor bu da mümkün değilse bileşik ilaçları en az
karışımlarla kullanmayı tercih ediyordu. Ağır hastalıkları tedavi için olağanüstü
karışımlar hazırlama konusunda uzman bir hekimdi.
İbn Abdurrahman b. Sureyd
(ö.?) ise, eczacılıkta uzman biri olarak müfred/basit ve mürekkeb/bileşik ilaç
hazırlamayı biliyor, perhizi bir tedavi aracı olarak kullanıyordu. Yahya b.
İshak (ö.?), Nasiriler Döneminin ilk zamanlarında uzman doktorlardan biriydi.
Halife Nasır’ın kulağında şiddetli bir ağrı oluşunca hastalıklı bölgeye ılık güvercin
kanı uygulayarak tedavi etmişti.
Endülüs’te tıp alanındaki
kayda değer gelişmelerden biri de günümüzde olduğu gibi bazı hekimlerin
hastalara bakmak için özel muayenehanelerinin bulunmasıydı. Rivayetlere göre bu
dönemde doktorluk yapan İbn Mülûki’n-Nasrânî (ö. ?)nin muayenehane olarak
kullandığı evinde hastalar için 30 sandalye bulunuyordu.
Haklarında
ayrıntılı bilgi sahibi olduğumuz hekimlerden bahsetmek gerekirse:
Ahmed ve Ömer b.
el-Harrânî Kardeşler
(ö.975 ve 1009 sonrası)
Tıpla ilgili ilk
eğitimlerini babaları Yunus el- Harrani'den aldıktan sonra 934 yılından
itibaren yaklaşık on yıl Bağdat’ta eğitimlerine devam ettiler. Göz hastalıkları
ve tedavileri konusunda uzmanlaştılar. Bağdat’tan Endülüs’e geçen Harrânî kardeşler
II. Hakem’in saray doktorluğunu yaptılar. Uzman göz doktoru olan Ahmed, fakir
fukara için kurulan bir dispanserde sorumlu hekim olarak görev yapıyordu.
Sarayda bu hekime tahsis edilen ve sorumluluğunda on iki gencin çalıştığı
“el-Hizânetü’t-Tıbbiyye” olarak bilinen bir sağlık kurumu vardı. Bu gençler
şurup ve macunların hazırlanması işiyle meşgul olurlardı.
Ebü’l-Kāsım Halef b. Abbâs ez-Zehrâvî (ö.1013)
Tıp ve eczacılık alanında
kendinden önceki ilim mirasını iyi değerlendirmiş, kendi tecrübelerini de
ekleyerek özellikle cerrahi alanında çok orijinal buluşlar yapmış, cerrahide
kullanılan aletlerin resimlerini çizerek yanlarına gerekli açıklamaları eklemiş
ve kendisinden sonraki dönemlere somut uygulanabilir bir ilim mirası bırakmıştır.
Basit ve bileşik ilaç hazırlama konusunda uzman bir hekimdi. Durdurulamayan
kanamaları tedavi için saf altından çeşitli büyüklükte yanıcı maddeler elde edip
dağlamayı kullanan ilk hekim, ilaç hazırlamada tıbbi tabletler için kalıp
kullanan ilk tabip ve kömürü basit bal şurubunun süzülmesinde kullanan ilk kişi
olma özelliğine sahiptir. Zehrâvî’nin en meşhur eseri “Kitâbu’t-Tasrîf’”tir.
Zehrâvî “et-Taṣrîf”’ i
yazma amacını; Kendinden önce tıpla ilgili yanlış bilinen hususları düzeltmek
olduğunu belirterek, Calinus, Hipokrat gibi ilk dönem hekimlerinin tıbbın bir
bölümü olan cerrahi ile ilgili aletlerin çizimlerinin o güne kadar gelen
kitaplarda yıpranmış/tahrif edilmiş olduğunu belirtiyor. İlk dönem kitaplarda
gelen bu aletlere kendi çizimlerini de ekleyerek gerekli açıklama/şerh ve
özetler yaparak kendinden sonrakilerin kullanımına sunduğunu vurguluyor.
Cerrahlık yapacak
hekimlerin anatomiyi iyi bilmeleri gerektiği, vücudun kısımları, vücuda zarar
verebilecek müdahaleler, sakınılması gereken durumlar gibi insan bedeniyle
ilgili ayrıntılı bilgiler vermenin yanında, hastaya müdahale ederken söz ve
davranışlarıyla şefkatli davranmanın önemine dikkat çekiyor. Kendi
tecrübelerini hekimlere doğru bir şekilde aktarmak ve bütün zamanlarda
hekimlerin ondan faydalanmaktan uzak kalamayacakları, ihtiyaç duyduklarında
hemen yanı başlarında hazır bulunsun şeklinde amacını belirtir.
Tıp ansiklopedisi
tarzında yazdığı bu eserinde cerrahi operasyonlar, yaraların dağlanması,
hayvanlar ve kadavralar üzerinde gerçekleştirilen ameliyatlar, bazı cerrahi
aletlerin kullanış amaçları, eczacılık gibi konularda detaylı bilgiler
vermiştir.
Zehrâvî otuz bölümden
oluşan “et-Taṣrîf”’ inde genel tıpla ilgili üç yüz yirmi beş hastalık
çeşidinden ve bunların tedavi yöntemlerinden bahsetmektedir. Ayrıca bu
hastalıkların tedavisine iyi gelecek gıda, bitki ve hayvansal ürünlerle ilgili
malumatın yanında her ilaca muadil olabilecek ilaçlarla ilgili de bilgi vererek
tedavi amaçlı müdahalelerde dağlama, kan alma, bazı uzuvların kesilip alınması,
kesiklerin dikilmesi, kırık çıkıkların tedavi ediliş şekli hakkında geniş açıklamalar
yapar.
Zehrâvî tıp tarihi
literatüründe Yeni Çağ’dan önce makas, bistüri, bıçak vb. iki yüz’den fazla
cerrahî aletin -tamamını kendisi geliştirmemiştir- tarifini yapan ve
resimlerini çizen -aynı zamanda tedavi sahneleriyle ilgili resimler de
çizmiştir- ilk, belki de yegâne hekimdir.
“et-Tasrîf”’de göz
hastalıkları ve özellikle kataraktın tanı ve tedavisi, diş eti hastalıkları,
protez diş yapımı gibi konular hakkında bilgi vermiştir. Damar yaralanmaları
alanında söz sahibi olup bu tarz yaralanma tedavilerinde kan dindiren
merhemlerden de ayrıca bahsetmiştir. İdrar yolları hastalıkları, mesane taşı,
fıtık ve çeşitleri, kadın-doğum hastalıkları, çift cinsiyet (hermafrodit)
hastalığı teşhis ve tedavisi gibi neredeyse tıbbın her alanıyla ilgili uzmanlık
derecesinde bilgiler vermiştir.
Tıbbın neredeyse her
alanıyla ilgilenen Zehrâvî özellikle cerrahi alanındaki uzmanlığıyla en meşhur
doktorlar arasındandır. Operatör hekimliğe yeni başlayanlara yapay dikişleri,
bir ipliğe geçirilen iki ayrı iğneyle dikişi ve doku yaralanmalarında kesikli
sekiz şekilli dikişi öğreten de yine Zehrâvî’dir. Kedi bağırsağından cerrahi
iplik yapmayı ilk keşfeden hekimdir. Bu buluş sayesinde cerrahi müdahalelerde
vücutta oluşabilecek reaksiyonların önüne geçilmiş ve yaranın daha iyi
kapanması sağlanarak estetik kaygısı giderilmiştir. Cerrahide ilk defa pamuğu
kullanan hekim olup cerrahi aletlerin yapımında bronzun yerine kurşun, demir ve
çeliği kullanmıştır. İlk madeni şırıngayı icat eden Zehrâvi aynı zamanda diz
ameliyatını yapan ilk hekimdir.
Hastalıklarda genetiğin
önemini ilk fark edenlerden olup hemofili hastalığı ile ilgili tespit ve
gözlemleri önemli sonuçlara ulaşmasını sağlamıştır. Hastalığın anti hemofilik
etkinlikte bir yetersizliğe bağlı olarak özellikle X kromozomunun taşıdığı bir
mikrop ile sadece erkeklerin kas ve eklemlerinde belirtiler ortaya çıktığını
keşfetmiştir.
Ebu’l-Mutarrif
Abdurrahmân b. Muhammed b. Abdilkebîr b. Yahyâ b. Vâfid el-Lahmî (ö.1075)
Kurtuba’ya ilim yolculuğu
yaparak Zehrâvî’den tıp dersleri almış, bu alanda kitaplar yazmıştır. Müfred ve
mürekkeb ilaç hazırlama konusunda uzman hekimdir. Tıbba dair “Kitâbu’l-Vesâd
fi’t-Tıb, Mücerrebat fi’t-Tıb, Kitâbu Tedkîki’n-Nazar fî ‘Ileli Haseti’l-Basar,
Kitabu’l-Muğis” adlı eserleri yazmıştır. Diskuridus ve Calinus’un ilaç
hazırlama konusundaki bilgilerini iyice inceleyerek kendi tecrübelerinden de
yola çıkarak beş yüz varak civarındaki “Kitâbü’l-Edviyeti’l-Müfrede” adlı
eserini meydana getirmiştir. Yaklaşık yirmi yılda tamamladığı bu eserde
ilaçların isimleri, özellikleri, tedavide nasıl kullanılacağı vb. bilgiler
vermiştir. Tedavide sırayla önce doğru gıdaları tercih eder, bununla tedavi
mümkün olmamışsa müfred ilaçları dener, yine tedavi gerçekleşmemişse mürekkeb
ilaçları mümkün olduğu kadar az karışım halinde kullanırdı.
Ebû Mervân Abdülmelik b. Muhammed ez- Zühr ( ö.1078)
X.-XIII. yüzyıllarda
Endülüs’e tıp alanında damga vuran Beni Zühr ailesinden yetişen
doktorların ilkidir. Alanında uzman olan
Ebû Mervân, Mısır ve Kayrevan’da uzun süre doktorluk yaptıktan sonra Endülüs’e
dönmüştür. İbn Hallikan, Vefayât’ta onun tıp, tabiat ilimleri ve kimya alanında
meşhur olduğunu, Endülüs ve Mağrib (Fas) coğrafyasında Daniye Şehrinde vefat
ettiğini ifade eder. Kaynaklarda İbn Sînâ’nın “el-Kânûn fi’t-Tıb” adlı eserini
Endülüs’e ilk getiren kişi olarak geçer. Tıp alanındaki en önemli eseri
et-Tezkir’de, tıp ilminin inceliklerini yazar. Bir başka eseri olan
el-Mücerrebat’ta, halk arasındaki geleneksel tedavi yöntemlerinden, teorik ve
pratik tıp uygulamalarının beraberliğinden bahseder. Göz, kulak, solunum yolu,
böbrek taşı ve diğer taş hastalıkları tanı ve tedavi yöntemleri vb. konular
hakkında oldukça geniş bilgi verir. Ayrıca bitki kökleri, yapraklar ve
çiçeklerin ilaç yapımında nasıl kullanıldığı hakkında doyurucu malumat yer
alır. Taze gülün faydaları, bazı macunların yapımında gülün nasıl kullanılması
gerektiği, tazesinin ve kurusunun tedavideki etkileri hakkında önemli
açıklamalarda bulunur. Tedavi için gelen hastanın, önce nabzına bakar sonra idrar
tahlili yapar daha sonra teşhis ve tedaviye başlardı. Tedavide seçmiş olduğu
yöntemler, onun tıp bilgisinin inceliğine delalet etmektedir.
Ebû Mervân Abdülmelik b. Ebü’l-A‘lâ b.
Zühr
(ö.1162)
Tıp ilmini babası ve
dedesinden öğrenmiştir. Endülüs’te ilimde iyi bir üne sahip, tıp ehlinin
söylemlerinin çoğuna vâkıf ve tıp alanında sağlam bir kaynak konumundadır.
Basit ve
bileşik ilaç hazırlama konusunda uzman bir
hekimdir. İlaç hazırlamayla ilgili eserler yazmış olup bu konudaki şöhreti
Endülüs dışına da taşmıştır. Zühr ailesinin en meşhur doktoru olarak
bilinir. Tıp alanında “Kitâbu’t-Teysîr fî
Mudâvat ve’t-Tedbîr” adlı eserini yazmıştır. Pratik tıbba önem vermiş aynı
zamanda saray doktorluğu yapmıştır. Yakın diyaloğa geçtiği İbn Rüşd; Kitabu’t-Teysir
ile ilgili, “Zamanımızda tecrübî tıpla ilgili yazılan en mükemmel eser”
demiştir. Bu eserde koruyucu hekimlik, organlara ait hastalıklar ve tedavi
edici ilaçlar, kalbin dış zarında oluşan tümör, yutak felci, orta kulak
iltihabı, nefes borusu darlığını ameliyatla tedavi gibi konulardan
bahsetmiştir. Ayrıca bataklıkların hastalıklar üstündeki etkisi, uyuz hastalığı
tanısı ve tedavi yöntemleri hakkında doyurucu bilgiler vermiş, uyuz hastalığına
yol açan paraziti de o keşfetmiştir.
Macun, şurup ve yağların
hazırlanışı ve tedavide kullanım süreleriyle ilgili tatmin edici açıklamalar
yapmıştır. “Kitâbu’l-Ağziye” adlı eserinde; zararlı yiyecekler, diyet, temizlik
koşulları, baharatların tedavideki etkisi ile ilgili hususlarda geniş bilgi
vermiştir. Böbrek hastalıkları, ishal, öksürük tanısı ve tedavisinde
kullanılacak ilaç, macun, şurup ve bunların hazırlanmasında balın tercih
edilmesiyle ilgili görüş belirtmiştir. Daha önceki hekimlerden elde ettiği
bilgileri kendisi tecrübe etmeden kullanmamıştır. Daha önce üzerinde çalışma
yapılmayan konulardan; uyuz hastalığı, akciğer ve diyafram hastalıkları,
vücuttaki kuruluk tanı ve tedavi yöntemleri hakkında malumat vermiştir. Muvahhidlerin
kurucusu Halife Abdulmü‘min b. el-Kummî’nin (ö.1163) özel hekimliğini
yapmıştır. Tıp alanındaki başarılarından dolayı zamanının “Calinus”u diye
tanınmış olup Muvahhid halifelerin saray hekimliğini üstlenmiştir. Pratik tıbba
önem vermiş ve birçok öğrenci yetiştirmiştir.
Ebû Muhammed b.
el-Hafîd Ebû Bekir b. Zühr (ö.1205)
Zühr ailesinden olup o da tıp
ilmini babasından öğrenmiştir. Hastalıkları teşhis ve tedavi edici ilaçları
bulma konusunda derin bilgi sahibiydi. Ebu Bekir Muhammed b. Zekeriyyâ
er-Râzî’nin kitaplarını okudu. Tıp ilminin inceliklerine vakıf olduktan sonra
botanik ilminde
derinleşmiş aynı zamanda saray hekimliği yapmış ve henüz
yirmi beş yaşındayken vefat etmiştir. Bu hekimlerin dışında Benî Zühr ailesinden
Ebu bekir Hafîd'in kızı Ümmü Amr ve onun torunu olan bir bayan da hekimlik
yapmıştır.
Ebû Bekr Muhammed
b. Abdilmelik b. Muhammed b. Muhammed b. Tufeyl el-Kaysî (ö.1185)
XII. yüzyılda Endülüs’te en iyi
doktor ve cerrahlardan biri olarak bilinmekteydi. Muvahhidî Halifesi Ebû Ya‘kub
döneminde (1163-1184) saray başhekimliği yapmıştır. Tıpla ilgili “Urcûne” adlı
eserini yazmış, teorik ve pratik tıpla ilgili döneminin diğer hekimleriyle
görüş alışverişinde bulunmuştur.
İbn Rüşd,
Ebü’l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Kurtubî (ö. 1198)
İbn Rüşd, devrinin önde gelen
hekimleriyle çalışmış, Murâbıtlar Dönemi'nde saray doktorluğu yapmış ve
Endülüs’te yazdığı reçeteler çok kıymet görmüştür. Yenilerinin öğrenilmesiyle
geçmiş dönemde elde edilen bilgilerin, değerini kaybettiğini savunmuştur. Tıp
ilminde seçkin bir yere sahip olan İbn Rüşd, tıpla ilgili telif, tercüme ve
şerhler yazmıştır. On sekiz eseri günümüze kadar ulaşmış olup en önemlisi
“el-Külliyât fi’t-Tıb”dır. Eserinde bütün
hastalıkların tedavileriyle ilgili bazen özet bilgiler
vermiş bazen genel açıklamalar yapmış bazen de uygulamaya/pratiğe yönelik
bilgiler vermiştir. Hastalığın tedavisinden ziyade koruyucu hekimlikle hastalık
gelmeden önce sağlığın muhafazası üzerinde durmuştur.
Çiçek hastalığı gibi bazı epidemi
hastalıkların vücutta daimi bir muafiyet (bağışıklık) bıraktığını belirtmiştir.
Gözün ışığa duyarlı kısmının retina olduğunu tespit ederek oftalmoloji
biliminin kurulmasına vesile olmuştur. Deney ve
gözleme önem vermiş, bilimde görüş alışverişi yapmanın, fizik tedavi, spor ve
masajın önemine değinmiştir. Eczacılıkta önemli panzehirler bulmuş ve insan
psikolojisini iyi bilmenin tedavideki rolünü vurgulamıştır. Tedavide astroloji,
fal ve büyüye inanmamıştır. “el-Külliyât fi’t-Tıb” ta anatomi, fizyoloji,
patoloji, semiyoloji (hastalık belirtilerini konu alan tıp dalı), terapi, fizik
tedavi, hijyen ve çeşitli hastalıkların tanı ve tedavi yöntemlerinden
bahsetmiştir. “el-Kitâb fî Hıfzı’s-Sıhha” ve “Makâle fi’t-Tiryâk” diğer
eserleri arasındadır.
Muhammed b. Kassûm
b. Eslem el-Gāfikī el-Endelüsî (ö. VII/XIII. Yüzyıl)
İbn Eslem el-Ğâfikî
ismiyle tanınmıştır. Tıp bilgisini Huneyn b. İshak, Ali b. Îsâ el-Kehhâl, Ammâr
b. Ali el- Mevsılî ve Zehrâvî gibi meşhur hekimlerden okuyarak edinmiş, deney
ve gözlemlerle geliştirmiştir. “El-Mürşîd fi’l Kühl” adlı eserini göz
hastalıklarıyla ilgili önemli bir boşluğu doldurması için yazmıştır. Eserin baş
tarafında İbn Sînâ ve Zehrâvî’yi incelediğini, onların görüşlerine katılmadığı
konuları eleştirip eksik bıraktıkları hususları tamamladığını belirtmiştir.
“El-Mürşîd fi’l Kühl”,
altı bölümden oluşup içeriğinde teorik ve pratik tıp uygulamaları, gözün
anatomisi, görme fiilinin nasıl gerçekleştiği, göz cerrahisi, optik, sinir
hastalıkları gibi yetmiş yedi göz hastalığının tanı ve tedavi yöntemleri
hakkında bilgi vermiştir. Bu hastalıkların tedavisinde kullanılabilecek ilaçlar
ve hazırlanış şekilleri, göz için faydalı ve zararlı renkler, cerrahi
müdahalelerde kullanılacak alet ve araçlar hakkında malumat vermiştir. Eserde
gözle ilgili neredeyse her konuda uzmanlık derecesinde bilgiler bulunmaktadır.
Bu kitap, oftalmoloji biliminin özeti, günümüz patoloji biliminin öncüsü
sayılmıştır. Çocuklarda göz hastalıkları diye ayrı bir bölüm açması da eserin o
dönemde uzmanlık düzeyinin derecesini göstermesi bakımından kayda değerdir.
İbnü’l-Hatîb, Ebû
Abdillâh Zü’l-Vizâreteyn Lisânüddîn Muhammed b. Abdillâh b. Sa‘îd es-Selmânî (ö.1374-75)
Tıp ilmine en büyük
katkısı vebanın bulaşıcı olduğunu ispatlamasıdır. Onun vebayla
ilgili “Bulaşmanın varlığı, tecrübe,
araştırma, hisler, güvenilir ve açık dini naslar sayesinde anlaşılmaktadır.
Hastalıklı kişi ile temas etmeyenlerin sağlıklı kalmalarına mukabil, temas
edenlerin hastalığa yakalandıkları; hastanın giydiği elbiseyi giyme, kullandığı
kapları kullanma ile bulaşmanın gerçekleştiği dikkatli bir araştırmacı
tarafından gayet açık bir hakikat olarak görülür.” demektedir.