Deneme / Hayata Dair Denemeler
Eklenme Tarihi : 28.12.2025
Gitmenin müthiş heyecanı ve
güzelliğinin yanında, ayrılmanın hüznü ve burukluğuyla ekşi bir tadı olan
eylemdir veda. Hüzne boyanmış kelimelerin boğazdaki düğüme takılması gibi ansızın
duru zaman. Bir can yanması, bir suskunluk ve durgunluktur o. Kimine göre ruhun
tenden sıyrılması, kimine göre sonbaharın ilkbahara duasıdır. Duyarlı olmanın
yüklü faturasıdır vedalar.
Her kapalı göz
uyku olmadığı gibi, her ayrılık ta veda değildir. Hele ki, sadece
dört harften oluşan astarsız öylesine bir kelime asla değildir. Dünya, zaten geçici bir duraktır;
veda, bu geçiciliğin en yüksek sesle konuştuğu, iç burkan bir hayat gerçeğidir.
Kalbin sesini
dinlemekle aklı başa almak arasında gidip gelmenin son basamağıdır veda. Tebessümün
bir anda gözyaşına dönüşüverdiği anda gizlenir. Kapının eşiğinde size
"güle güle" diyene son kez bakmaya gücünüz yetmez, içiniz kaldırmaz,
aklınız ayağınıza dolanır, ellerinizin titremesi artar ve ukdeler düğüm olup
ardarda dizilir boğaza.
Her veda, aslında kalmak isteyen
bir parçayı da beraberinde sürükler. Gidenin gölgesi, kalanların omzunda bir
süre daha durur. Kimisi için ise, ayrılırken sahip olduğu en keskin bıçağı çekip çıkardığı andır veda.
Kapatılan bir kapının ardında
kalan havanın soğuması gibi bir haldir bu. İçerideki sesler yavaşça yankısını
kaybederken, dışarıda zaman başka bir ritme geçer. Sözcükler, dudaklardan
düşmeden önce tereddüt eder.
Zamanı yoktur vedaların. Hikaye bitmediğinde ve kitap kapatıldığında
daha da can yakar. ‘’Bazı insanlara geç kalırsın, bazı vedalara erken’’ der
Oğuz Atay. Bazen erken gelir, bazen gecikir ama mutlaka gelir. İçimizde
büyüttüğümüz alışkanlıklar, o an birer yük olur. Sesler kısılır, adımlar
yavaşlar. Kalabalıklar arasında bile insan, vedada tek başınadır.
Bazen veda bir cümle değildir,
bir bakıştır. Gözbebeklerinde asılı kalan o son ışık, anlatılamayanı taşır. Dil
susar, kalp konuşur; ama kalbin dili ağırdır, tercümesi yoktur. Bu yüzden
vedalar çoğu zaman eksik, yarım ve biraz da kırık kalır.
Bir vedanın en ağır yanı, söylenemeyenlerdir. Dile gelmeyen
cümleler, içte birikir; geceye karışır, rüyalara sızar. “Keşke”ler, yol
kenarına bırakılmış taşlar gibi, dönüşü olmayan bir yolu işaret eder. Ve insan,
kendi sustuklarının yankısında yürür.
Bir tren düdüğü, paslı bir peronda sabaha karşı; rüzgârın
savurduğu bir mendil; denize atılan ama batmayan bir taş. Hepsi vedaların başka
bir biçimidir. İnsan, ardına baktıkça eşyalar bile anlam değiştirir; bir
sandalye boşluğa benzer, bir kapı kapanmaya.
Veda bazen bir kurtuluştur da. Aynı gökyüzüne bakıp başka yönlere
yürümektir. Acının içinde hafif bir ferahlık, kaybın içinde küçük bir başlangıç
saklıdır. Çünkü her bitiş, başka bir cümlenin baş harfini taşır cebinde.
Yine de her veda, geride kalanlar için eksik bir hikâyedir. Sonu
yazılmamış, noktası konmamış. İnsan, zamanla o hikâyeyi kendi içinde
tamamlamaya çalışır; bazen affederek, bazen unutarak, bazen de sadece susarak.
Veda bazen de bir arınmadır. Gürültüden, kalabalıktan, fazlalıktan
çekilmek… İnsan, azaldıkça berraklaşır. Ve her gerçek veda, insanı dünyadan
biraz daha eksiltirken, hakikate biraz daha yaklaştırır.
Ve
nihayet, veda bir iz bırakır. Geçip gittiğini sandığımız şeyler, içimizde ince
bir çizgi olur. O çizgi, her hatırlayışta sızlar ama aynı zamanda yaşadığımızı
da hatırlatır. Çünkü veda, kaybın adı kadar, hatırlamanın da edebiyatıdır. Zira ‘’Kişi sevdiği ile
beraberdir’’ demeseydi peygamber, kalpler dayanır mıydı bu acıya . Vedaların intikam
değil imtihan olduğunun farkına varanlara selam olsun . . .
.
.
.
.
Yazarın
Önceki Yazısı