İnsanları kategorize etmek, belli
başlı sıfatlarla onları nitelendirip bir takım yakıştırmalarda bulunmak kabul
edilemez büyük bir yanılgı. Yaradılışımızın, sürdürdüğümüz hayatın ve sahip
olduğumuz gerek olumlu gerek olumsuz bazı özelliklerimizin bir hikmeti olsa
gerek ki hepimiz birbirimizden farklıyız: Bu farklılık gerek fiziksel gerek
duygusal gerekse mental yönden her birimizde ayrı ayrı yoğunlaşmakta. Her
birimizin diğerinden farklı olması ulvi bir anlam barındırmaktadır. Sonuçta
herkes için geçerli olan temel bir olgu var ki bizlerin bu dünyada üstlendiği
farklı farklı görevlerimiz var, dolayısıyla da kazanımlarımız ve bizi üzen bazı
kayıplar söz konusu olmakta.
Ne yazık ki özellikte gelişmekte olan toplumlarda
‘’eksiklik’’ ya da ‘’engelli’’ diye tabir edilen bir takım değerlere maruz
kalmakta insanlar. Telaffuz etmekten bile imtina ettiğim bu tabir özellikle dar
zihniyetlerde oldukça yerleşmiş bulunmakta; ne büyük bir yanılgı! Neyse ki
özellikle son zamanlarda, zafiyet diye tanımlayabileceğimiz bu düşünce tarzı
yavaş yavaş silinmekte.
Sonuçta bireyin henüz anne karnındayken belirlenen bir takım
menfi özellikler pek tabi ki doğanın ön gördüğü bir sebep sonuç ilişkisi.
Özellikle psikolojik tanımlamada karşımıza çıkan normal- anormal ayrımı gibi,
bireyin gelişiminde oluşan aksaklıklar ne yazık ki bir ayrım gibi gözükmekte.
Neyse ki bu ön yargı git gide aşılmakta. Kimin normal ya da anormal olduğu ya
da engelli- engelsiz diye sınıflandırılması gelişen teknoloji ve tıbbın da
yardımıyla artık aşılmış durumda. Bedensel ve zihinsel tüm fonksiyonlara sahip
bireylerin yapamadığı pek çok şeyi bu fonksiyonlara kısmen sahip olanlar o
kadar iyi yapabilmekte ki. Günümüzde bunun örneklerini net bir şekilde görmek
mümkün. Tıbben kanıtlanmış bir teoriye göre de eksik olan bazı fonksiyonlarını
diğer duyu organlarıyla tolere eden sayısız insan var. Çünkü vücut hissettiği
eksikliği bir şekilde bertaraf edip diğer fonksiyonel özellikleri ön plana
çıkarmakta. Göremeyen birinin koku alma hassasiyeti ya da işitme kapasitesi daha
işlevsel hale gelmekte. Benzer şekilde işitme kaybı yaşayanlar çoğumuzdan daha
hassas. Tıbbın da yardımıyla bu tip durumlarda kimsenin kimseden bir farkı
kalmamakta. Hatta ve hatta bazı fiziksel kayıpları olanlar, engelsiz diye
zikredilenlerden çok daha başarılı ve pek çok alanda da ön planda.
Hayatın içinde bu tip örnekleri görmek çok olası. Eğitimin,
kişisel gelişimin ve teknolojinin katkıları asla göz ardı edilmemeli. Medyada rastladığımız
örnek vakalardan tutun yakınımızda gözlemlediklerimiz de cabası.
Ayakları olmayan ama ellerinin fonksiyonel kullanıp hayata
tutunanlar, tekerlekli sandalye de yaşamını sürdürüp çoğumuzun cesaret
edemeyeceği sporları yapanlar, görme kaybı olduğu halde başarılı işler imzasını
atanlar, zihinsel problem yaşayıp eğitimin ve iradelerinin gücüyle bunu
yenenler ve daha niceleri…
Eksiklik diye bir mefhumun varlığına inanmak asıl buna
inananların yaşadığı çok büyük bir eksiklik. Sonuçta azmin gücü, iradenin
sınırsızlığı en az maneviyat kadar kuvvetli ve önemli.
Hepimize takdir edilen kader aslında hepimizi bir sınavdan
geçirmekte ve en önemlisi sahip olduklarımız ya da olamadıklarımız değil
tartıştığımız, asıl konu neyi ne ölçüde başarabildiğimiz.
Eksiklik ya da engel diye tanımlanan kavram aslında eksiklik
diye tabir edileni hangi yönümüzle gidereceğimiz. Bir takım farklılıklar asla
giderilmeyecek sorun ya da sorunlar yaratmamakta. Asıl sorun insanları
sıfatlandırıp onları rencide etmemek. Sonuçta hayatın sürprizleri sürüp
gitmekte. Bizim neyi ne sebeple ve nasıl
gerçekleştirdiğimiz önemli olan. Çünkü insan iradesi her daim sınanmakta.
İnanç, azim her şeye öyle muktedir ki azmin elinden asla
hiçbir şey kurtulamaz. Eğitim gerek bireysel gerek sosyal açıdan yaygınlaştığı sürece
tüm engellerin aşılacağı gün gibi ortada. Çünkü bu engeller aslıda bizlerin
yarattığı bazı ön yargılar; ön yargılar yıkıldıkça, paylaşım arttıkça bu
tanımlamalar da yok olmaya mahkum.
Kabul görmesi gereken tek mefhum ‘’insan’’ denen varlığın ne
denli güçlü olduğu ve tüm güçlükleri aşabileceği gerçeği.