Önem arz edip etmemenin
ne derece önemli olduğunu artık önemsemek gibi bir kaygı taşımamaya başladım
son zamanlarda. Neye ya kime önem versem önemsiz olduğu için ikinci şahısların
nezdinde üçüncü şahısların neden ve hangi kıstasları baz alıp umursadıkları
umursamadıklarımı ya da umursamadıkları umursadıklarımı hiç mi hiç önem ihtiva
etmiyor.
Saklı gerçekler her ne
kadar kendini ifşa etmese de saklı olmayan fiiliyat ve düşüngeçlerimin her
nasılsa ters teptiğini çok net gözlemledim.
Her nasılsa bu güne
kadar kimsenin umurunda değilsem gördüm ki içsel yolculuğum oldukça sıkıntı
yaratmakta her ne kadar duruma muktedir ve müdahil olmayanların nezdinde
önemsizmiş gibi yansısa da. Neden mi bu sonuca vardım…
Sanırım hatta eminim ki
devinim muktedir tüm bu olanlara. Görüp de anlatamadığım farkına varıp uzağında
kaldığım onca şey ve dolayısıyla da onca insan.
Sevmek de işe yaramıyor
çoğu zaman. Oysa her şeye muktedir diye bilirdim. Sanırım an itibariyle
sakıncalı bir duygu üstüne üstük. Sevmekten uzak ve sevilmeyi yadırgayan bir
sürü sıfata sahip bir sürü kimlik. Ne de olsa yok bir kimliğim. Kayıp da olsa
hükümsüz de kalsa bir o kadar hükümler verileceği kadar veriliyor.
Aksi takdirde işleri
rast gitmez.
Hayır, ne kınamak ne de
yermek tam tersi hedef tahtası her seferinde tam isabet.
Sevmek mi dedim sahi
neydi ya da kimdi en çok sevdiğim. Diyeceğim kadar dedim ve döndüm arkamı
gittim de çoktan. Belki de sırnaşık betimlemelerimin canhıraş haykırması önemli
diye arz edip beyanatta bulunduğum.
Zaman da mekân da hiç
mi hiç kabulüm değil üstelik. Zira boyut değiştirmem an meselesi. Sadece
düşünmeli ve odaklanmalıyım gitmek istediğim ana, mekâna ve kimse yanında olmak
istediğim. Evet, göreceli bir kavram adına zaman, mekân ve sevgi denen.
Her nasılsa şikâyet
etmek, yermek göze kolay gelmekte sevmekten yana şüphesi olanlarda ve
sevilmekten ürken zihniyetlerde.
Tam anlamıyla hastalıklı bir zihniyet sevgiye
bu denli şüpheyle yaklaşanlarda.
Çok şeyden korkmuşumdur
ömür boyu; ölüm en başta olmak üzere ama ne yalnızlıktan korkarım ne pejmürde
bir kimliğe bürünmekten ne de karanlıktan.
Ölümün kıyısında
dolaşıp yeniden kavramak yaşam çizgisini ya da karanlıkta kalmak. Ne fark eder
ki yeter ki kalbiniz kararmasın ve gözünüzü karartmayın haris ruhunuzun
depresif kontağını açmak adına
Yalnızlık mı…
Kalabalığın içinde yalnız kalmaktansa daha kabul görür tek kişilik yalnızlık. O
kadar da uç boyutlu değil üstelik hatta ve hatta pek çok getirisi de var. En
azından maneviyat güçlenebilmekte yalnızlığın kıyısında gezinirken. Ne korkunç
ne de imkânsız.
Kimlik saptaması yapmak
gerekirse de disosiyatif bir kişilik bozukluğundan bin kez iyidir ünvansız bir
yaşam. Nice insanlar tanıdım o parlak ünvanlarının gölgesinde sanrılarla
yaşayan.
Sayısız insan tanıdım
her şeyle ve herkesle özdeşleşip kendini bir kez bile sorgulamayan.
Bu yüzden kısa bir
zaman dilimi de olsa psikolojinin gizemli koridorlarında dolaştım.
Kitapların arasında
boğulurken gördüm ki pratiğin teori ile kanıtlanması ve kanıksanması hiç mi hiç
gerekmiyormuş. Pek tabii ki katkısı da oldu diğer yandan en azından insanları
gözümde büyütmemin sancılı bir devinim olduğunu gördüm.
Evet, durum bu. Farklı
sularda yüzmek demek değil ki bilgi eksikliği önem arz ediyor. sandım ki hatta
ve hatta halen de sanmaktayım ki branşlar, kümülatif bilgi tabanı ve
yaşanmışlıklar bizi birbirimizden farklı ve üstün kılmakta.
Asla ve asla hakkımız
yok üstünlük taslayıp yargılamaya ve yerden yere vurmaya.
İşin tek sırrı gerçek
manada vakıf olmak insanlığın hassas noktalarına.
Yermeden, üzmeden ve
ötelemeden şartsız koşulsuz sevip kabullenmek. Peki, ben bunu yapabiliyor
muyum…Çok isterdim ama bayan mükemmel olma gibi bir iddiam asla olmadı. Gerçi
mükemmeliyetçi ve muhalif düşünce yapımla mümkün mertebe hakkını vermeye
çalışıyorum yaşantımın ve yaptıklarımın ama bir gerçek var ki ağzımla kuş
tutsam da yaranamadığım sonsuz sayıda insan var. Ve ne yazık ki kolumu kanadımı
kıran da sadece ve sadece farklı olmamın insanlarda yarattığı düş kırıklığı ve
ikilem.
Ne yaşımın insanıyım ne
de çağa ayak uydurabilmekteyim. Dediğim gibi boyutlar arasında gidip gelmek en
çok haz aldığım garip evet garip bir mefhum. Yeri geldi mi otuz sene öncesi ve
yeri geldi mi uçuk hayallerim beni nereye taşırsa. Bu yüzden de hiçbir baltaya
sap olamadım. Biraz tembel, biraz başına buyruk ve biraz da muhafazakâr.
Aslında nerede hangi kelimeyi kullanmam gerektiğini de bilmiyorum zira günümüz
itibariyle tüm kelimeler ve kavramlar birbirine karıştı.
Modernize edinmiş bir
yaşam kimine ters gelirken muhafazakâr bir bakış açısı da bir diğer kesim
tarafından yadırganabilmekte.
Bu yüzden hangi gruba dâhilim
diye ömrüm boyunca kurcaladım zihnimi ve gördüm ki kendi akımını yegâne
temsilcisi ve hiçbir yandaşı olmayan bir faniyim. İşte tek ortak noktam bu
insanlarla: Fani olup aynı gidişatın yolcusu olmak ve zamanı tüketmek kendimizi
kandırırken.
Bir yönüyle hangi
hipoteze destek versem sonuçta yine olan bana oluyor.
Mutsuz bir kimlik bile
demoralize etmekte ve diğer taraftan yeri geldi mi şen bir kahkaha tepki
çekebilmekte. Bu yüzden hiç gruba dâhil olmadığım için artık yadsımıyorum
farklılığımı ve her düşünce yapısını da saygıyla karşılıyorum her ne kadar
içimde biriken tüm yanılgı ve hayal kırıklığı çoğu için önem arz etmese de…
En azından zararsız bir
yaşantı sürdürmek olmalı bireysel felsefemiz ve mümkün mertebe insanlığımızı
bir üst noktaya taşımak.
Yapabiliyor muyum… Bunu
ne iddia ederim ne de inkâr ederim. Sadece içimden ne geliyorsa ve sadece
O’ndan gelenlerle yetinip şükretmek.
Aslında bu da yeterli
değil bazılarının nazarında ama şu bir gerçek ki her şeyden ve her türlü
zihniyet ve fiiliyatımdan sadece ve sadece ben mesulüm her ne kadar ahkâm
kesenlerin sözleri tükenmese de…
Bu yüzden yalnızlık
asla korkutucu değil ve bir o kadar mutsuzluk zira mutluluğun neyle ilintili
olduğu önem arz eden. Yeri geldi mi yakınınızdakinin yüzünde beliren bir
tebessüm ya da basit bir sözcük bile mutluluk kıvılcımlarını yakabilmekteyken
bırakınız geniş açılımlı olaylarla kısıtlayıp kendimizi neşemizi kaçırmayalım.
Üstelik mutluluk da
yalnızlık da göreceli kavramlar.
Tıpkı biz insanların
düşünce ve duygularının başkalarının gözünde göreceli olması gibi.
Sayısız beklenti, hırs,
paranın tesiri… Gerçi parasız adım bile atamıyoruz ama paraya tapmaktansa ideallerim
beni yönlendirdi ömür boyu. İşte bu yüzden akılsız başımın cezasını yine aklım
çekiyor ne yapsam da telafi etsem yarım bıraktıklarımı diye…
Endişem kalmadı artık.
Ne hırsım ne de sonsuz hayallerim. Hala koruyup kollasam da hayallerimi zamanın
akışına bırakmanın en güzeli olduğuna vakıfım özellikle son iki yıldır.
Hatta son bir yıldır
yenilgilerim arttıkça hiçbir şeye muktedir olmadığımı gördüm.
Üstelik neyin
garantisini verebiliriz ki gidişata müdahale edemezken.
Ya da sonsuzluğa vakıf
mıyız sonsuz isteklerimiz ve egomuz bas bas bağırırken.
Yanılgılar,
kanıksananlar ve gerçekler. Görmek istediklerimiz değil asıl görünen her ya da
ne ise.
En azından sevmeyi,
sevilmeyi ikinci plana atmadan aydınlık bir yolda yürümeye gayret etmek tüm o
karanlığa rağmen. Tek bir dokunuş bile nasıl ışık olabilmekte ya da tek bir
sözcük hatta basit bir duygu ve düşünce transferi bile.
Sözcüklerin yetersiz
kaldığı bir an yine. Tüm duygu aktarımımla nihayetlendiriyorum her ne kadar
kifayetsiz kalsam da an itibariyle…