Başımı
çevirdiğimde denizin mavi ışıltısı beni büyülemişti yine. Su buhar olur,bulut
olur, yağmur olur, kar olur, buz olur. Değişmeyi, bir halden bir başka hale
geçmeyi, sudan iyi kim bilebilir? Ben de değişebilir miydim, eskisi gibi
olabilir miydim? Ben su isem Mustafa’m okyanustu; dönüp dolaşıp yine ona
dökülecektim. Merak ediyordum
aslında bana ne söyleyeceğini. Ben mi önce konuya girmeliydim yoksa önce o mu
anlatmalıydı bana diyeceklerini? Kafam allak bullak olmuştu. Ah Mustafa’m! Bu
güzel günde içimi kemiren şu kuşku ne? Etlerimi bir mil yardımıyla çekip ayırır
gibi, bütün organlarımı güçlü bir fırtına karşısında aşağıdan yukarı döndürüp
fırlatan hortum gibi evirip çevirerek beni döven bu kuşku ne? Bulut gözlüm; karnımdaki
meşhur ağrı, içimdeki güzel ülke adı, sen de olmasan ben kimin için güneş taklidi yaparım? Çok sevdiğimi
bildiği için deniz çipurası, çinakop, lüfer, hatta çok ender bulunan kalkan
balığından da sipariş vererek rakı servisimizin açılmasını istedi Mustafa’m.
Sanki bunca balığı kim yiyecekti ki? Gün güzelliğini akşamın gizemine
bırakıyorken, Mustafa’mla kadehlerimizi kaldırıyorduk bu güne… Balıklarımızın
gelmesinden önce, “Sana söyleyeceklerim var.” diyerek başladı Mustafa’m
konuşmasına. Heyecanının yanında ciddi bir hali de vardı. -Söyleyeceklerim
seni biraz üzebilir. Sana söylemekte geciktiğim için beni affet lütfen; ama
ancak zamanı geldi. Ona verdiğim söz vardı; o istemeden sana hiçbir şey
söylemeyecektim. Bu rakının
içinde ne vardı ki boğazımdan süzülerek ciğerimi yakmayı başarmıştı? Elimdeki
bardağın titrediğini görebiliyor olmam, halen bayılmadığımı, iyi olduğumu
kanıtlıyordu bana. -Hazırım. Devam
et Mustafa. Mustafa, böyle
acı veren bir konuyu fazla rahat anlatıyordu. En çok da bu üzmüştü beni ve hala
gözlerime aynı aşkla bakarak hem de… -Babam annemle
görücü usulü evlendikten sonra, askerliğini yapmak için Kars’a gitmiş ve orada
başka bir kıza âşık olmuş. Ve o kızdan bir bebek dünyaya gelmiş. O dönemde
askerlikler dört yıldı biliyorsun. Uzun zaman beraber olmuşlar. Tabi annem ve ben
burada hiçbir şeyden habersiz hayatımıza devam ediyormuşuz. Kızın abisi durumu
öğrenince, kardeşini oracıkta öldürürken, babamla dövüşmüşler. Yaralamış adamı
ve askerde olduğu için atmışlar içeri babamı. Babam yalvarmış arkadaşına kızına
sahip çıkması için. Arkadaşı da asil yürekli adammış; kız kardeşime sahip
çıkmayla kalmamış, zaten evladı da olmadığı için kendi evlat edinmeyi teklif
etmiş babama. Babam da çaresiz kalmış. Evli ve bir çocuğu varken, kime nasıl
açıklayabilirdi ki bu durumu? Soluksuz
dinliyordum… -Sonra babam,
annemlere ve ailesine durumun gerçeğini değil de, nefsi müdafaa olarak
bıçakladığını, kendini başka türlü koruyamayacağını söyleyerek cezasını çekip,
bizlerin yanına, evine döndü. Gerisini bizim evdeki durum açısından biliyorsun
zaten. Babam kız kardeşimi benden gizlemedi; bizi yıllar önce tanıştırdı. Halen
annemin haberi yok. Kız kardeşim de bilmesini istemiyor. Hem biliyor musun,
neden bizim oradaki okula yazdırdım Murat’ımı? O da senin gibi başarılı, güzel
bir öğretmen. Yeğenini sevgiyle okutacak, esirgeyip koruyacak. Dün akşam karar
verdik artık sana söylememiz gerektiğine. Seninle tanışmak için can atıyor. Hazır
mısın çiçeğim? Seni kardeşimle tanıştırmak istiyorum. “Pınar! Gel
güzelim…” diye, bağırır sesle restorana doğru seslendi. O kızdı… Dün geceki,
yıllar önceki, o kızdı… Derindi
bakışları Mustafa’m gibi. Boynuna sarıldım; dakikalarca ağladım, ağladık… Masaya bir
servis daha açılmıştı, bir kadeh daha eklenerek. Şaşkınlık hali hepimizde
vardı. Bu güzel gün ne kadar farklıydı. Duyduklarıma sevinmiştim Pınar’ın
hayatına üzülürken. Kendime söz vermiştim; bundan sonra Pınar, benim de öz kardeşim
gibi değerli olacaktı. Onu da Mustafa’m gibi çok sevecektim. İkimizde
sarhoştuk Pınarla… Mustafa’m az içmişti. İki bayan vardı sorumluluğunda ne de
olsa. Balık siparişleri de neden bu kadar fazla diye düşünmüştüm. Hepsi çok
lezizdi; masamız, yemeğimiz, sohbetimiz… Pınar benim en
yakın öğretmen arkadaşım olarak girecekti hayatımıza. Üçümüzün ortak kararıydı
bu. Murat’ım halasının okuttuğunu belki yıllar sonra öğrenecekti. İçim içime
sığmıyordu. Sabahki halimden eser kalmamıştı. Kuş olmuş uçuyor gibiydim. Nasıl da
suçlamış, günahını almıştım erkeğimin? Nasıl da kıymıştım? Pınar’da artık
sık sık bize gelmeye başlamıştı. Aile sıcaklığını, bütünlüğünü, dayanışmayı hep
beraber yaşıyorduk. Ailenin birbirini onararak yaptığı tamiri, başka hangi usta
el ya da yürek ya da beyin yapabilirdi ki? Her birimiz bir su damlasıydık ve
bütün dertlerimizin asıl nedeni, okyanus’a duyulan sıla hasretiydi. Hayatımızda
ne düşmanlarımız ne de dostlarımız vardı. Sadece öğretmenlerimiz vardı her
birinden bir şeyler öğrendiğimiz. Annemin merakını
da; o gece Mustafa’mı yanlış anladığımı, iş arkadaşları da diğer banklarda
otururken, aslında kalabalık bir ortamda sadece ikisiymiş gibi algıladığımı
söyleyerek geçiştirdim. Annem de, tatsız konuların üstüne gitmeyi hiç sevmeyen yapısıyla
ikinci soruyu sormadı bile. Pınar tüm
ailenin sevgisini kazanmıştı. Rahatlıkla annemlere geliyordu; artık bizim
ailedendi. En çok da Mustafa’mın babası bu konudan huzur ve mutluluk duyuyordu.
Kızının hayatının bu şekilde içinde yer almasından ve kızının ona kırgın
olmayıp, durumları olgunlukla karşılayışından mutluydu. Günler güzel geçiyordu. Murat’ım
halasının yakın ilgi ve takibinde kaliteli eğitimiyle ilköğretim dönemini
başarıyla tamamlayıp Subay Okulu’na hazırlanmıştı. Çalışkan ve becerikliydi birçok
alanda. Babası gibi subay olacaktı Murat’ım. Kısa zamanda kazandığı haberi
gelmişti sınavları; hem de en yüksek puanla… Yatılıydı okulu. Hemen işlemler
yapıldı. Onun gelişmesinde ve güçlü olmasında etkili olacaktı; bizden uzak bir
yerde, kendi ihtiyaçlarının bazılarını da olsa yapıyor olması. Uzak kalacak
olmamız üzecekti bizi belki; ama zamanla alışacaktık.
( Ay Güneşe Teslimdi - 17 başlıklı yazı MELEK KIRICI tarafından 23.06.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. ) Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.