El feneri yanık halde oturdu ağaca tutunarak. Acı azdı; ama kendini bir boşlukta hissediyordu. Çomar ise hala havlıyordu. Selçuk’un beyninden neler geçmiyordu ki? “İşte oğlum, şimdi cezanı çekiyorsun” diyordu içinden. Bunca zaman bu kasabada, bu derenin yanında oturmuştu; ama hiç başına böyle bir iş gelmemişti. Hatta yılan bile görmemişti hiç. Bu yılan kendisini cezalandırıp öldürmesi için yollanmıştı adeta.
 
Düşüncelerinde kâbusu yaşarken havlama sesiyle irkildi. Çomar önüne gelmiş, havlıyordu. Bir şeyler anlatmak istiyordu belli ki. “Acaba yılanı mı öldürdü?” diye düşündü Selçuk. Fenerle etrafı taradı; ama yılan görünmüyordu. Çomar derdini anlatamayacağını anlayınca hızla eve doğru koştu. Zaten ev en fazla iki yüz elli adım yukarıdaydı.   
 
Aradan on dakika ancak geçmişti ki; Zehra Hanım ve eşi Ahmet nefes nefese geldiler. Çomar da yanlarındaydı. Hala havlıyordu. Ahmet Bey telaşla sordu:
 
-Ne oldu evladım? Sen uyuyacaktın; ama buradasın.
 
-Uyuyamadım. Hava alayım dedim. Galiba yılan soktu beni. Çomarla da boğuştular bir süre. Aradım şu an yılan yok. Ne oldu bilemiyorum.
 
-Daha önce fark etmedin mi yılanı evladım?
 
-Çomar hırlıyordu; ama ben uzaklarda sandım. Ağacın dibine oturduğumda yumuşak bir şeye temas ettim sanki. Sonrası malum. Sahi çomar nasıl geldi buraya?
 
Zehra Hanım söze karıştı…
 
-Evladım köpekler böyledir işte. Dün ona sarılıp okşayınca seni çok sevdi demek ki… Burada da yılanı görünce onunla boğuşmuştur. Ama yılanın ne ölüsü ne dirisi var evladım. Başka bir şey olmasın sakın.
 
-Hayır… Çomarla boğuşurken gördüm. Kaçmıştır…
 
-Dur şu ısırdığı yere bakalım.
 
Zehra Hanım pantolonun paçasını sıyırıp fener tuttu. Sevinçle bağırdı.
 
-Neyse ki kumaşın üzerinden tam geçirememiş dişini. Hafif bir iz var. Biz yine de bağlayalım ve Ahmet amcan emsin biraz oğlum.
 
Yaşlı adam tecrübesiyle üzerindeki gömleğini çıkarıp az yukarıdan bağladı ayağı ve yaraya dudaklarını uzatıp emip tükürdü, kan ya da zehri. Görünüşe göre zehirlenme yoktu. Ya Zehra Hanımın dediği gibi dişini geçirememişti ya da zehirsiz su yılanıydı.
Bir yandan da Zehra Hanım fenerle her yeri arıyordu. Çomar kaçırmıştı demek yılanı.
 
Ahmet Bey işini bitirmiş, Selçuk’a omuz vermişti. Dereden eve doğru yürümeye başladılar. Karısına seslendi:
 
Sen Selçuk’u tut da ben arabayı çalıştırayım. Hastaneye götürelim; ne olur ne olmaz.
 
Selçuk itiraz etti:
 
-Hiç gerek yok. Demek psikolojikmiş baş dönmesi. Bir sorun yok.
 
-Olsun evladım. Emin olalım.
 
-Yok yok… Dinlenirsem geçer. Siz de yatın. Ben eve gideyim.
 
-Çomar yanında kalsın o halde. Bir şey olursa haber verir bize.
 
Teşekkür etti iki yaşlı ve dost insana. Çomarla eve geçtiler.
 
Aslında midesi hala bulanıyordu. Yılan sokmuş olsa zaten şimdiye kadar zehir yayılırdı. O halde üşütmüş ya da stres kaynaklı olabilirdi. Mutfağa geçip bir ayran yaptı kendine. Bolca da tuz attı. Bardağı bir hamlede bitirdi.
 
Yatağa kendini attı. Bu kez nedense hemen uyumuştu. Çomar ise başında bekliyordu.

3. BÖLÜM SONU
DEVAM EDECEK...
( Bir Mektubun Satır Aralarında - 3 başlıklı yazı MELEK KIRICI tarafından 14.07.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu