Genç adam gözlerini açtığında yine kâbus gördüğünü anladı. Odada kadın falan yoktu. Anne karnındaki masum bir bebek gibi, dizlerini çenesine doğru bükerek iki büklüm oldu. Arınıp temizlenmeliydi artık kendini yiyip bitiren yaşadıklarından.
 
Kalktı yatağından. Uykusuzdu; ama uykuyu hissetmiyordu bile artık. Balkon, odalar, mutfak arasında mekik dokuyor, hırsını attığı adımlardan alıyordu sanki. Ayak sesleri komşulardan bile duyulacak kadar yoğundu. Avuçlarını ovalıyor, dudaklarını ısırıyor, bilinçsizce adımlıyordu evin içinde. “Banyo yapmalıyım” dedi içinden ve banyoya yöneldi.
 
Sıcak suyla değil, soğuk suyla yıkanmalı ve ruhundaki tüm pislikleri yok etmeliydi. Normalde dayanılamayacak kadar olan soğuk suyu açıp duşun altına girdi. Hissetmiyordu bile soğuğu. Sular yanaklarından bedenine sızıyor; ama o kıpırdamıyordu bile. Sabit bir noktaya bakıyor ve her zaman olduğu gibi o ana gidiyordu hızla. Artık bedeni duşta olsa da ruhu geçmişteydi. Farkında olmadan yaşıyordu ruhunu tutsak eden o anları. Yine geçmişteydi…
 
Gece yarısından sabaha kadar olan mücadele bitmiş, yenik düşmüştü o lanetli otel odasında. Her şey bittiğinde hırsla kadına dönmüş, dişlerini sıkmış, haykırmıştı.
 
“-Sen bir pisliksin! Pisliğini bana da bulaştırdın.”
 
O haykırışa kadından gülümseyerek cevap gelmişti.
 
“-Keşke pislikler bedenlerimizde olsa. Her tür pislik suyla temizleniverir. Ruhun pisliklerini ne yapacağız? Bak! Sen de yenik düştün işte. Artık sen de bir pisliksin”
 
Sinir harbi yapıyorlardı olayın sonunda. Söz yarışına girmişlerdi öfkeyle ikisi de.
 
Tekrar kendine geldi Selçuk. Duşun vanasını kapatıp hızla kurulandı. Giyinmeliydi; giyinip dışarı çıkmalı, aşağı derede su sesinde yürümeliydi. Yürümeli, ruhuyla hesaplaşmalıydı.
 
Giyindi ve kapıyı da açık bıraktığını fark etmeden karanlığa teslim etti adımlarını.
 
Dereye doğru yürüyordu. Adımları yine sert ve hızlıydı. Bu gece bitmeliydi bu muhasebe. Hesaplaşmalı ruhuyla ve bu hesabı kapatmalıydı.
 
Dere kenarına gelmişti. Eve yakındı burası. Eskiden de sık sık gelir, suyun sesindeki güzelliği ve gizemi içine çeker, solurdu adeta. Her zaman oturduğu, suya en yakın ağacın yanına bıraktı kendini yine.
 
En başından hatırlamaya başladı yaşadıklarını. Sanki bir beyaz perde vardı önünde ve dereye doğru inerken beyaz perde de önünde gidiyordu. Tüm yaşadıklarını o perdede izliyordu Selçuk…
 
Öğretmen olarak ilk ataması İzmir’in bir kasabasına yapıldığında, müthiş bir sevinç duymuştu. Hayatında görebileceği en güzel kasaba olduğunu düşünmüştü hatta. Hoş şimdi de fikri değişmemişti; halen gördüğü en güzel kasabaydı burası. Öğrencilerine daha yakın olmak, onlara düşünce olarak ulaşmak, arkadaş olmak, başarılara götürmek, öğretmek, eğitmek, yetiştirmek istiyordu. Meslekte kendine güveniyordu henüz yolun başında olmasına rağmen. Çok okumuş, çok araştırmıştı. Sıkıntıyla yürüdüğü dere yolunda nice tatlı anıları vardı öğrencileri ve eşiyle.
 
Okuldaki ikinci ayı idi. Konu mektuptu. Hem yazışmanın güzelliğini, hem de tanımadıkları insanlara neler yazılabileceğini öğrenecek, kelime hazineleri de gelişecekti. Başka kasaba, ilçe ve illerdeki aynı sınıf öğrencilerine mektup yazmalarını istedi. Yaparak yaşayarak öğrenmek olacaktı onlar için. En güzel yazışmayı kim yapacaktı bakalım…
 
Her şey bu mektuplaşmayla başlamıştı işte. Genç adamın alabileceği en büyük dersi başlıyordu. Kimse bilemezdi böyle masum bir ders konusunun adamın yaşantısını alt üst edeceğini.
 
Çocuklar yazdıkları mektuplarını diğer okul öğrencilerine yollamaya başlamışlardı. Onlardan da cevaplar geliyordu. Yeni arkadaşlıklar mutlu etmişti öğrencileri. Hepsinde bir mektup merakı başlamıştı artık. Yaparak yaşayarak öğretim başarılı olmuştu doğrusu.
 
Selçuk sınıfta seslice okurdu gelen mektupları. Ogün yine mektuplar gelmişti ve zarfları açarak önce okuyor, sonra öğrencisine teslim ediyordu. Bir zarftan iki ayrı mektup çıkmıştı. İlki öğrenciye idi. Okudu ve verdi öğrencisine. Diğerini eline aldığında şaşırdı. O mektup da kendisineydi. O okulun öğretmeni kendisi de yazmış ve eklemişti zarfa. Göz gezdirdi mektuba genç adam. Okurken gülümsüyordu. Övgü dolu sözler ediyordu Çiğdem Öğretmen kendisi için. Mektubu öğretirken böyle bir uygulama yaptığından dolayı tebrik ediyordu. Sakıncası yoksa kendilerinin de mektuplaşmasını istiyordu hatta.
 
Bunları düşünürken pantolonunun paçasına yakın yerde bir acı hissetti Selçuk. Ayağını bir şey ısırmıştı. Canı acıyordu. Aynı anda havlamayla bir köpek de atıldı hemen yanı başına. El feneriyle taradı etrafı. Çomardı bu; Zehra Teyze’nin köpeği… Bir yılanla boğuşuyordu. Demek kendisini ısıran bir yılandı. Hem Çomar, hem kendi için endişeye kapıldı. Dere kenarında ve yalnızdı. Yürümeye çalıştı; yürüyemedi. Başı dönmeye başlamıştı.  

2. BÖLÜM SONU
DEVAM EDECEK...
( Bir Mektubun Satır Aralarında - 2 başlıklı yazı MELEK KIRICI tarafından 12.07.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu