Sırnaşık bir o kadar
yalın bir hüznün eşleştiği akşam nüksederken en içten bilip bilmediğim ve
yadsıyamadığım ne varsa…
Belki öfke belki aşk
bir o kadar yalnızlığın tahakkümperver hükmü.
Söz geçiremediğim ne
çok gerçek hayata dair.
Çocuk bildiğim kadın ve
adamlar.
Adam bildiğim ne çok
çocuk.
Kadın bildiğim ve
kadınca vasıflarıyla erkekleri kölesi yapan ne çok varlık.
Gerçeğin yüzeyde çakılı
kaldığı ve yalanların ardı ardına sıralandığı.
İsimlerin başına gelen
o sıfatlarla ben-merkezlerinde taşıdıkları güç ve o devinim gücün katlandığı,
sefilin yerden yere vurulduğu, sıradan insanların göz ardı edildiği.
Kim olduğum mu önemli
olan ne olmadığım mı?
Ne olduğum mu önemli
yoksa kime eş değer olmadığım mı?
Zafiyetlerim mi önem
arz eden yoksa içimde saklı o güç mü?
Sevdiklerim mi beni
darağacında sallandıran ruhumdaki ölüler mi öfkemi besleyen?
Nefret duygusu payidar
olsa gerek şöyle bir etrafıma baktığımda: Kuruyan ve kurutan, saklı niyetlerini
perdeleyen…
Aşkın ne önemi var an
itibariyle böylesine yoldan çıkmışlık almış başını giderken…
Sevi dili sustu
yüreğin, ezilirken yürek ayaklar altında.
İmgeler sır dolu ve
yürekler yalan.
İnsanlar gerçek anlamda
haris ve muktedir pek çok vasıfları sayesinde kıyısından dahi geçemezken.
Volta atan söz
öbekleri.
Aşkın kırıntısı bile
kalmamış birlikteliklerde hele ki işin içine girdi mi muhalif unsurlar sözüm
ona birliktelikler aslolan ve göz boyayan.
Kurumuş içten içe
benlikler bir yanda kemirirken hırs ve ihtiras.
Ne şefkat asılı
kancalarında ruhun ne merhametten nasiplenmişiz. Genelleme yapmak zorunluluğu
nüksederken evet, ben de dâhilim bu gruba…
Çöreklenmiş iken
tutarsızlık akıl dışı ne varsa bir bir dizili yankılanırken şeytanın sesi.
Duraksamak durduk yerde
belki akşamın kuytusunda gönül huzuru ararken.
Çöreklenen ne çok yılgı
gün devinirken.
Safça inanmaya devam
etmek belki de en can yakan hala iyiyi ve güzeli arzularken.
Sığınmak belki de
bilinmezliğe hala umudu baki bilip kandırmak kendini.
Ve kanmak kerelerce tek
bir güzel söze hala aşkın varlığına meyledip çalmak aynı şarkıyı ve gün
bitiminde boşa çıkan ne varsa…
Merakımı tetikleyen
hiçbir unsur kalmadı artık. Neyi ya da kimi ne amaçla merak edebilirim ki ya da
gelmeyecek bir hayalin mi nöbetini tutayım.
Yetinmeyi öğreneli çok
oldu lakin. Mutlandıran ne kaldı ki şu kara gölgede. Gidişler, terk edişler,
tanışıklığı kederin kadere çalım atarken.
Bir derdi paylaşmak
bile beyhude zira keyfe keder çoğu insan ve nerde hüznün çağrısını duysalar
gerisin gerisin kaçmakta. Medet ummayı keseli çok oldu.
Hal hatır sormanın bile
bir bedeli var artık ya da yakınmak hiç mi hiç önem arz etmemekte.
Bakımsız ya da sıradan
bir gün daha bitti.
Boyasız, fönsüz bir
kadın kadar kırılgan gün.
Güzel bir kadın can
yakıcı oysa günün ilk saatleri.
Ve devinirken saatler
salınımı ruhun yine hicap duymakta gördüklerinden.
Duyular bile isyanda.
Gönül hepten yorgun. Ruh kaybolalı çok oldu. Kala kala bir beden bakımıyla
mükellef olduğum. Bir o kadar mütereddit bir varlık eş güdümlü varlığı kederin
istiflerken peyder pey.
Neyin derdi neyin
telaşı ise hak getire doğrusu.
Hayallerimi dün rehin
verdim.
Günler zaten torbaya
girdi gireli geceye devrettim benliğimi.
Son bir soru daha yok
heybemde. Bildiğim tüm cevaplar hepten iptal.
Hangi olay örgüsünü
örnek verebilirim ki ya da somut anlamda neyin delilini sunabilirim.
Her şey bir kaosun
sırtında, her yer ölülerle dolu.
Ne çok kayıp ne çok
zarar ziyan.
Mükellef kılındığım her
şeyden istifamı verdim bu gün.
Değerleri ya da
değersizlikleri irdelemiyorum bile.
Sancılı birliktelikler,
kredi kartına bağımlı hayatlar ve akıllı telefonlarıyla nikâhlanmış milyonlarca
insan.
Biliyorum ve görüyorum
ki bir ütopyadan ibaret tüm öngörülerim.
Tanıyorum ve biliyorum
bir o kadar bu ütopik dünyanın asla var olmayacağını.
Suçlu addedildiğim ise
gün gibi aşikâr yoksa nasıl bunca kozu verirdim insanların eline.
Çağrışımsal bir
yolculuğun kim bilir kaçıncı molası soluklandığım.
Kim bilir hangi öz
eleştirinin hangi yordanası maddesi…
Birlik ve dirlik iken
aradığım, kaçıncı perdesi oyunun yaftalanmaktan geri duramazken benlik.
İmgelerin seyrinde,
insanların katılımıyla biten kaçıncı hikâye bir türlü mutlu sonu görmeye
muktedir olamayan…
Ne bir nefret çemberi
ne bir öfke devinimi ne de sıradan bir dünya.
Ne yalın ne tutarsız
ama bir o kadar komplike bir hacimde yer bulmaya çalışan izafi bir varlık.
Ne çok ikilem maruz
kalınası.
Ne çok sorgu sual.
Ne çok kinaye.
Ne çok sıradanlık.
Ne çok sevgisizlik.
Ne çok can çekişen aşk.
Ne azım oysa ve bir o
kadar yüklü.
Ne çoğum aslında yazarken
boşalttığım heybem.
Kim olduğum asla önemli
değil ya da kim olmadığım. Tek önem arz eden vuku bulmamış bir son. Sona
meyilli olmasa da ömür gıyabımda verilen her karar önce onayımdan geçmeli ve
savunma hakkı tanınmalı.
Sallandırılmadan
darağacında son söz hala bende saklı.
Düşünmek kadar yorucu
hangi edim olabilir ki sizi hapseden.
Duyumsamak belki de
acırken ve acıtırken insan.
Dinmek bilmeyen o gök
gürültüsü sadece sizin duyduğunuz.
Ne bir halüsinasyon ne
de bir çağrı.
Kelimeler çağırırken
büyülü dünyasına muzdarip olsam da laneti devinse de içinde bulunduğum boyutun
göz ardı edildiğim her mesafe ve ne çok izlek gece örterken yeryüzünü.
Hayattan çalmamak adına
çalmak cümlelerden ulu orta.
Sevişmek duygularla gün
yüzü görmemiş bir öngörünün sığdığı, sığındığı o heyula boşluk.
İmgelerin seyri,
rasyonel olmayan bir mıntıka belki de.
Anlaşılamama kaygısı
nüksetmişken inlerken heceler satır arasına sokuşturmuşken tüm birikimimi ve
emsalsiz bir mutluluk hüznün bir adım sonrası…
Eşkâlim, beyanatım
hatta bir itirafname ama ne sakil ne sefil bir o kadar boşboğaz aşkın izdüşümünde
yankılanırken iç sesim name name ve ılık ılık akarken kanım…