Ne güzel, efendi efendi oturmuş öykü okuyorken gözlerim kararmaya başladı. Oksijen makinesine bağlı iki adet burun deliğime ulaşabilen oksijen ciğerlerime ulaşamaz olmuştu. Sanırım Stratokümülüs ya da Stratüs bulutlarından bir gurup gözlerimden öpmeye gelmişti. Az sonra bu yoğun karaltının bulut yoğunluğundan değil de, gözlerimi karartan tansiyon ayarsızlıklarından olduğunu anladım. Son zamanlarda bu ayarsızlık sık sık kıllık yapıyordu.
Sırtımdaki,
koltuk altlarımdaki, boynumdaki ve kıçımdaki ıslaklıkları icat eden Tanrı'nın
elbette ki bildiği bir şey vardı. İşin o tarafına karışamam! Benim aklımın
almadığı şey, beni hamama girmiş gibi terleten bu kadar yüksek ateşe gark
olmuşken, böylesine tir tir üşümek neyin nesiydi? Yanıma gelen Azrail'e bunu
sormayı düşündüysem de Arapça bilmediğimi hatırlayarak sormaktan vazgeçtim.
Azrail ise
benim Arapça bilmediğimi bildiğinden şakır şakır Türkçe konuşarak, "غبي Selamünaleyküm أو خاطئين "
(Selamünaleyküm ya günahkar salak!) dedi.
Hemen itiraz
ettim. "Ben inançta müslümanım ağam!"
O da hemen,
"yaşantıda kafir bir halksınız," dedi. "Üstelik bunu o kadar
kanıksadınız ki, yaşantınızla inancınız arasındaki çelişkiyi sorgulama gereği
bile duymuyorsunuz."
"Benim
kalbim temiz..." diyerek itirazımı sürdürmek istedim.
Azrail,
"Benim kalbim temiz, klişesi size ne zaman ezberletildi bilmiyorum.
Bildiğim, bu cümleyle Müslüman olabileceğinizi sandığınızdan beri kafirleştiniz,"
diyerek noktayı koydu.
Aslında, bana
her gün, birileri, "günahkarsın,
kafirsin, ateistsin ulen!" diye diye haddimi bildiriyordu, ama bu kez bunu
ehlinden işitmiş olmak baya bir zoruma gitmişti.
Yüz on iki
gelip de hastabakıcı herif, "bu sedye yüz otuz kilo kapasiteli, bu amcayı taşımaz,"
diyerek beni yürütmeye çalışırken eşimin şahadetine rağmen yüz yirmi iki kilo
çektiğimi anlatabilemedim ve anlatabilebilmek için banyodan getirttiğim ev
kantarının üstüne çıkıp yüz yirmi iki rakamını cümle aleme ifşa ettim.
Herifcağız, "keşke, bu sedye yüz yirmi kilo kapasiteli, deseydim,"
diye hayıflanarak arkadaşlarının katkısıyla beni ambulansa taşıdı.
"Çabucak
iyileşmen için dua edeceğiz!" diyerek arkamdan su döken komşularıma şöyle
seslendim:
"Hastalığı
yenebilmem için herkes bana dua etsin, gibi lafları sevmiyorum. Yaşanacaksa
yaşarız, öleceksek ölürüz abi! Altmış iki yaşındayım. Ölürsem gözüm açık
gitmez. Benim yerime gençler yaşasın, onlar öldürülmesin. Ben hayatın hakkını
vererek yaşadım. Gözlerimi kapatırken gönlüm rahat olacak. Bu rahatlığı
olmayanlar düşünsün. Ben ölümden korkmuyorum. Dik durun, adil olun, sabırlı
olun. Daha iyi bir dünyada görüşmek ümidiyle, Atatürk ile kalın, Cumhuriyet ile
kalın, hoşça kalın!"
Ben böyle dedim
ama, böyle dediğimi anlayamayan bazı komşular, bu sözlerimi "hiç kimseden
dua istemiyorum," diye çarpıtarak sosyal medyada paylaşmışlar. Olsun,
varsın...
Kayıplara
karıştı sanırken hastanenin yoğun bakım makineleri arasından çıkarak yanıma
gelen Azrail ile selamlaşıp kucaklaştık. Beni öptü. Niye öpmüş olabilir, vallahi
bilmiyorum. Garantisi var, nakliyatımı öperek yapmanın daha az acıtıcı
olacağını düşünmüştür. Galiba suratımın mutluluktan gülücükler açacağını
sanmıştı, ama ağlanacak halimle gülemezdim. Aslında sırf onu memnun edebilmek
için gülümsemeyi düşünmedim de değil...
"Beni
takip et!" diyerek önüm sıra yürümeye başlayan Azrail'in bu emrine isyan
ettiysem de, kendimi bir anda onun gösterdiği bir kuyrukta buldum. Upuzun bir kuyrukta... "Burada sıranın
gelmesini bekle!" diyen Azrail'e:
"Bu...
Bu... Ne kuyruğu bu?" diye sordum.
Kısaca,
"Cehennem!" dedikten sonra sırıttı.
Kuyruktakilerin
altlarına kaçırdığı kaka kokularından anlamalıydım. Hemen önümdeki herifin,
herif değil de bir melekmiş gibi kollarını çırpıp durması asabımı bozdu.
Sanırım kendini melek diye yutturup yırtmaya çalışıyordu.
Dalga geçmek
için, "kendinizi melek sanıyorsunuz galiba," diye laf attım.
"Hayır,"
dedi. "Ben Pastataryanım."
Şaşırarak,
"O da ne lan?" dedim.
Anlattı.
"Benim Tanrım Uçan Spagetti Canavarı... Bu cehennemin sahibiyle bir alakam
yok benim, buraya yanlışlıkla getirildim..."
Acıdım
adamcağıza. Hemen Azrail'e başvurdum.
"Yavu Azrail ağam! Bu adamcaaz Pasta tarıyanmış. Adamcazı bırakın
gitsin!"
Azrail, kızdı.
Beni, "Sen kendi kıçının derdine düşsene ulen!" diyerek azarladı.
"Az sonra sıran gelecek, canını alacağım..."
Bu izahatı çok
koydu.
"Sen benim canımı alabiliyorsun, ama ben sana
dokunamıyorum bile! Biraz ayıp olmuyor mu?" diyerek itiraz ettim. Haklı
değil miyim ama? Eşitlik denilen bir şey var...
"Valla kusura bakma! Zatürree bağlı nefes güçlüğü
çeken birini bulup getir, dediler..."
"Sen de bula bula beni mi buldun?"
"Ne yapayım? Bu aralar ayağımın altında çok
dolaşmaya başladın."
"Benden başkası dolaşmıyor sanki! Tıpkı benim gibi
zatürre yüzünden kıçından soluyan Çetin Altan var. Herif seksen sekiz yaşında
hem... Git onu götür!"
"Olmaz! O çok yaşlı, yazık..."
"Bi'piscrem versem?"
"Ha... Bak o zaman olur..."
Azrail'i
bi'piscremle bu kadar kolay kandırdığım an yırttım.
O gitti, benim
yerime Çetin Altan'ı getirdi, beni de hanımcığımın yanına geri yolladı. Allah
razı olsun!