şimdi güneş vakti
güneş aydınlatsın yüzünü
senin yüzün
gecelere basılmış
ayak izlerin gibi karanlık
değil
korkmadan
utanmadan,
aldanmışlıkları
ve aldatılmışlıkları
karanlığın görünmezliğinde
unutarak,
sabahlar güneş ışınlarıyla
yıkanırken gel…
bendeki günlerinin ederini
ödeyebilirim sana,
tanımıyorsun henüz beni,
senin için üşengeçsiz
hazırladığım cenneti...
aldatsan da,
yüzüme bakamadan
her sabah aynı masalı
anlatsan da,
inanırım anlattığın
masallara,
yüreğim hiç sızlamaz
— ki, alıştım artık buna,
geceler bana bir şey demez,
ben, seni sevmek için
güneş’in doğmasını beklerim…
dönersen şayet,
güneşten sonra
gitmene bile razı
olurum...
platonik aşklar da yaşanır
gelirsen,
yokluk çektirme bu bollukta;
zamanın derinliklerinde
gizlenmiş ilk aşkım ol da gel...
mübalağa değil doğru söylüyorum
güneş’ten koptuğunda dünya
yazılmış kader gibi
soyuttan somuta
yaşandı trilyonlarcası
sevdiklerine kavuştu
sen de
göçmen kuşların kanat çırpma
yasalarına uyarak gel…
dudaklarından yabancı izleri silmeden,
mor dudaklarını uzatarak,
ölümün soğukluğundan da
beter,
gecedeki isterik
ihanetlerinle
bir sabah gibi çırılçıplak
çıka gel,
kaderime razı etmek için
bir kâhin gibi söyleminle
gel,
istersen bin yıl önce yazılmış bir şiir gibi
unutulmak için gel,
yoksa vallahi özlerim seni…