mesaj kutusundaki notları silmedim anne,
duruyorlar hala;
hepsi tek cümleden ibaret:
“Seni çok özledim oğlum…”
Bense çok ne demektir bilmiyordum,
özlemenin azı mı olurmuş diyordum.
"çok özledim," demiyordum o yüzden,
"ben de özledim," deyip geçiyordum;
senden uzak kaldıkça öğrendim ama,
özlemin çokluğunun ne demek olduğunu.
benim kapımı iki kere çalmasa da postacı,
duyulur duyulmaz gibi bir tıklatsa,
koşsam, açsam,
işte, dese; beklediğin mektup, annen göndermiş...
ya da,
telefonuma,
Halil Sezai’den "isyan" şarkısını,
bu defa da sen çaldırtsan, açsam,
sesin duyulur duyulmaz fısıldasan,
konuşurken hep yaptığın gibi,
geliyorum yanına, desen;
yarın gün ışımadan oradayım...
güne uyanmış kuş cıvıltılarını andırır sesini duysam kapı sesinin
kapı aralığından uzanıverse elin dudaklarıma
sarılsam, koklasam,
penceremdeki menekşeler kıskansalar...
fotoğraflarla birlikte sararıp solmuş yaşamımızın
uzaklaştıkça yakınlaştığımız mazisinden
geri dönmez anıları yadetsek gecelerce
Bakışlarla anlaşsak.
Ağlaşsak birbirimizden gizleyerek acılarımızı…
Bir mimikle özleşsek,
bir gülüşle kavuşsak.
Ve, göçmen kuşların kanatları kırılsa,
bir daha hiç ayrılmasak anne…
İçimdeki çocuğu hiç büyütemedim ben
Çocukça hayalleri yıkıldı insafsızca
Aklına sen düştükçe ağlamadan edemiyor
Avutamıyorum hiç bir şeyle
ağlıyor
anne şefkati istiyor
anne sevgisi istiyor,
senden teselli bekliyor...
İçimdeki çocuğu ağlatma yeter anne...
Bak yine sabah oldu...
kuşlar cıvıldaşırken bahçede,
ben ağlıyorum...
Hasretim sana...
Hasretim ellerine...
Gelde göz yaşlarımı sil anne...
Bas bağrına huzura ersin ruhum...
İçimdeki çocuğu ağlatma yeter anne...
Çok büyütüyorum anne,
sana özlemimi çok;
sevginden mahrum kaldıkça daha da büyüterek…
Bir kavuşabilsem sana,
ah bir anne!
Yeterli…”