Hatıralara sahip
çıkmaksa yüklendiğim, eyvallah!
Gönülsüzlüğün kıyamına
geçirdiğim reşit bir miğfer: Gözden ırak bir göz süzüşe meyletmişken kimi,
bencileyin, demek ve sığınmak kuytusunda görünmezliğimin ceberut tesellisi yine
de vazgeçmekle idame ettirmek arasında kararsız kaldığım…
Öncesizliğin verdiği
kıyım duygusu mu yoksa mağdur bir düş’ün engebelerine takılan: Pervasız, dolu
dolu, tümden gelen bir itham kadar da tahakküm yüklü.
Dünsüz yarınlarımdan
uzağım alabildiğine.
An’ın göreceli
serinliği alabildiğine üşütmekte.
Derbeder ve bir o kadar
göreceli söylemlerde yine de sırasız bir ölüme rağbet eden nicesi.
Kırık niyazlarım yürek
kadar da kaygan ve istem dışı bir yükümlülük paralelinde gölgeli
boyutsuzluğumun mecali devinirken her satır başı.
Külliyen yalan, diye
haykırmak istediğim ama susmakla cezalandırıldığım. Boş boğaz bir imge tekerrür
ederken zihnin derinliklerinde, alt bilincim sorguluyor babam öncesini. Babalar…
Düş balyalarımdaki o zamk.
Sancılar biteviye hem
de sakıncalı ve teferruat yüklü sanrılarla yüklediğim görünmez heybem. Ne ola
ki içinde, gibi marazi bir sorgulamaya müdahil olmayacağım ve asla da izin
vermeyeceğim karıştırmanıza. Kafam yeteri kadar allak bullak hem tek sorunlu
ben miyim? Yoksa bir harf hatası mı yaptım? Sorumlu tutulduğum göreceli bir
beyanatta hangi aklı evvel ise, sürtüştüğüm o kaygan zemin ve nasıl da kaypak
gölgelerin her biri. İnsan izleği bilirdim oysa kaybolduğum her çehrede kendime
yabancılaştığım. Altı üstü tutku yüklü nefislere denk düşüp, kesilen
ahkamlardan da alıyorum payımı doğrusu: Doğruya doğru yine de eşitsiz, kurduğum
her denklem bu da yetmezmiş gibi, bilinmedik o çetrefilli ve kaos yaratan
imlerden de aldım payımı.
Mayısın kaçı ola ki bu
gün?
Mayıs bile
farkındalığını yitirmiş sanıyor ki kışa meyletmiş bir ay. Aylardan ibaret yıl
ve saatleri tükettiğim günün göreceli uzantısında varsıl bir yörüngede
sabitlediğim benliğim yine de kaya kaya bir hal olduğum... Oysaki bir yıldız
olduğuma kaniiydim önceleri: Kırpık bir yıldız mütemadiyen yontulan hatta
zımparalanan benliğim. Ne vardı da bin bir parçaya bölünecektim?
Muteber bir ışığın
seyrinde yol almak varken ne oldu da şalterini indirdim mutluluğun? Yine pay
ediyorum mutlak ve mutsuz duyguları.
Bir gül olduğuma
inanmıştım önceleri. Solan ve solduran o üşengeç ve ihtiraslı gölgelerde
kuruyan iç sesim. Bir derken iki ve eremediğim hidayet.
Görmekle mükellef
olduğum görünmezliğimin pervazında ve en muktedir payda yine buluşmakla
kalmayıp sandığımdan çıkardığım ucube varlığı çeyiz duygularımın.
Mayıs, dedim de…
Sanırım bahar bir ay’ını attı takvimden: Alabildiğine şaşkın ve yorgun bir ay
oysaki dingin bilirdim baharın uzantısında soluklanmayı sevdiğim bu sevimli
ay’ı.
Güncemde saklı diğer
reşit olmamış aylarla uğraşıyorum dünden beri hani hazirana ne kaldı şunun
şurasında? Yoksa o da mı pervasız ben gibi? Dengini arayan bir mevsime
düşmüşken yolum, onca telaşı yüklenip sayıklıyorum bir yandan saklı tuttuğum
sayıların yanına da çentik atıyorum.
Sancılı doğumlar yeni
bireyler ve mutluluk katarken durağan zeminine biz yolcuların, her ölümle hüzün
katsayımız artıyor.
Ölümlü bir imge
çağırmakta an itibariyle:
‘’Hadi, düş peşime…’’
demesine ne hacet ben çoktan çıktım yoldan yoksa kendimi mi kandırıyorum
mutlandığım her cümlede izini sürdüğüm mutluluğa olur da denk gelirim ve rükua
varırım günün bir vakti.