1930 lu
yılların ortalarında tüm
dünya yeni bir
savaşın ayak seslerini
yakından duymaya başlamıştı. II. Dünya Savaşı
olarak adlandırılacak bu
savaşta Türkiye’nin alacağı
pozisyon oldukça önemliydi.
İşte bu
yıllarda Ankara’da elçilik
binalarının bulunduğu bulvarlarda
bir şarkı yankılanmaya
başlamıştı. Şarkının orijinal adı
: Das Mädchen unter der Laterne yani ‘’Lambanın
altındaki kız’’ idi ve
seslendiren de Lale Andersen’di.
Şarkı aslında 1.
Dünya Savaşı yıllarında
1915 de Hans Leip adındaki
bir asker tarafından
sevgilisi için yazılmış
bir şiirdi. Daha sonra "Nöbetteki Genç Askerlerin Şarkısı (Das Lied eines jungen
Soldaten auf der Wacht) ‘’olarak yayınlanmıştı.
Müziği ise 1938
yılında Norbert Schultze
tarafından yapılmıştı.
İşin ilginç tarafı
‘’Lili Marleen’’ olarak
üne kavuşan bu
şarkı Alman Propaganda bakanı
Göbelss tarafından yasaklanmasına
rağmen sadece Almanların
değil Almanlarla savaşan
devletlerin de bir
şarkısı olmuştu. Yani
tüm cephelerde Lili
Marleen çalınıyor, söyleniyordu.
İşte Ankara bulvarlarında
da Lili Marleen
şarkısının söylendiği yıllarda bir
isim neredeyse Tüm
dünyanın gizli servislerinin
ilgisini çekmeye başlamıştı:
ÇİÇERO
Normalde Çiçero M.Ö. 130
Yılında doğmuş ve
M.Ö. 43 Yılında ölmüş
bir Romalı devlet
adamı, bilgin, hatip
ve yazardı ama
1930 lu yılların sonunda,
daha doğrusu 1940
lı yılların başında
adından bahsedilmeye başlanan
Çiçero’nun devlet adamlığı,
bilginlik, hatip ve
yazarlık ile uzak
yakın bir ilgisi
olmayıp o bir
Casustu. Daha da ilginç
olanı bir Türk’tü
Çiçero. Asıl adı da
Çiçero filan değil Elyasa
Bazna, ya da Nüfus cüzdanındaki
haliyle İlyas Bazna
idi.
İlyas Bazna 1904
Yılında Priştine’de dünyaya
gelmiş Arnavut Asıllı
bir Türktü. Ailesiyle
birlikte Türkiye’ye gelmişlerdi
ve İlyas Bazna
Askerliğini Çankaya Köşkünde
Atatürk’ün yanında yapmıştı.Askerlik hayatı
bittikten sonra opera sanatçısı olmayı
çok istediği halde kendisini
Önce Yugoslavya, sonra
da Almanya Elçiliğinde elçilerin uşaklığını
yaparken görürüz. Ancak
Alman büyük elçilik müsteşarı,
mektuplarını okuduğu için
İlyas Bazna’yı kovar.
İlyas Bazna Alman
büyük elçiliğinden kovulur
ama hemen İngiliz
Büyük elçiliğinde Büyük Elçi Sir Hughe
Knatchbull-Hugessen'in uşağı
olarak iş bulması
pek de zor
olmaz.
Şimdi burada sorulabilir. ‘’ Bir elçilikten
sepetlenen bir insan
bir başka elçilikte
bu kadar kolay
iş bulabilir mi?’’
Diye. İşte bu
noktada İlyas Bazna’nın
arkasında 1926 da Atatürk tarafından
kurdurulmuş olan gizli servisimiz
M.A.H vardır. Mahun açılımı
ise günümüzde komik
gelebilir ( Milli Amele
Hizmeti) Tabii ki ‘’Amele’’
kelimesini bu günkü
anlamıyla alırsak. Oysa ‘’Amele’’ o
yıllarda ‘’ Emeller, Gayeler,
Amaçlar’’ anlamında kullanılan
bir kelimedir.
Mustafa Kemal’in hayatta
olduğu o son dönemlerinde M.A.H
doğacak bir kargaşadan
istifade ile Hatay’ı
anavatana bağlamanın hesap ve
çalışmaları içindedir. Kısaca İlyas
Bazna’nın elçiliklerde bu kadar
kolaylıkla iş bulabilmesi
aslında hiç de
şaşılacak bir durum
değildir.
Öte yandan İlyas
Bazna aile fertlerinden
bazıları İngilizler tarafından
I. Dünya Savaşı
yıllarında öldürüldüğü için
İngilizlerden nefret etmektedir
ve tabii ki
bu arada iyi para
kazanmak gibi bir
amacı da vardır.
Kısa sürede İlyas
Bazna Sir Hughe
Knatchbull-Hugessen’in
oldukça fazla güvenini
kazanır. Hatta öyle
ki bu yaşlı
adam banyoya girdiğinde
İlyas onun sırtına
kese bile atar.
İlyas’ın İngiliz Büyükelçiliğine yerleşmesi
bir başka büyükelçi
olan Alman Büyükelçisi
Von Papen’in dikkatini
çeker. İlginçtir ki
bu Von Papen de
Buhar kazanının mucidi
Denis Papen’in soyadını
taşımakla birlikte bir
bilim adamı filan
değil, kurt bir
diplomattır.
Bir şekilde İlyas’a
ulaşan Von Papen
ona İngilizler aleyhine
casusluk yapmasını önerir.
Karşılığında onu İngiliz
Sterlini manyağı yapacaktır. 88.000 Sterlin
müthiş bir servettir
o günler için.
Bir taraftan İngiliz
düşmanlığı, öte taraftan
88.000 Sterlin gibi
müthiş bir teklif
üzerine İlyas Bazna
için böyle bir
casusluğu yapmak çok
da zor değildir.
Çünkü Sir Hughe
Knatchbull-Hugessen çok
gizli belgeleri evinde
bir kasada saklamakta
ve kasanın anahtarını
da boynunda taşımaktadır. Sırtına kese attığı
bir gün bu
anahtarı bal mumuna bastırarak
kalıbını çıkarması ve
aynısından bir tane
yaptırması hiç de
zor değildir onun
için.
Neticede İlyastan bilgi
akışı trafiği başlar
Nazi Almanyasına. Berlin
kendisine akan bu
bilgilerin ÇİÇERO adlı
bir casus tarafından
gönderildiğini bilmektedir. Yani
İlyas’ın asıl adı
kullanılmaz. Kod adı
Çiçerodur. Ancak komik olan
taraf şu: İlyas
kendisine ‘’ Çiçero’’
diye bir kod
adı verildiğinden habersizdir.
İlyas’tan öyle müthiş
bilgiler gitmektedir ki :
Mesela: Sofya’nın bombalanması, Moskova, Kahire, Tahran
konferansları, Sovyetler Birliği’ne gidecek yardımlar ve kod adı Overlod
Operasyonu olan Normandiya Çıkartması’nın planları gibi İkinci Dünya Savaşı’nın
kaderini değiştirecek belgelerin fotoğraflarını da Almanlar’a ulaştırmaya
başladı. Bunun karşılığında Von Papen’den toplam üç yüz bin Sterlinlik bir
servet aldı. Yani başta anlaşılan
rakamın çok çok
üstüne çıkılmıştı.
Ancak bu
müthiş casusluk ne
Almanların ne de
Çiçero’nun işine yaramadı.
Neden mi?
Özellile Normandiye çıkarması
ile ilgili verilen
bilgiler ve fotoğraflar
başta Almanya’nın Dış
işleri Bakanı Von Ribbentrop’a güvenilir
gelmedi. ÇiçeroNun ikili
oynayan bir casus
olduğu şüphesi hasıl oldu. Nitekim
Hitler de 1943
yılı Aralık ayında ‘’Hayır müttefikler
çıkarmayı Normandiya’dan değil Balkanlardan ya
da Norveç’ten ‘’ yapacaklar
diyerek masaya yumruğunu
vurdu.
Öte taraftan Çiçero’nun
da suyu ısınmaya
başlamıştı. Zira Alman
büyükelçiliğinde çalışan ama
Almanlardan nefret eden
Nale Kapp adındaki
Almanya’nın Ankara
Büyükelçiliğinde çalışan bir
sekreter ( Ki hayali
hep çocukluk günlerini yaşadığı
ABD ye dönmekti
ama Alman vatandaşı olduğu için
ABD elçiliğinin kapısına
bile yanaşamıyordu.) İşte nu
Nale Kappp bir şekilde
bir ABD dı işleri
temsilcisi ile bağlantı
kurup ona "Çiçero
diye İngiliz elçiliğinde çalışan bir adam var. Bizim elçiliği aradığında büyük
hareketlilik başlıyor. Düşük rütbeli görevliler odadan çıkarılıyor" dedi.
ABD, İngilizler'e köstebeğin Çiçero kod adlı bir çalışan olduğu iletti. Tüm
elçilik görevlileri sorgulandı. Şüphelilerden biri İlyas Bazna'ydı...
İngilizler 3 haftalık takip sonucu Bazna'nın Çiçero olduğunu anladı.
Artık Çiçero için
Türkiye’de kalmanın imkanı yoktu. Tabii ki
Nale Kapp’ın da.
Almanlar Nale Kapp’ın peşine düşmüşken,
İngilizler de İlyas
Bazna’nın yani Çiçero’nun peşine düşmüşlerdi.
Önce Nale Kapp
o özlemini çektiği ABD
ye kaçırıldı ama
zavallı kadıncağız bu
hizmeti karşılığında büyük
bir servet beklerken
ABD de ömrünün
kalanını lokantalarda garsonluk
yaparak geçirdi.
Nale Kapp’ın kaçmasından
sonra suyu iyice
ısınan Çiçero da
sahte pasaportla yurt
dışına kaçtı ve soluğu
ta Arjantin’de aldı. Ancak
Arjantin’e geldiğinde onu
acı bir sürpriz
bekliyordu: Almanların verdiği
İngiliz Sterlinlerinin neredeyse
tamamı sahteydi. Almanlar
I. Dünya savaşında
İngilizlerin Osmanlı Devleti
ekonomisini daha da
kötü duruma getirmek
için habire sahte
kaime ( kağıt para)
basmaları gibi II.
Dünya Savaşı yıllarında aynı sebeplerle
bol bol sahte
İngiliz Sterlini basmışlar
ve Çiçero’ya da
bu paralardan vermişlerdi.
Daha sonra sığınmacı
olarak Beş parasız
bir şekilde Almanya’da yaşamaya başlayan İlyas Bazna, savaş sonrası Almanya’yı
mahkemeye verdi, hatta küçük bir miktar tazminat da alabildi; ancak esas
parayı, 1960’larda anılarını sattığı Stern dergisinden ve yazdığı “Ben
Çiçero’ydum” kitabından kazanabildi.
Yine de 1970’te, Münih’te 66 yaşında, yoksul bir gece bekçisi olarak
öldü.
Fazla bilgi için: