Ülkemizde özellikle spor denince futbol gelir akla. Nedir futbol peki! milyonları etkileyen bu büyülü olay!.. Alın bir tanım da benden, yirmi iki şortlu kişinin yemyeşil bir çayırda bir topu kovalaması. Binlerce, milyonlarca insanın çayırda cereyan eden bu kovalamacayı izlemesi.

 

         İş bu denli basit değil elbet! Ne paralar dönüyor bu olayda! Ak ve kara paralar!.. Evet, yirmi iki sporcu kovalıyor topu etken olarak. Seyirci durumundaki kişiler edilgen. Edilgen olmak ne acı! Denir ki, iyi bir seyirci olacağına kötü bir boksör ol dayak ye! Yani koşanları izleyeceğine kendin spor yap. En azından yürü… Ancak varırsın menzile!..

 

         Konuyla bire bir örtüşen bir hikâyecik anlatmak isterim. Yetmişli yıllar. Çiçeği burnunda güzel yurdumun “gökte yıldız kadar” uzak köylerinden birinde çalışıyorum. Transistorlu radyom var sadece âlemle iletişim kurduğum. Ruhum sıkılıyor. Yalnızlık! Karadeniz fırtınası Trabzonspor liglerimizde devrim yapmak üzere. Şampiyonluğu Anadolu’ya taşıyacak İstanbul dukalığından. Takımın başarıları tüm bölgeyi etkiliyor. Bizde bu etkinin içindeyiz köy öğretmenleri olarak. Bir minibüsle maça gidiyoruz. Hem maçı izliyor hem de kente olan özlemimizi gideriyoruz.

 

         Konuyu biraz genişletelim. Yıllarca İspanya’yı faşizmle yöneten Franco’ya sormuşlar.

 

         “Yahu ülkenin yapısı bozuk!. Ekonomi kötü, halk perişan! Herkes adaletsizlikten yakınıyor… Ama, hiç isyan yok!.. Bunu nasıl sağlıyorsun?”

 

         İspanyol diktatör şöyle yanıtlamış bu soruyu:

 

         “Bunu 3 F ile sağlıyorum… Yani Fado, futbol ve fiesta. Onları yüz binlik beşikte uyutuyorum!” “Yüz binlik beşik” olarak nitelenen yerler stadyumlardır.

 

         Franco için futbol “ kitleleri oyalayan, toplumu siyasi konularda tepkisizliğe iten, ülke gündemini saptıran bir afyondur…” Franco’nun bu özgün fikirlerinin gerçekliği hiç yadsınamaz. Günümüzde değil dikte rejimleriyle yönetilen geri bırakılmış ülkelerde, gelişmiş ülkelerde bile futbolun toplumları uyutan, edilgen yapan özelliği geçerliliğini koruyor. Ülkemizde hayli hayli!..

 

          Dönelim Trabzon’a. Lider Fenerbahçe geliyor. Trabzonspor maçı alırsa liderliği ele geçirecek. Ligin bitimine birkaç maç var. Cumartesi akşamından şehre gittik. Maç Pazar günü saat 16.00’da. Pazar sabahı saat 06.00’da stada girdik. Saat 09.00’da kapılar kapandı. On saat bekledik simit yiyip, sigara içerek maçın başlama saatını. Ortalama bir saat kırk beş dakikada maçı izleme ve stattan çıkış. Siz hesap edin geçen zamanı!.. Maçı Trabzonspor 1-0 aldı ve devrim yaptı Anadolu futbolu adına; şampiyonluğu İstanbul dışına taşıyarak.

 

         Köye, okula döndüğümde düşündüm: “Ey kitap kurdu, kafasında idealist duygular yüklü öğretmen bu olaydan sen hangi artı değer kazandın!..  O maçtan başka maça gitmedim dersem başım ağrımaz. Amatörce ekip sporlarıyla sporun hep içinde kaldım. Kötü bir boksör olmayı yeğledim.

 

         Trabzonspor’un 70 ve seksenli yıllardaki başarılarını hep takdir ettiğimi de belirtmeliyim. 1970’lerdeki şampiyon olan kadronun ilginç özellikleri vardı. İlk on birin onu Trabzonluydu. Oyuncuların büyük çoğunluğu Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Fatih Eğitim Enstitüsü öğrencisiydi. Takımda ekip ruhu hâkimdi ve amatör bir ruhla oynuyorlardı. Ve Trabzonspor o yıllarda ülkemizi yurt dışında da başarıyla temsil etti.

 

         Futbolun her ne kadar halkları uyuşturan, ülke sorunlarını düşünmeyi öteleyen bir yönüne inansam bile günümüzde spor olmaktan çıkıp bir sanayi koluna dönüşen futbolu yine de izliyorum.

 

         Ulusal takımımız dünya üçüncüsü olduğu yıl bir müfettiş arkadaşımız şöyle demişti, benim de duygularıma tercüman olarak:

 

         “Takımın derece alması beni hiç ilgilendirmiyor. Futbolculara birer jeep verdiler. Onlar da bu araçları sevgililerine hediye ettiler!..”

 

         Futbol konusunun diğer bir boyutunu irdeleyelim biraz da. Galatasaray taraftarıyım. Takımın başarısı beni artık hiç mutlu etmiyor. Geçen hafta takım sahaya on bir yabancıyla çıktı!.. Diğer büyük takımlarımız da farklı mı?.. Sekiz- dokuz yabancıyla çıkılıyor yeşil çimenler üstüne. Türklerin de çoğu Alman patentli.

 

Durum böyle olunca İzlanda gelip bize üç çekiyor. Önce eğitim-öğretim yapılanmamızda olduğu gibi birçok alanda çok acil bilimsel devrimler yapmamız gerektiğinin zorunlu olduğu gibi spor-futbol politikamızda da devrimler yapmak zorundayız. Yoksa yabancı futbolculara milyonlar ödemeye devam eder saman alevi örneği başarılar yakalarız.

 

Ulusal takımımızın Dünya Futbol Şampiyonasına katılamamasına üzüldüm. Konu ulusal takım olunca uluslararası arenada kaybetmek acı. Bir bakıma da iyi oldu şampiyona dışında kalmak. Futbolla yatıp futbolla kalkacağımıza umarım ulusça ülke sorunlarını düşünmeye, sorunlara “makbul çareler” üretmeye kafa yorar, zaman ayırırız.

( Futbol Üzerine... başlıklı yazı sahara tarafından 21.10.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu