HEP AYNI TERANE : MÜFTÜLERE NİKAH KIYMA YETKİSİ VERİLMESİ MESELESİ.
Bilmem seyrettiniz mi? Oldukça güzel bir tiyatro eseridir ''Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü? ''
Bu eseri doğrudan doğruya tiyatroda seyretmedim ama gerek televizyondan gerekse internetteki cd lerinden bir kaç seyretmişliğim vardır.
Tabii ki şimdi oturup da bu eseri anlatmayacağım sizlere. Ama başlığımızla ilgili bir bölümünden bahsetmeden de geçemeyeceğim
Yılmaz Erdoğan'ın yazıp yönettiği ve ayrıca çok önemli olmasa da rol aldığı bu eserde oyunun lokomotifi Demet Akbağ'dır. ( Oyundaki adı Gülseren ) Onun dışında daha pek çok tanıdığımız sanatçılar yer alır oyunda. Söz konusu edeceğim sahnede rol alanlar ise Bican Gündoğan( Oyundaki adı Nevzat bey ) ve Demet Akbağ'ın yani oyundaki adıyla Gülseren'in annesidir ( Zerrin Sümer )
Yaşlı Nevzat Bey de Gülseren'in annesi de şikayetleri olan iki yaşlı ve mızmız insandır.
Gülseren'in annesi öncelikle tek eğlencesi olan televizyonunun kızı tarafından sokağa atılmasından şikayetçidir ama daha da şikayetçi olduğu konu kızının gül gibi (!) bir kasabın evlenme teklifini reddetmesidir. Eğer kızı o kasapla evlenmiş olsaydı bir tarftan et yerken bir taraftan oturup televizyon seyredecekti. İşte bunu anlatır yaşlı Nevzat Bey'e
Nevzat Bey'in derdi ise aynı evi paylaştığı bu insanların, evinden çıkmasıdır. Gülseren'in annesi et ve televizyon derdindeyken o ne anlatırsa anlatsın Nevzat Bey '' Çıkın evimden '' demektedir.
Sadece ona değil tabii ki. Gülseren'e de '' Çıkın evimden '' demektedir. Daha da dahası, o evin kapısından kim içeri girerse '' Çıkın evimden yahu. Mönşen Gladbhtan oğlum gelecek, Bayern Münihten oğlum gelecek '' gibi laflar etmektedir. Ve daha da komiği Nevzat Bey o evin sahibi filan da değildir. Kafayı sıyırmış bir yaşlıdır hepsi o. Papağan gibi hep '' Çıkın evimden '' Diye tekrarlamaktadır. Veyahut da eski ve çizik bir plak misali iğne çizik kısım üzerinde sabitlendiğinden hep aynı şeyi söylemektedir: '' Çıkın evimden '' Oyundaki oyuncular ona ne söylerse söylesinler, ne şekilde kendisinin ev sahibi olmadığını anlatırlarsa anlatsınlar, ya da ortadaki mevzu ne olursa olsun Nevzat bey tek bir şey söyler: '' Çıkın evimden ''
İşte bu oyundaki Nevzat beyi hatırlarım aynı teraneyi tutturanları gördüğümde.
Bu müftülere de ( ''de'' nin altını bir kez daha çizelim. ) nikah kıyma yetkisinin verilmesi üzerine o kadar çok şey yazıldı çizildi, bu meseleyi artık beş yaşındaki çocuk bile anladı ama bazı kafalara anlatmak mümkün olamadı maalesef. O kafalar hâla aynı teraneye devam ediyorlar '' Müftülere nikah kıyma yetkisi verildi ''
Anlatamıyorsunuz '' Müftülere de nikah kıyma yetkisi verildi'' ile '' Müftülere nikah kıyma yetkisi verildi '' arasındaki farkı. Onu anlatamadığımız için de vatandaş bozuk plak gibi tekrar ediyor '' Nikah kıyma yetkisi müftülere verildi '' Diye.
Oysa daha ilk okul çağlarındaki çocuklar bile '' Müftülere de nikah kıyma yetisi verildi'' '' Müftülere nikah kıyma yetisi verildi '' ve '' Nikah kıyma yetkisi müftülere verildi '' cümleleri arasındaki farkı rahatlıkla anlayabilmektedir.
İşte o '' de '' nin anlamını kavratamadığımız için o vatandaşlara bu ülkenin yegane sahiplerinin kendileri olmadığını da anlatamıyorsunuz. Dolayısıyla da '' Çıkın evimden diyorlar sık sık.
Sonuç?
Sonuç genellikle aynen Gülseren'in yaptığı gibi oluyor tabii ki '' Tamam tamam en yakın zamanda çıkacağız '' Deyip bu bunaklara aldırış etmiyoruz. Yani zamanımızın gözde ifadesiyle '' He yav he '' deyip geçiyoruz.
'' He yav he '' deyip geçmeyenlerimiz de var. Onlar da oturup gereksiz ve lüzümsuz bir şekilde bunlara Atatürk'ün nikahını da bir müftünün kıydığını, ( İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi ) O müftünün 14 Mayıs 1915 de '' Bu sakalım kanımla kızarabilir, ama bu alna Yunan alçağını sukûnetle selâmlamış olmanın karasını sürerek Huzur-u Ilâhiye çıkamam” Dediğini anlatıyorlar.
Ne kadar gereksiz bir şey. O vatandaşların nezdinde beyaz sakallı biri ancak on on bir yaşında bir kız çocuğuyla evlenir ya da o yaştaki çocukları evlendirir, muta nikahı denen sapıklıklara alet olur, çocuklara cinsel istismarda bulunur. Öyle Yunan alçağının karşısına çıkmak, Milli Mücadele için kanıyla canıyla kendinini ortaya atmak ak sakallıların, hele de müftülerin işi değildir. O beyinlere Ne Rahmetullah Efendiyi, ne Denizli Müftüsü Hulusi Efendiyi anlatamazsınız.
Siz onlara '' Atatürk'ün nikahını da bir müftü kıymıştı '' dediğiniz anda ne cehaletiniz kalır ne yobazlığınız ve bir de küfür yersiniz '' Ulan geri zekalı ! Atatürk'ün nikahı kıyıldığı 29 Ocak 1923 de Türk medeni Kanunu yürürülüğe girmiş miydi?'' Diye... Bir de tarih dersi verirler size.
Yani demem o ki aslında Gülseren'in yaptığı gibi '' he he '' Deyip sallamamak varken ne diye hâla bu vatandaşlara bir şeyler anlatmaya çalışıyoruz onu da anlayamıyorum.
..........................................
Bu arada...
Dün ilk kez bir müftü tarafından resmi nikah kıyıldı.
Milli Savunma Bakanımız Nurettin Canikli'nin oğlu Furkan Canikli ile Rabia Tuna'nın nikahlarını Ankara Müftüsü Mehmet Sönmezoğlu kıydı. Nikah şahitleri ise Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım ve Meclis Başkanımız İsmail Kahraman'dı.
Şu ana kadar ne başımıza taşlar yağdı ne de kıyamet koptu... Bazı vatandaşlarda gaz şişkinliği ve hazımsızlık yapması dışında 1926 yılından bu güne kadar yapılmış ve yapılmakta olan resmi nikahlardan hiç bir farkı yoktu.
(
Hep Aynı Terane : Müftülere Nikah Kıyma Yetkisi Verilmesi Meselesi. başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
6.12.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.