Ölümü erteleyebilir mi insan ya da âşık
olmayı geciktirebilir mi?
Yansız bir aşkın bir tarafında
öğütülen duygulardan da alacaklı iken öğüt niteliğinde midir aşk yine vebali
boynuna…
Sırıtkan bir cümle arayışındayım
hayata hükmeden ve bol bol gülmemi öğütleyen hani sıra dışı bir ikrammışçasına.
Önerilen hiçbir şey de yok diğer
yanda varsa yoksa öğretiler.
İstanbul kazan kalem kepçe düştüm
peşine şehrin.
Tarih kokan şehrin en civcivli
noktasındayım ve bir nokta hüviyetine bürünmüş.
Arada sırada soru işaretine denk
düşüyor içimde o garipsediğim duygu ve dürtülerim.
Bir yanım asla mücadeleden
vazgeçmememi öğütlüyor bu anlamda bol bol önemsiyorum kendim haricinde kim ise
sağımda solumda konuşlu.
Bol bol öğüt veriyor zaman ve cihan.
Sırıtkan bir iç ses kundaklanıyor ve
ben iz düşüyorum an’a ve gün’e belki bu yüzden gün yetmiyor ya da tam tersi:
günü çuvallara koyup öğüttüğüm dakikalarla geceyi bilfiil yalnızlığımla
örtüştürüp hengâmeden sağ çıkmanın verdiği şerefle içimi kıyıyorum hece hece ve
bingo!
Sağalttığım insan izlekleri ve
sayısız dış ses.
Aksıran tıksıran bu da yetmezmiş gibi
en gürültücü sunum İstanbul’a yaraşır.
Geceye dönük yüzümde ay’ı güneş
belliyorum.
Güne dönük yüzünde uykumu banıp gün
ışığına güneşi de karanlık belliyorum.
Belli bir zaman mefhumu yok ve şehrin
sahil kesiminde yaşamanın verdiği avantaj ile bol bol deniz havasını çok derine
çekiyorum yine de içimi bunaltan ve bulandıran yan sesleri ve efektleri ve
kokuları yok sayamıyorum.
Bir rutin aslında adına yeni dediğim
insan ve zaman tutanağı.
Geceden kasıt yine de gürültülü
ortamın geceye de eşlik ettiği.
Alkole düşkün insanlar fink atarken
şehrin sokaklarında perdelerin uçuştuğu karanlık odanın en aydınlık yüzü yine
bilgisayar ekranına yansıyan harflerin ve kelimelerin çılgın birlikteliği.
Bir perspektif olabilir ya da yanlı
bir mizansen.
Hangi ikrarı ve ikramı yok
sayabilirim ki hele ki söz konusu esefle kınandığım bu teranede illa ki iyi ve
güzel bir şeylere damga vurmak iken
içimdeki arzunun iyice ayyuka çıktığı.
Sihirli bir dokunuş ise mahal
verebilmekte daha çok umuda iyi de o sihirli dokunuş nasıl vücut bulacak bu tek
kişilik dünyamda ben her nasılsa cüret edemezken ve kayıplarıma göz yumup
kazanım addedilen bir pencereyi nasıl olacakta hayatımda açık ve sabit
tutabileceğim?
Hoyrat bir fıtratım olduğu aşikâr
hele ki tek kızdığım ve kınadığım aynadaki görüntüm dışında kafamın içinin
resmini çektiğim her saniyeyi yazıya döktüğüm o geniş özeti.
Durağan kimliğime hayali-fener
cümleler atıyorum.
Gözümün ferinde saklı olan umudun dokunuşu
yine yaşama felsefeme eşlik eden bir öngörü.
Bir ara elimden düşmeyen o meşhur
kitap hani etkisinde kalıp sevgili Pesseo’nun bir o kadar esefle kınandığım
kurduğum cümleler.
Ya çevirisine sadık kalamadığı
yazarın ya da kötü bir Türkçe ile dilimize kazandırılmışken ve Huzursuzluğun
Kitabını değil bilfiil bana yazı dilimde kullandığım cümle ve kelime batağına
nasıl da saplandığımın göstergesi iken bilfiil huzursuzlukla iştigal ettiğim o
uzun zaman dilimi.
Göstermelik bir duygu da değil/di
hani ne de yanlı bir duygu silsilesi.
Bir ön görü getirmek adına yazarla
örtüşen duygularıma, unuttuğum sayısız denemem belki de yazdıklarımı fazla
önemsemeden yeniden yazmaya odaklandığım.
Sayısız esinti belki hoş bir bahar
yeli belki boş yere kendimi harap ettiğim ne de olsa kazanım anlamında ben
kayıp vermeye alışmış hatta bayağı da kabullenmişken üzülmeyi.
Hangi mesleğin duayeni oldum ki?
Bu gün sohbet ederken arkadaşlarımla
geçmişe dönüp mücadele verdiğim mesleki yaşantımdaki saçmalıkları yâd ettim de…
Rahat ve konforlu çalışma masamda
evrakların içinde kaybolduğum muydu yine hayatımın en basit ayrıntısı yoksa
kariyer planları yaparken ansızın tehir ettiğim mutluluk muydu aklım sıra?
Ne de olsa astronomik bir kazançtı
paye verilen hele ki söz konusu gelişime açık bir beynin sırf hassasiyeti
yüzünden beynini ve mantığını ikinci plana ittiği.
İşte bu yüzden denk düştüğüm
satırlarında O.Pamuk’un asla da zor olmadı onun da mesleğine çektiği rest ile
hamle yaptığı edebiyat dünyası.
Sanrılarımdan tutun da sandığımda
saklı olan ne ise.
Belki kuytuda unuttuğum bir kitap ya
da hatırat yüklü o devasa sandık.
Lehim filan da yapmadım hani dünümle
yarınım arasında kaybolduğum ve asla da an’ımı doya doya yaşama fırsatı
bulamadığım.
Görünen o ki; kaç fırın hüzün
yiyeceğim belki de balyalarca komut zincirine takılıp ben yüzümün akıyla
yaşamak adına yüzümün akıyla da kalemime ihanet etmeden ya da kalem bana aynı
tepkiyi vermeden metazori da değilken üstelik sadece iç sesime sadık kalıp…
Tıpkı dinlediğim üzere iç sesimi, daha da kendime yüklenmekten vazgeçip… Belli
ki; dünün yenilgisi yine kendime yüklenme gerekçem ve bunu da asla izah
edemediğim sayısız insan ne de olsa bol sıfırlı ve çift maaşı reddettiğim
günlerin acısını yine yazarak çıkardığım en azından kendime yeniden ihanet etmemek
adına…