Tırpanları dövüp Hüseyin ağabeyin fıkrasını dinledikten sonra biçme sezonunun ilk günkü biçicileri olarak tırpanlara yeniden sarıldık. Bileğe kuvvet biç babam biç. Güneş ufuktan iyice yükseldi. Tepemizde bir alev topuna dönüştü. Temmuz da Temmuzluğunu iyi hissettirmeye başladı. En ufak bir esinti yok. Yaprak kımıldamıyor. Sanki yeni tutuşturulmuş bir fırının karşısındayım. Her tarafımdan terler sızmaya başladı…

 

         Biçim mevsiminde sıcaklar kadar biçicileri sinekler de rahatsız eder. Doğada ne kadar sinek varsa arazilerde çalışanlara musallat olur. Ormanların, meyve ağaçlarının bol olması nedeniyle sineklerin fazla ürediğinden bahsedilir. Güneşin yükselmesi, hava sıcaklığının artmasıyla bilumum her cins sinek üstüme üşüştü. Kaçış yok! Sık sık tırpanı bırakıp sinekleri kovalamak da işin bir sıkıcı yönü.

 

         Neyse zaman ilerledi, öğle oldu. Yemek ve uzunca bir mola beni bekliyordu. Tırpanı elma ağacının dalına asarak evin yolunu tuttum. Çeşmenin suyu daha bir güzel gözüktü. Parlak gümüş renginde şırıl şırıl akıyordu. Kuşluk vaktinde olduğu gibi yeniden yüzümü, kollarımı omuz başlarına kadar bir güzel yıkadım. Oh dünya varmış. Annemden yeni doğmuşçasına dinç ve gürbüz hissettim kendimi.

 

         Dayım yayladan gelirken bize uğramıştı. Yemeğe alıkoyduk. Dayımın hoş sohbetine doyum olmaz. Biçimin nasıl gittiğini sordu. Biçime başlana ilk gün bizde adet olmuştur, pişi pişirilir. Sarı yağla pişen pişinin yanında bir de bal olursa iş tamamdır. Pişi, bal ve çay ilk günün öğlen yemesi menüsüydü.

 

         Dayım biçiciliğin püf noktalarını bir bir anlattı. Öncelikle tırpanın iyi kurulması gerekir. Tırpan açık kurulursa biçiciyi kan tutar. Kan tutmanın ilacı da bir tabak pekmez bir avuç tuzla iyice karıştırılıp sesi çıkmayan biçiciye yedirilir. Bunları anlatırken bıyık altından hafif hafif gülüyordu. Sonra tırpan kapalı kurulursa bu kez tırpanın ucu ara ara yere saplanır ve verimli bir iş ortaya çıkmaz. Ayrıca tırpanı iyi döğmek, biçerken dikkatli olup tırpanın ağzını yere sardırmamak gerekir diyerek sözlerini sürdürdü.

 

         Yemeği bitiriyorduk. Yeğenim umarım epeyce yer biçmişsindir. Baba ile oğulun hikâyesini anlatmadan olmaz. Yemek yerken anlatıcı değil dinleyici olmak daha hoştur. Hele de anlatıcı işin erbabıysa. Tıpkı dayım gibi. Başladı anlatmaya:

 

         Baba-oğul bir çayır biçme mevsiminde tırpanlarını omuzlayıp çayırlarının başına gelmişler. Vur tut öğleyine kadar biçmişler. Öğle yemeği gelmiş. Onların da yemeği pişi imiş.  Bir başlamışlar yemeğe, pir başlamışlar, ben diyeyim yedi, sekizer adet, siz deyin beşer, altışar adet pişiyi yiyerek bütün pişileri bitirmişler. Oğul, “Baba bütün pişileri bitirdik…” demiş. Baba, “Tabi oğlum, aslan gibi adamlarız… Az bile yedik.” Demiş.  Pişileri bitiren baba-oğul önleye kadar çok az, ancak yarım dönüm yer biçebilmişler. Oğul, “Baba ne kadar az yer biçebildik.” Diye yakınmış. Bu kez Baba, “Oğul bileklerimizin kalınlığı ne ki! Ancak bu kadar biçebildik.”  Bu arada yemek faslı sona erdi. Dayım evine ben de çayıra gitmek için evden ayrıldık.

 

         Gökten adeta ateş yağıyordu. İşten kaçış yok. Yazın gölge hoş kışın çuval boş. İşe devam. Öğleden sonra sinekler beni hiç rahat bırakmadılar. Arı yavru vermişçesine etrafımda uçuşuyorlardı. Sıcakta güneş altında çalışmak çiftçiliğin doğasında var. Çayır biçerken sinek ve sıcak harman döverken toz içinde mücadele gel de sen işin içinden kurtul!

 

         Köyde ele güne muhtaç olmadan yaşamanın ön koşulu başlayan işleri aksatmadan zamanında yapmaktan geçer. Bu arada kullanılan araçlar işe uygunsa bilek kuvvetiyle yapılan işler biraz kolaylaşır. Kaç yıldan beri çayır-tarla biçiyorum henüz çok iyi kesen bir tırpan denk geçmedi bana. İki senede bir yeni tırpan alırım. Her yeni tırpanın öncekilerden farkı olmaz. Bazı arkadaşlar tırpanlarının felaket kestiğini övünerek anlatırlar.

 

         Yıllarca toprakla güreşircesine çalışan insanların durumu ne kadar acı ve sefilcedir! Katırkuyruğu çeksen uzamaz. Kıt kanaat ele güne muhtaç olmayacak kadar ürün elde etmek. Uzun kış günlerinde meyveden, sebzeden mahrum yemek sofraları. Kasaptan et almak hak getire. Küçükbaş hayvanı kalabalık olanların kurban bayramından başka zamanlarda et yemek olanakları az dahi olsa mümkün.

 

         Kadın- erkek yediden yetmişe herkes gücüne göre çalışmak zorunda. Hem de ne çalışmak! Sabahın köründen akşamın karanlığına kadar. Memleketimizin bazı yerlerinde makine ile tarım yapıldığını, tarlaların biçerdöverle biçildiğini duyar o yerlerin çiftçilerine gıpta ederdik. Hele tarlaların traktörle sürüldüğünü, pulluğun o yerlerde tarihe karıştığını duyar kendi kaderimize üzülürdük.

 

         Ağır koşullarda çiftçilik yapmadan azat olmanın iki yolu var. Ya okuyup memur olacaksın ya da tası tarağı toplayıp büyük şehirlere göç edeceksin. Memur olabilirsen masa bağında gününü gün eder yağmurda-çamurda yaz güneşinin altında çalışmasın. Okumak, memur olmak güzel de her kişinin kafası yetiyor mu bakalım okumaya! Şehirlere göç etmek de hiç kolay değil.  Doğup büyüdüğün toprakları, serin yaylaları, soğuk pınarları eşi-dostu bırakıp engin denizlere açılacaksın.

 

         Öyle derin konulara girmeden biz yine tırpanla olan hasbihâlimize dönelim. Biçim sezonunu açtık. Havalar güzel gitmeye başladı. Üst üste üç gün biçim yaptım. Biçilen otları ıslatmadan toparladık.  Bu arada tırpanım yıprandı. Yeni bir tırpan almak şart oldu. Biçim sezonu işleri gevşetmek olmaz. Bir gün erkenden ilçeye indim. Tırpan alacağım.

 

         İlçede tırpan satan bütün dükkânları dolaştım. İyi kesen tırpan sert olmalı. Ayrıca katı cisimlere dokundurulunca çin çin ötmeli. Bu bilgileri her biçici bilir. Hayli dolaştıktan sonra bir tırpana karar kıldım. İlçede fazla eğleşmeyerek köye döndüm. Hemen Hüseyin ağabeyi buldum. Hüseyin ağabey tırpan kurmanın da ustasıdır.  Tırpanım hazır olduktan sonra heyecanla yeni biçilecek çayıra vardım.

 

         Acaba tırpanım nasıl kesecek. Bismillah diyerek yeni tırpanımla sallanmaya başladım. Birkaç kol biçtim. Hiç de fena kesmiyor. Tırpanı iyice biledikten sonra kollarımı açarak son gücümle işe koyuldum. Tırpan tırpan değil sanki Hz. Ali’nin Zülfikar’ı. Bir kez sallarken önceki tırpanların iki katı kadar hatta daha fazla ot biçebiliyordum. Hem de aşırı kuvvet harcamadan.

 

Notları dolgun karne alan okul çocukları gibi seviniyordum. Dünya benim olmuştu. Her yeni tırpan alırken hayalini kurduğum iyi bir tırpana nihayet kavuştum. Bilek gücüyle çalışıyorduk. Motorlu tarım henüz bölgemizde başlamamıştı. Lakin bu kez beni yormayan bir araç sahibiydim. Kahkahayla gülmeyi bile kendimizden gizlediğimiz köylerde iyi kesen tırpan sahibi olmak bir yerde züğürt tesellisi olsa bile yine de güzeldi.

 

        

( Tırpan (Iı) İki başlıklı yazı sahara tarafından 22.11.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu